hesabın var mı? giriş yap

  • çin'in kalabalıklığı ile ilgili bir fıkra ya da anektot:

    isveç çin'e savas ilan etmis. bir sekilde çin'e kadar gelmisler.
    haber çin devlet baskanina gec ulasmis.
    - baskanim isveç bize savas ilan etti...
    - isveç de ne?
    - avrupada bir ülke
    - kac kisi bunlar?
    - 8 milyon efendim.
    - hangi otelde kaliyorlar?

  • iyileşme süresi 6-8 haftadır. devamlı oynamadığınız, temiz tutuğunuz, iyi baktığınız sürece kolay iyileşirler. enfeksiyon olduğunu deliğin ucunda içi su dolu sivilcemsi bir kabarcık oluşmasıyla anlarsınız, tuzlu su kompresyonuyla, küçük bir shot bardağını ılık tuzlu suyla doldurup piercinginize dayarsanız enfeksiyondan kurtulursunuz (bu yöntem her piercing için geçerlidir, tuzlu su her daim yardımcı olur. mesela, dilinizdeki piercing için ağzınızda tuzlu suyu tutmanız iyi gelir, kulağınıza mesela conch yaptırdıysanız shot bardağından ziyade kase kullanmanız gerekir falan). tabancadan ziyade iğneyle, yani piercing yöntemiyle delinmesi daha iyi sonuçlar verir, herhangi bir komplikasyon olma riskini azaltır (tabi delen kişinin tecrübesi de önemlidir). iğneyle deldirirken, piercer bir eliyle deriyi sıkıştırır ve siz nefes verirken deler, ya da cımbızımsı bir aletle deriyi sıkıştırır ve siz nefes verirken öyle deler.

    piercing yapıldıktan sonra etrafı bir miktar şişer. eğer daha hassas bir bünyeye sahipseniz, başkalarına oranla daha çok şişer. kimilerinde morarma, kanama da görülebilir, hatta ender rastlansa da gözünüzün etrafı da morarabilir. bütün bunlar o sırada çeşitli sebeplerle aldığınız ilaçlara, bünyenize, kadınsanız regl döneminize, yahut vücudunuzun başka bir sebepten vereceği tepkiye bakar. bölgeye buz koymak (piercinginizle çok oynaşmadan), yatarken kafayı daha yüksekte tutmak (fazladan yastık kullanarak mesela), hafif bir antienflamatuar almak bu dönemi atlatmanıza yardımcı olur. alkol, stimülant, aspirin, tylenol gibi şeyler ise tavsiye edilmez.

    bir kaç sene içinde hemen hemen tüm kaş piercingleri vücuttan atılır. çoğu kimsede bu ikinci seneden sonra olur, ancak yine bünyeye göre bir kaç aydan beş altı yıla kadar değişir. eğer daha uzun süre kalmasını istiyorsanız, fazla oynamayın, yırtılmasına engel olun, enfeksiyon kaptırmayın, peroksit gibi maddelerle değil, yumuşak sabunla temizleyin. piercinginizin kalınlığı da önemli, mesla 16g'den ince piercing takmak ömrünü kısaltır, fazla ağır ve fazla sıkı piercingler de aynı şekilde. vücut piercingi atarken, piercing yavaş yavaş cildin yüzeyine yaklaşır. yüzeye çok yaklaştığında hem görünüşü bozulur, hem de o bölge çok hassaslaşır. bu duruma geldiğinde piercingi çıkarmanız tavsiye edilir, çıkarmayıp da ne hali varsa görsün demek pek hoş sonuçlara yol açmaz. eğer vücudunuz piercingi attıktan sonra siz hala aynı yerde piercingizi istiyorsanız, bir kaç ay içinde tekrar aynı noktaya piercing yaptırabilirsiniz.

    düz barbell'e kıyasla, halka veya curved barbell tercih edilmelidir. bu iki seçenek daha fazla deri tabakasının altından geçtiği için daha uzun ömürlü olur. bana sorarsanız curved barbell zaten en güzel duranıdır.

  • mississippi'nin bir kasabasında yaşarken, henüz gençlik çağlarında içe kapanmış ve çok derinlerde hissettiği "insanlığın kör tragedyası"nı izleyip anlatmayı seçmiş, kesinlikle edebiyata çok hakim olan yazar.

    faulkner hayatı boyunca toplumdan, çevresinden uzaklaşmaz. yerel bütün efsaneleri dinler, o sözlü ve yazılı metinlerin tarihsel dramını içselleştirir--hollywood'a giden yolda daha sonra bu terkip ona çok yararlı olacaktır. yaşadığı kasabanın en küçükten en büyüğe, o kasabanın dokusunu oluşturan çiftliklerden belediye binasına kadar her mekanını inceledi, yaşadı; anlatısının hudutlarını yavaş yavaş belirledi. ancak her şeye rağmen gene de ayyaş faulkner, tedirgin ve şüpheci hayatını geniş bir çevre içinde yaşamadı, her zaman dolaylı bir duyumsama içinde hem onlardandı hem de değildi.

    "öldükten sonra dirilirsem, dünyaya bir tembel çaylak olarak gelmek isterim. kimse nefret etmez ondan, kimse kıskanmaz; ne bir isteyeni vardır, ne arayıp soranı; hiçbir vakit tedirgin edilmez, tehlikeye düşmez:canının istediğini yer, yaşar." faulkner yalnızlığın içinde ondan şikayet etmeyerek onu yüceltebilmiş, ağırbaşlı bir ozandı. güney'in o yaşamak için çalışmak düşüncesini her zaman reddetmiş ancak anlatılarında bunun sanki hasretini de çekermiş gibidir. ancak faulkner'ın insan algısı- tarihin içinde onurunu kaybetmiş bir tür olduğu için yalnızlık belki de o kaybın tek tesellisidir: çünkü çevremizde bile vardır, yalnızlıktan şikayet eden sürüyle aptalın bu şikayetçiliğinin ardında faulkner gibi hissedenler yalnızlığın ne şerefli bir seçenek olduğunu bilirler.

    william gençliğini çok sert ve kopuk yaşadı. ama benim en sevdiğim yönü, ogford kasabasındaki william neyse, hollywood köşelerinde akşamdan kalma william hep aynı kalmıştır. içki mahzenlerinin kokmuş köşelerinde uyanan william ile akademinin elinden nobel alan william aynıdır. odasında o okunması klasik okuyucu için hayli zor olan romanlarını yazan william neyse, neden böyle zor yazdığına dair yöneltilen soruya, 'cahilliğimden dolayı' diye cevap verecek kadar umursamaz william odur

    ve charles bukowski'nin örnek aldığını düşündüğüm posta memurluğu denemesi- faulkner posta memuru olur. ama sözde bir memurdur kendisi. öğrencilere gelen mektupları günlerce dağıtmıyordu, kucak dolusu mektubu damgalayıp göndermeye yanaşmıyordu, kaybettiği mektubun haddi hesabı yoktu, hoşuna gitmeyen dinsel yayınları çöp tenekesine atıyordu. bir yanda posta birikmişken oturup umarsızca kitap okuyordu. (kemiklerinden öpüyorum canım)

    son olarak bazı röportajlarından inciler:
    -yazarın tek sorumluluğu sanatına karşıdır. iyi bir sanatçıysa tamamen acımasız, merhametsiz olacaktır. romancının bir rüyası vardır. bu rüya ona o kadar çok işkence eder ki romancının ondan kurtulması gerekir. ondan kurtulana kadar huzur bulamaz. hepsini boşverir: onur, gurur, iyi insan olmak, güvenlik, mutluluk –hepsini kitabı güzel olsun diye feda eder.

    - o kadar seçici değilim. scotch ve hiçlik arasında bir tercih yapmam gerekse scotch’u seçerdim.

    - bugüne kadar en iyi geçindiğim oyuncu humphrey bogart’tır. onunla birlikte to have and have not ile the big sleep’te çalıştık.

    -bir akşam grand ısle’dan döndükten sonra, daha odama yeni girmişken telefon çalmaya başladı. browning arıyordu. hemen odasına gelmemi istedi benden. gittim. elinde bir telgraf vardı: “faulkner kovuldu. mgm stüdyoları.” “üzülme,” dedi browning, “bilmem kimi hemen şimdi arayıp seni yine işe aldırmakla kalmayacağım, üstüne bir de özür mektubu yazdıracağım.” kapının çaldığını duyduk. yine telgraf çekmişlerdi: “browning kovuldu. mgm stüdyoları.”

  • koç grubuna bağlı şirketlerden birisinin görüşmelerinde baya baya yazılı sınav yapmışlardı.

    sorulardan birisi şuydu: kendinizi hangi hayvana benzetiyorsunuz?

    ulan zaten insan kaynakları denen oluşuma gıcığım bi de böyle abuk subuk sorularla insanı çığırdan çıkarıyosunuz tövbe tövbee.

    ördek yazdım ben de. çıkarsın bakalım ne anlam çıkarıyosa diyerek.

    1.5 ay sonra aradılar işe kabul edildiniz diye.

  • "yakışıklı abim, 1 kilo yapiyim mi?"

    yarım kilo salatalık istediğimde pazarcı dayıdan gelmişti.

  • bu başlıkları benim hayat hikayemi yazmam için açtığınızı düşünmeye başlayacağım neredeyse :)

    1994'ün 4 mart'ında tam da bu başlıktaki gibi evlendim. o günden bugüne 25 yıldır da aynı adamla evliyim (en sonda size daha büyük bir bomba paylaşacağım.

    geçmişe dönecek olursak; eşimle bir yıl önceki haziranında tanışmıştık, bodrum'da aynı otelde çalışırken. ben bilmiyordum ilk başta ama eşim meğerse görür görmez aşık olmuş bana, ben bu kızla evleneceğim diye kararını bile vermiş. bense onu arkadaş olarak değerlendiriyor ve allah'da biliyor ya hiç bir şeyden de şüphelenmiyorum. yaklaşık iki hafta sonra bir gün dedi ki "ya böyle böyle düşündüm ve hissettim seni ilk gördüğümde, ama sonra baktım sende hiç öyle bir his ve niyet yok, vazgeçtim". ben ki cin geçinirim, şok oldum bunu duyunca "hadi ya, vallaha mı" falan diye saçmaladım sanırım. fakat içime de düştü bir şeyler sonrasında. neyse 2-3 gün sonra baktık el ele tutuşmuşuz. aileden uzağız zaten, kendimize bir yaren bulmuşuz, derken sevgili olduk. temmuz 1'de baktım söz yüzüğü almış bana. işyerinden arkadaşlarla bir restaurant'ta yiyip-içip taktık yüzükleri. nişanlandık kendi aramızda böylece. ben 20'yim o anda, eşim 23. bodrum'dan da marmaris'e geçtik o ara, iş değişikliği falan.

    "ağustos ayında evlenelim biz" diye geldi bir kaç gün sonra. dedim "yok artık, daha neler. aileler tanımıyor birbirini, lojman köşelerinde sürünüyoruz çalışıcaz diye.ne bu acele?". bir-iki daha söyledi, baktı ben direnç gösteriyorum, "iyi tamam, gidip ailelerle tanışalım o zaman en azından" diye strateji değiştirdi. neyse biz gittik eylül ayında önce benim ailemle, ki bende aile neredeyse yok gibi bir şey. babam ölmüş, annem yurt dışında, iki ablam var sadece iki de enişte. sonra onun ailesiyle, onun ailesi geniş ama dağınık, tanıştık. acele etmeyin falan sözlerinin ardından döndük geri. bu arada oteller kapandı, sezon bitti falan derken benimki işsiz kaldı. marmaris'teyiz ve kışın in-cin top atıyor o yıllarda orada. ben işe gidiyorum, eşim evle ilgileniyor. ama ne ilgilenmek; çiçek gibi her yer, uyanıyorum sofra hazır, yemekler pişmiş, çay demlenmiş. işe gidicem iş kıyafetlerim yıkanmış, jilet gibi ütülenmiş hazır. roller değişmiş ama olması gereken bu değil mi zaten. ben de maaaşı alıyorum eve bırakıyorum. öyle takılıp gidiyoruz. bu arada marmaris'te eşimin geniş bir çevresi var, beni hepsiyle tanıştırıyor. fakat enteresan bir şekilde herkese beni "eşim" diyerek takdim ediyor (buraya bir mim koyalım lütfen).

    yılbaşında bana küçük bir paketle geliyor. "allah allah, paramız da yok, ne aldı acaba" diye paketi açıyorum, içinden bir alyans çıkıyor. "ne bu diyorum", "yeni yıl hediyesi" diyor. "eee seninki nerde" diyorum, "param bir tanesine yetti" diyor. güler misin, ağlar mısın? ve biz yaza evlenmeye karar veriyoruz.

    eşim yılbaşından sonra bir kursa başlıyor. şirket yabancı ve kursu başarıyla tamamlar da işe alınırsa şartlar çok iyi. mart'ın 2'sinde kurs bitiyor ve eşim işe alınıyor. şirket işe başlarken bazı evraklar istiyor ve film de burada kopuyor.
    eşim eve surat beş karış geliyor. ben zannediyorum ki işe alınmadı: "boş ver, üzme canını, sezon açılacak zaten, başka bir iş bulursun" diyorum. "işe alındım ben, canım ona sıkkın değil ki" diyor. "eee, sorun ne o zaman" diyorum. "ben başvuruda medeni durumumu evli olarak belirttim, belgelerde bekar olduğum görülecek, adamlar 'yalan beyan da bulundun' demezler mi bana" diyor. "eee, n'olcak pekiyi şimdi" diyorum. sıkı durun! "bizim acilen evlenmemiz lazım" diyor. "başvurumuzu yapalım, zaten bir ay sonraya gün veriyorlarmış, ben o arada iş yerini oyalarım. ağustos'ta da düğünü yaparız" diyor.
    o yıllarda evlenmek için bu kadar fasarya gerekmiyor. 1-2 evrağı halledip ertesi gün başvuruya gidiyoruz. adamlar evrakları alıp "yarın sabah 10'da gelin, nikahınızı kıyalım" diyorlar!!!. nasıl yani? falan oluyoruz. bir ay sonraya gün verme, düğün salonunda, yazın olan düğünler içinmiş. tabii allah'ın marmaris'in de mart'ta kim sıraya girecek evlenmek için. şakayla karışık azıcık didiştikten sonra şahitleri ayarlayıp ertesi gün sabah nikaha gidiyoruz. hiç unutmam üzerimde lee cooper kot, levi's bordo bir t-shirt vardı. paramız olmadığı için eşime benimkiyle alakası olmayan dandik bir alyans alıyoruz, şahitlerle de orada buluşuyoruz ve evleniyoruz.

    yukarıda mim koymuştum ya hani.o kısım da şu; eşim herkese evli olmadığımız halde evliyiz dediği ve bana da dedirttiği için nikaha kimseyi çağıramıyoruz. nikahın akşamı saat 9'da mesaiye gidiyorum ben. çünkü iş yerimde de herkes beni, zaten evli biliyor. dolayısıyla evlilik izni bile kullanamıyorum.

    en büyük bomba şimdi geliyor. biz nikahı yaptıktan sonra ağustos'ta işlerimiz yoğun olduğu için, zaten kim uğraşacak düğün işiyle deyip, aileler de 'evlendiniz nasılsa' diye olaya baktığından düğün yapmadık. kız isteme zaten olmamıştı. böylece kuru bir nikahla evlenmiş olduk. bomba ise şu: bu aşamalar atlanınca aileler tanışamadı. şu an 25 yıllık evliyiz, aileler birbirini hala görmüş, tanışmış değil. ben onun ailesini, o da benim ailemi tanıyor, o kadar.

    belki de uzun süren evliliğimizin sırrı budur, kim bilir...