hesabın var mı? giriş yap

  • john ronald reuel tolkien, 3 ocak 1893'de güney afrika'da dünyaya geldi. ingiliz bir ailenin oğlu olan tolkien'in çocukluğu 1895 yılında döndükleri ingiltere’ye geçti.

    dil bilimci olan tolkien latince, fransızca ve almanca'yı erken yaşlarda öğrendi. daha sonraki yıllarda yunanca, eski ingilizce, anglo sakson dili, eski izlanda dili, gotik, modern ve ortaçağ gal dili, fince, ispanyolca ve italyanca öğrenmeye başladı. bu dillere ek olarak tolkien, kendisi de 14 farklı dil icat etmiş ve orta dünya sakinleri için alfabeler oluşturmuştur.

    sarehole köyü tolkien’in hayal dünyasında önemli bir yere sahiptir. babasının ölümü üzerine bu köye yerleşmişlerdi. köydeki cole bank road değirmeni yüzüklerin efendisi adlı romanını besleyecek önemli imgelerden bir tanesiydi.

    öğrenim hayatı sırasıyla king edward okulu, st.philip grammer okulu ve oxford üniversitesi'nde geçti. king edwards'da okurken " klasik diller başarı ödülü "nü kazandı. oxford'da okuduğu yıllarda, birmingham'da tanıştığı edith bratt ile evlendi. mezun olduktan sonra ingiliz ordusuna katıldı. (1916-1917). bu dönem dünyayı kavuran 1. dünya savaşı sürmekteydi. tolkien de somme cephesinde savaştı. çok yakın üç arkadaşından ikisini bu savaşta kaybeden tolkien, 1917 yılında geçirdiği bunalımdan ötürü ordudan ayrıldı.

    1920'de leeds üniversitesi'nde ingiliz dili okutmanlığına başladı. 4 yıl sonra da profesörlüğe yükseltildi ve o zamana dek bilinen en başarılı filoloji uzmanlarından biri oldu.

    kendini monarşist ve katolik olarak tanımlayan yazarın dünyaca ünlü eseri yüzüklerin efendisi ‘seri üretim yapan robot fabrikalara, trafik gürültüsüne ve modern avrupa yaşamının sevimsizliğine’ öfkesini kustu’ öfkesini yansıtıyordu sanki. tolkien, "yüzüklerin efendisi" basıldığında 60 yaşını geride bırakmıştı. bu eser aynı zamanda kuzey efsanelerindeki cücelerden esinlemeydi ve tolkien bu efsanelerden de beslenerek yeni bir dil inşa etmeye çalıştı.

    kitabın basımının üzerinden daha bir yıl geçmemişti ki "hobbit" çocuk edebiyatı dalında new york herald tribune ödülünü kazandı ve klasikler arasına girdi. olumlu eleştirilerin yanında olumsuz eleştiriler de alsa da bu, kitabın kısa zamanda popüler olmasına engel olmadı.

    kitabın yayımcısı stanley unwin tolkien'e "hobbit"in devamını yazmasını önerdiğinde o "yüzüklerin efendisi"ni yazmaya başlamıştı bile. 12 yılda tamamlanan "yüzüklerin efendisi", tolkien emekliye ayrılmadan önce yayımlandı. "yüzüklerin efendisi"nin ilk iki bölümü kitapçı raflarında yerlerini aldığında, takvimler 1954'ü gösteriyordu. bir yıl sonra da üçüncü bölüm ingiltere'de yayınlandı. üçleme "hobbit"ten de fazla ilgi topladı.

    emekliliğinin ardından bournemouth'a yerleşen tolkien, eşinin 1971'deki ölümünden sonra oxford'a döndü ve 2 eylül 1973'te öldü. yazar, oxford'un kuzeyindeki wolvercote mezarlığı'nda eşi edith'in yanına gömüldü.

    en önemsediği çalışmalarının bazılarının toplandığı "silmarillion"ın basılışını göremedi. 20. yy.’ın ilk yarısında olup biten her şey vardı bu kitapta: 1920’lerin ve 1930’ların puslu atmosferi, kitlelerin korkusu, arkaizme geri dönüş, vb. gibi konular işleniyordu bu kitapta.

  • spor medyasında beğenilen birisinin gençlere bu şekilde örnek olmaması lazım gerçekten. yazın rakı içiyorsun masada kavun yok gerçekten olmaz.

  • yazık olmuştur. sabahtan akşama kadar çalışan ve aldığı asgari ücretle geçinmeye çalışan emekçi bir kardeşe bilerek çarpmıştır.
    o arkadaşın ne suçu var acaba ?

  • ciroya bakarak yatırım yapılıyor, adamlar da bug'ını bulmuş işin, bakkal dükkanını dijitale uyarlayalım, 1 liraya alırım, 1 liraya satarım, maksat ciro artsın. geri kalan masrafı da yatırımcıdan çıkartırız zaten, harika business plan, pandemi olmasa çoktan ufalmıştı, şansları yaver gitti, hype oldular. yatırımcılar da ayrı çakal, kusura bakmayın, hype olan bir şeye giriyor, hype bitmeden hissesini başkasına satıp/çakıp çıkıyor.

    pandemi öncesinde de aynısını savunuyordum, yine aynısını savunuyorum. hem insan eforu açısından, hem global ısınma açısından, nereden bakarsanız bakın inanılmaz gereksiz bir iş bu. gece vakti ilaç ihtiyacın olsa tırım tırım eczane arıyorsun ama dondurma istediğinde birisi kapına kadar geliyor.

    amerika'da şehir merkezi dışında yaşayan insanların çoğu markete/bakkala onlarca km uzaklıkta yaşıyorlar ve haftalık/aylık planlamalar ile alışverişlerini yapıyorlar. bizim nasıl bir satın alım gücümüz var ki böyle bir ayağa hizmet peşindeyiz.
    (bkz: ayranı yok içmeye taht-ı revanla gider sıçmaya)

    ekleme :
    ben de bir girişimciyim, sektörde tanışmadığım mentor, görüşmediğim vc kalmadı.

    kripto para kovalayanlardan farkları yok. yatırım alan firmaları ölümüne zorluyorlar kendi paralarını katlamak için. unicorn çıkartır mıyız? decacorn çıkartır mıyız? derdindeler tamamen.

    sürdürülebilirlik umurlarında bile değil. hangi yaraya derman oluyoruz, doğaya nasıl bir etki yapıyoruz umurlarında bile değil.

    konuşunca da unorthodox oluyorum işte. hepiniz çok iyi biliyorsanız bu işi, açın etohum sitesini, 10 sene önceden başlayıp yatırım alan firmalara bakın kardeşim, at gibi koşturmasanız çoğu işletme ayakta kalırdı, yatırım alanların hemen hemen hepsi uçuk hedeflerinizi tutturamayıp kapattılar.

    mütevazi ve sürdürülebilir bir büyüme amaçlayan hedefler koyunca da küçümseniyorsunuz sektörde maalesef.

    neyse daha çok şey yazarım da, şimdilik yeterli.

  • kurallara uymanın enayilik, kural tanımadan iş görmenin uyanıklık ve meziyet olarak görüldüğü ortadoğu bataklığında bir ülke.

    2 aile düşünün 90larda bir şehire geliyorlar, birisi boş bulduğu araziye yasak olduğunu bile bile gecekondusunu dikiyor, diğer aile aman kurallara uyalım diyip bütçesine göre kiraya cıkıyor.
    ilk aile bir kaç yıl sonra seçimler öncesinde verilen sözler ile çöktüğü arazisine tapusunu alıyor. diğer aile maaşının yarısını ev sahibine vermekle meşgul kıt kanaat geçiniyorlar.

    ilk aile gecekondunun sokağa bakan kısmına kendi dükkanını açıyor, diğer aile 8-5 iş bulup her gün işe gidiyor. ilk ailenin beyan ettiği toplam yıllık vergi 8-5 çalışanların nerdeyse bir aylık verdiği vergiyle aynı miktar oluyor.
    ilk aile o küçük vergisini de ödemiyor, hatta hiç birşey ödemiyor. ve sonunda devlet baba af çıkartıyor. vergi borçları daha maaşını almadan kesilen enayi ailelerden paralar toplanıyor zaten.

    birkaç yıl sonra ilk ailenin kaçak evleri yerine kentsel dönüşüm adı altında rezidans yapılıyor ve burada bir kaç daireleri oluyor. diğer kurallara saygılı enayiler de hala kirada oturuyor... *

    ve bugün oluyor bu ailelerin çocukları olmuş, üniversiteyi kazanıp öğrenim kredisi almışlar. sonrası malum zaten. "enayi misin amk niye ödüyorsun?!"

    evet durum ne yazık ki böyle: devlete para ödeyen herkes enayidir!

    vergi borcun mu var? ödeme! nasıl olsa af çıkar, yapılanma çıkar, bir şey çıkar... enayiler ödesin :)

  • gülmekten öldüren görüntüdür... abi bu nedir ya! ahahahah!

    tayyip gibi kibirli bir adam nasıl dayanıyor bu nebati'ye? şaka gibi. öyle bir bakıyor ki bir de, sanki çocuğunu azarlayacakmış gibi! ahahahah!

  • sorunu doğru tespit eden açıklama.

    "siz" yolunuza devam ediyorsunuz. bizlerin çoğu yolda kaldı, kalanı da sürünerek ilerliyor.

    umudumuz, yola sizin olmadığınız bir rotada tekrar devam etmek.