hesabın var mı? giriş yap

  • almanya'da yaşamakla ilgili en sevdiğim şey, insanların birbirine yalancı muamelesi yapmaması.

    ulus kültüre şu yerleşmiş: birinin beyanı esastır ve kafadan doğru kabul edilir. yalan atıyor mu diye düşünülmez. bu devletle ilgili işlerde de böyledir, arkadaş arasında elde bira içip muhabbet ederken de. söylediğiniz şeyler olduğu gibi kabul edilir ve altında bir şey aranmaz.

    ancak gün olur da yalan söylediğiniz ortaya çıkarsa bedelini ağır ödersiniz. resmi konularda büyük para cezaları gelir, sosyal ortamlarda dışlanma yaşarsınız.

    bunun böyle olması ülkede işleri rahatlatıyor. örneğin birine gidip "kardeşim buraya araba parketmek yasak" dediğinizde tartışmaya girmiyor, "özür dilerim" diyerek çekiliyor. sözünüzün altında bir çakallık aramıyor. insanlar arası böyle bir güven ortamı oluşturan aile değerleri, eğitim sistemi vs. ne varsa türkiye'nin de üzerine dersler çıkarması gerek sanıyorum.

  • bu hikaye aslında bilinir fakat ne kadar önemli olduğunu tam da buralı biriyle konuşunca anladım.

    aslında hiç önem vermediğimiz bir yerdir nahçıvan. bilmeyenlere söyleyelim, azerbaycan'a bağlı özerk bir bölgedir fakat bu ülkeyle fiziki bağlantısı olmayıp türk devletleri arasında türkiye ile kara sınırı bulunan tek toprak parçasıdır. ama neden hala azerbaycan'a bağlı özerk bir bölgedir biliyor musunuz? tamamen atatürk sayesinde. şöyle ki;

    bu bölgeyle birbirimiz bağlayan sadece ve sadece 15km'lik bir sınır (bkz: dilucu sınır kapısı) vardır ve bu sınır bizzat atatürk'ün cebinden para ödeyerek satın aldığı topraktır! adam demiş ki, yukarıda ermeniler (o dönem sscb), aşağıda iran, bu bölgenin insanı burada yaşamalı, bizim burayla direk bir bağımız olmalı ki hem ermeniler hem de iran'la aramız bozulursa, türk devletleri ve orta asya'ya bir bağlantımız kalsın. hem bu sınır sayesinde bu bölgenin insanını da koruyabiliriz. iran'la görüşür, tabi ki ikna eder, parasını öder, toprağı alır.

    gel zaman git zaman, 80'lerde ermeni ve azeriler arasında gerilim tırmanır. zaten o dönemlerin sonunda sscb'nin dağılması gerçekleşir. fakat nahçıvan bölgesinin insanı fakir ve techizatsızdır. ermeni birlikleri ruslardan temin ettikleri donanımlı silahlarla nahçıvan'a saldırıken, bu adamlar yalnızca av tüfekleriyle falan kendilerini savunmaya çalışmaktadır. saldırıların yoğunlaştığını ve nahçıvan'ın düşme ihtimalini gören dönemin türk hükümeti, bu sınır kapısından silah, techizat, sağlık yardımı yapar, bölge insanı güçlenir ve topraklarını korur. en nihayetinde sovyet rusyanın dağılması sonrasında özerk bir bölge olarak bağımsızlığını ilan eder.

    işte bu hikayeyi bana anlatan kişi bu bölgede o zamanlar çocukmuş. çok kötü durumdaydık, hayatımızı atatürk'ün 60 sene önce aldığı toprağa borçluyuz diyor. bu adam boğaziçi üniversitesi işletme mezunu ve şuan türkiye'nin önemli bir kuruluşunda, önemli bir pozisyonda bu ülke için çalışıyor.

    stratejik derinlik böyle bir şey. bazı miki mouse'ların dediklerine inanmayın siz. zira var olan toprağı geri taşırlar maazalah.

    konuya ilişkin bir kaç link;

    http://naxcivan.cg.mfa.gov.tr/…owspeech.aspx?id=709
    https://www.google.com/…ld%c4%b1%c4%9f%c4%b1+toprak
    http://tr.wikipedia.org/wiki/dilucu_sınır_kapısı

  • lise 2'ye gidiyorum, market - bakkal bozması bir dükkanımız var, var ama durumlar pert, gökte uçan kuşa borcumuz var. dükkanda mal bitiyor yerine koyacak para yok. gelen para bankaya borç kapatmaya gidiyor.

    yine böyle bir gün, okula gideceğim babam bankadan geldi kasada 10 lira yok, ben de 5 kuruş yok. "paran var mı?" dedi. "var baba" dedim. yok diyemedim, "çıkart ceplerini dışarı" dedi. yok falan desem de zorla çıkarttırdı e haliyle bomboş, hiçbir şey yok cepte, bir paket uç, bir de kalem. "hani paran vardı?" dedi. cevap veremedim sustum kaldım sözlük, boğazıma bir şey düğümlendi sustum kaldım. oturdu "cebine 50 kuruş bile koyamıyorum vay be" dedi. hıçkırarak ağlamaya başladı. yaklaşık 10 sene geçti şimdi biraz daha iyi durumdayız ama 10 senedir babamın o hali gözümün önünden hiç gitmedi be sözlük. işte ilk defa o an ne kadar zengin olduğumuzu anladım. işte o an aslında paranın bir boka yaramayan adi bir şey olduğunu anladım.

  • (bkz: kafein şekerlemesi)

    caffeine nap yani kafein şekerlemesi uyumamamız gereken zamanlarda uygulayabileceğimiz bir yöntem. amacı: kafeinin etkisini, kısa süreli bir uykuyu kaldıraç gibi kullanarak artırmak. özellikle uzun yol şoförleri, pilotlar ve sınav haftasındaki öğrenciler gibi, uzun saatler uyumadan çalışması gereken insanların başvurabileceği bir yöntem. şu şekilde işliyor:

    öncelikle bir fincan sert bir kahve içiyoruz. kahveden hemen sonra, vakit kaybetmeden uyumamız gerekiyor. bu uykunun süresi çok önemli; 15-20 dakika olmalı, 20 dakikayı geçmemeli. 20 dakikadan fazla uyumanız, uykuda farklı bir evreye geçmenize sebep olacağından, işe yaramayacaktır. bunun için alarm kurabiliriz ya da birisinden bizi uyandırmasını isteyebiliriz. uyandıktan sonra, kafeinin etkisi normalden çok daha fazla olacak ve uzun süre uyumuş gibi dinç hissedeceksiniz.

    konu, national geographic'in you cant lick your elbow adlı belgeselinin bir bölümünde ele alınmış. benim de ilgimi bu şekilde çekti. iki ayrı denek uykusuz bırakılarak; birinde bu yöntem deneniyor, diğerine kahve içirilmeden 20 dakika uyuması söyleniyordu. kahve içmeyen deneği, uyandırmakta zorlanırlarken; diğer denek anında tepki veriyor ve deneğin algılarının uyandıktan sonra gayet açık olduğu anlaşılıyordu. ayrıca şöyle siteler de mevcut:

    http://sleepjunkies.com/tips/the-caffeine-nap/
    https://en.wikipedia.org/wiki/power_nap#coffee_nap
    [http://www.burak.com/…sekerlemesi-ile-uyanik-kalin/ http://www.burak.com/…sekerlemesi-ile-uyanik-kalin/]

  • jupiter'in de bir mehtabı olması.

    samanyolu'nun fotoğrafını çekmek için aylardır plan yapıyordum. ay'ın en karanlık dönemde olduğu zaman ve havaların da ısınmış olmasını umarak 4-9 mayıs tarihleri arasında çekim yapmayı planladım. ayrıca 5-6 mayıs gecelerinde meteor yağmuru vardı. şehir ışıklarının kirliliğinden uzaklaşmak için de ışık kirliliği haritalarını inceleyerek saros'da geceleri çok karanlık olan yerler buldum. (bu arada fotoğrafçılık eğitimim yok, gündüz fotoğrafçılığından pek anlamam. sadece samanyolu'nun fotoğrafını çekebilmek için saatlerce makaleler okudum, videolar izledim.)

    5 mayıs'ta saros'a gittim, ancak 2 gündür süren yağmura takıldım. o yüzden meteor yağmurunu kaçırmış oldum. hava 7 mayıs'ta açıldı. normalde karanlık yerler için gecenin ortasında ormanın içlerine kadar yürümem gerekiyordu ancak liman ışıklarının açılmadığını görünce limana gittim, hayatımdaki en iyi manzaralardan biriyle karşılaştım(aslında en iyisiydi ama daha ondan sonra jupiter'in mehtabını gördüm) ve sonunda hayatımda ilk kez samanyolu'nu hem de satürn, mars ve büyük antares yıldızıyla birlikte fotoğraflayabildim. sabaha kadar çekim yapmaya devam ettim.

    https://www.flickr.com/…37490/in/dateposted-public/

    https://www.flickr.com/…05706/in/dateposted-public/

    ertesi gece de hava açık olduğu için tekrar çekime gittim, yanımda bir arkadaşım da vardı. bu sefer limanın iç tarafına değil, arka kısmına kumsala geçtim. burası daha da karanlıktı çünkü gökçeada'dan geldiğini tahmin ettiğim ışık kirliliği daha azdı. burada da kadrajımı hemen samanyolu'na yönelttim ve çekime başladım.

    https://www.flickr.com/…15121/in/dateposted-public/

    https://www.flickr.com/…808954/in/dateposted-public

    çekim sürerken gözümü samanyolu'ndan alabildiğim zamanlarda diğer taraflara bakarak muhteşem yıldız manzarasını izliyordum ve takımyıldızları çıkarmaya çalışıyordum. jupiter sağımda müthiş bir şekilde parlamaktaydı ancak samanyolu varken kim ne yapsın jupiter'i. saatler ilerleyip jupiter daha da alçalınca denizde bir yansıma farkettim. köyden bir sokak lambası ışığı geliyordu arkalardan acaba onun yansıması mı diye açısını kapatmaya çalıştım ama, değildi. ben nereye gidersem yansıma da benimle birlikte geliyordu. kafamı kaldırdığımda bunun jupiter'in yansıması olduğunu anladım. arkadaşım da olayı farkederek yerinden kalktı. hemen fotoğraf makinasına koşarak kadrajı jupiter'e doğru çevirdim(burada nasıl paniklemişsem telefonu düşürmüşüm, neyse ki bulabildik). ve sonunda jupiter'in mehtabını yunan semadirek adasının hemen yanında fotoğrafladım. arkadaşımla bir kaç saat bu manzaradan gözümüzü alamadık, rüyada gibiydik.

    https://www.flickr.com/…49884/in/dateposted-public/

    https://www.flickr.com/…os/mesutbirinci/28730542046 (aynı fotoğrafın 10 kare istifleme ile hazırlanmış daha temiz hali)

    not: önümüz yaz, tatil sezonu başlıyor. saçma sapan hotellere dünyanın parasını vererek daha önce 50 kez tecrübe ettiğiniz tatili yapmayın. bir çadır edinin ve karanlık bir yerde kamp yapın. gökyüzünün nefes kesen manzarasını dünyada hiçbir 5 yıldızlı hotel sağlayamaz.

    edit: samanyolu'nu fotoğraflamayı düşünenler için şöyle bir entry hazırladım: #60490634

    edit:
    daha sonraki fotoğraflarımı takip etmek isteyenler olmuş: https://www.instagram.com/mesutbirinci veya https://www.flickr.com/mesutbirinci

  • eğer gerçekse mükemmel bir cesaret. borç batağına saplanmadan evlenmeye müsaade etmeyen topluma karşı güzel bir duruştur bu.

  • dolarla maaş alıyordum ve her gün dolar düşüyordu. 1.6lardan 1.1e kadar geldi ve bu böyle gitmez, maaşımızı tlye çevirin diye isyan çıkardık.

    ve başardık, 1.1den tl ye sabitledik maaşı.
    çalışma hayatımda istediğimin olduğu tek olay budur.

    dua: allah kimseyi vizyonsuz yaratmasın

  • kendi kendine yeten demokratik bir ülkeyi başka ülkelerin enerjisi ve üretimine muhtaç, içinde üçüncü dünya ülkelerine ait her milletten insan olan, çalışmanin karşılığının alınmadığı, hiçbir şey satın alamayan alimgücü düşük, yabancılara hizmet eden, gençlerin tek adamdan başka yönetim görmediği, her gün zam üstüne zam yaşayan, tatil nedir bilmez, yurtdışı nedir bilmez, eğlenmek ve sosyalleşmek nedir bilmez bir halk yaratıp, doktorlar başta olmak uzere universite mezunlarıni baska ulkelere kaptiran, universite diplomasinin tuvalet kagidindan hallice oldugu, gençlerin hayal kurmak nedir bilmediği, butun devlet kurumlarinin icinin bosaldigi adeta bakkal gibi olan bir devlet haline getirmistir.

  • twitter da trend olan ve gurbetçilerimizin ağır vergilerle ezilen halka destek olmaları ve vatana duydukları sevgi ve vefa için 1 kerelikten bir şey olmaz diyerek 1000 euro vefa vergisi vermelerini istiyor halk.

    ben gurbetçilerin itiraz bile etmeden ödeyeceklerini düşünüyorum vatan millet aşkı için.

    edit: amerika da vatandaşları için nerede yaşadıklarına bakmadan gelirlerinin hepsini beyan etmelerini zorun kılıp vergi beyannamesi düzenliyormuş, neden olmasın...