hesabın var mı? giriş yap

  • ülkücü bıyığının kaşlarla birlikte üç hilal görüntüsü verdiği için bırakılması.

  • dün itibariyle, eve gelen 895 liralık elektrik faturasına itiraz etmek için elektrik idaresine gittiğimde, "895 liranın az olduğunun ben de farkındayım, biz onu 1.895 yapalım, konuyu komple kapatalım" noktasına geleceğimi hiç düşünmezdim.

    fatura itiraz bölümüne çıktığımda görevli arkadaşa tesisat numarasını verdim ve kendisi ekrandan bilgileri kontrol etmeye başladı,

    - bu fatura haricinde yeni faturanız da çıkmış. (hafiften gülüyor)
    - o ne kadar?
    - 106.000 lira, ahahahaaa.
    - ne, 106.000 mi? ahahahah.
    - evet, 106.000, puahahahah.
    - ahahahahhah.

    manyak gibi güldük böyle karşılıklı, benim niye delirdiğim belliydi de, memur arkadaşın durumu daha karmaşıktı. iş stresinden ziyade facebook'taki "eğlenerek para kazanmak artık çok kolay" reklamlarından buralara düşmüş gibiydi, memurluğu da hobi olarak yapıyordu belli ki. ama ne olursa olsun dışarıdan bakıldığında mutlu bir çifttik biz.

    eve dönerken, bu duruma neyin sebep olabileceğini uzun uzun düşündüm, aklıma elektrik mühendisliğinden yeni mezun olmuş arkadaşı aramak geldi, aradım ve durumu anlattım, biraz düşündükten sonra "100'lük ampul çok yakıyor olabilir abi" dedi, akabinde ikimiz de sustuk karşılıklı, uzun bir sessizlikten sonra sesi titreyerek "abi okulda bir şey öğretmiyorlar bize" dedi, eğitim sistemine lanet ederek kapattım telefonu. temizlikçi kadın, mutfaktaki prizde elektrik kaçağı var dediğinde, tüm şehrin elektriği tünel kazıp benim evdeki prizden kaçıp gitmiş olabilir miydi? aklımı kaçırmak üzereydim.

    nihayetinde 106.000 lira ödenecek bir para değildi ama eve döndüğümde son bir umut, kışlık montların ceplerini karıştırırken buldum kendimi, sonuç hüsrandı. görünen o ki şartlar beni en istemediğim sona doğru itiyordu, elektriği iade etmek...

    napıyoduk lan, saçı kazağa mı sürtüyoduk?

    http://t1308.hizliresim.com/1d/j/rk45p.jpg

  • natalie portman'ın harvard üniversitesi psikoloji bölümünü burslu bitirmesi, nöropsikoloji üzerine çalışması, columbia üniversitesinde terör psikolojisi dersleri vermiş olması (v for vendetta), şöyle ve şöyle yayımlanmış makalelerinin olması. kendisini aktris olarak değil akademisyen olarak tanıtmak istemesi.

    oha ben bu yıl öğrendim bunu. insan psikolojisinin özünü bilmeyen birisi, muhtemelen o kadar iyi rol yapamazdı zaten malum filmlerde. rol oynamıyor aslında rolü yaşıyor sanki.

    edit: linkler gitmiş, tekrar bulup güncelleyeceğim.

    edit2: bu entrym facebook'ta baya dönüyormuş. lakin kendi yazısıymış gibi yazıp kopyala-yapıştır şeklinde paylaşanlar, "alıntı" olduğunu belirtse hoş olurdu. "çalıntı" yapmayalım, "alıntı" yapalım bence.

  • yoktur. orada bahsedilen saç boyatma değil direkt kafa naklinin fiyatıdır. tipim değişti resmen sözü de bunu destekliyor.

  • mümkündür.
    senede ancak iki kere yaşadığı muhitten çıkabilen, onda da ya nicedir ağrıyan beli için doktora, ya da yeğeninin düğününe giden, kendi iradesiyle markete ya da mağazaya girip birkaç parça şey almaya dahi imkanı olmayan milyonlarca kadın yaşıyor şu ülkede.

    hatta benim teyzemdir bu. köyden neredeyse hiç çıkmamıştır, öyle başlığı açan arkadaşın annesi gibi tavuk döner yemeye dahi gidememiştir oğlunu yanına alıp. bir akşamüstü çıkıp eşiyle kahve içmemiş, bir mağazadan kendisi beğenerek etek seçememiştir hiç. hazır satın alıp yiyebileceği her şey lükstür onun için; bir poğaça versen eline, yolda yemez öyle, eve gelene kadar saklar da yanına çay demler...

    nerede doğdunuz, nerede büyüdünüz bilmiyorum ki...

  • spor kulüplerinin adlarında sık rastlanan kalıplar ve öyküleri

    adını bir kentten alan barcelona ya da liverpool, bir kentteki belli bir semtten alan fenerbahçe ya da everton, doğrudan bir anlamı olan panathinaikos (tümden atinalılar) ve aris (savaş tanrısı) gibi kulüpler bir yana dursun, bazı ülkelerde belli kulüplerin adlarında bazı sözcüklere ve kısaltmalara rastlarız. hatta bazen bu kalıplar birden fazla ülkenin takımında görülebilir. peki nedir bunların hikâyeleri?

    esas konuya girmeden çok yakınımızdan benzer bir konudan başlayalım. yunan takımları paok ve aek'nin açılımları sırasıyla panthessaloníkios athlitikós ómilos konstantinoupolitón (tümden selânikli konstantinopollular atletik kulübü - evet biraz tezat var) ve athlitikí énosis konstantinoupoleos (konstantinopol atletik birliği). paok istanbul rumlarının selânik'te kurduğu bir kulüp. aek ise istanbul'da kurulup atina'ya taşınmış. ki aslında paok'un kökleri de 1877'de beyoğlu'nda yani o zamanki adıyla pera'da faaliyete başlayan hermes kulübü'ne dayanıyor. aek'nin renginin sarı-siyah olmasıysa rastlantı değil. istanbul lisesi ve istanbulspor'un sarı siyah geleneğiyle aynı kökten geliyor. bu arada bir de izmir'den giden rumların kurduğu panionios (tümden iyonlar) var. zaten merkez üsleri de atina'nın nea smyrni (yeni izmir) semti ve kulübün tam adı panionios gymnastikos syllogos smyrnis yani izmir tümden iyon jimnastik kulübü.

    girişi kısaltmalardan yaptığımıza göre bir başka kısaltmadan devam edelim. cska moskova, cska sofya... tse-es-ka diye okunan bu kısaltmanın açılımı da sentralniy sportivniy klub armii, yani "merkezi ordu spor kulübü". adında böyle bir kısaltma geçmemesine karşın ordunun spor kulübü olarak doğan bir başka ünlü kulüp de romanya'dan steaua bükreş, yani "bükreş yıldızı".

    doğu bloku ülkelerinde sık görülen lokomotiv ön eki de kulübü demir yolu işçilerinin kurduğu anlamına geliyor. o ne biçim şey diye tepki veresiniz geldiyse hemen aklınıza adana demirspor gelsin.

    yine doğu bloku ülkelerindeyiz, dynamo ön adlı kulüp çok var. buradaki dynamo bildiğimiz yunanca hareketli güç anlamına gelen dinamo sözcüğü. sovyetler birliği'nde bu adda beden eğitimi akademileri kuruluyor ve doğu bloku topraklarında moskova'dan bükreş'e, kiev'den dresden'e birçok kulübe adını veriyor.

    spartak ön ekiyse moskova'daki bir işçi sendikasının spor kulübü olarak ortaya çıkan spartak moskova'dan yayılıyor. kulübünün adının spartak konmasındaki esin kaynağıysa romalı köle spartaküs.

    aynı bölgeden devam ediyoruz, şahtar donetsk. şahtar madenci demek, zaten kulübün armasına bakarsanız kulübü madencilerin kurduğunu tahmin etmek çok güç değil.

    belli bir işte çalışan işçilerin kurduğu başka önemli kulüpler de var. seksenli yıllarda tozu dumana katan psv eindhoven kulübünün açılımı philips sport vereniging, "yani philips spor birliği". philips fabrikasında çalışan işçiler kurmuş psv'yi. dingiliz kulübü arsenal da silah ve askeri teçhizat üreten ve depolayan dingiliz kraliyet cephaneliğinin işçilerince kurulmuş. adı da bu yüzden cephanelik anlamına gelen arsenal.

    ruslardan çok söz ettik. onlar sıcak denizlere inemedi ama biz inelim. israil'deyiz. israil kulübü diyince aklınıza gelen kulüp büyük olasılıkla maccabi tel-aviv olacaktır. biraz hafızanızı zorlarsanız göreceksiniz ki israil'de maccabi adında çok kulüp var. bunların adının arkasında yahudi oldukları için hiçbir spor kulübüne kabul edilmeyen gençlerin kurduğu makkabi organizasyonu ve bu organizasyona da adını veren makkabi savaşçıları var. yani seleukos imparatorluğu döneminde judea'nın kontrolünü ele geçiren isyancılar. israil takımlarında sık görülen bir diğer ön ek de hapoel. bu da 1926 yılında işçilerin kurduğu sol tandanslı bir spor derneği'nin adı. bu sosyalist derneğin takımlarından olan hapoel jerusalem'in en büyük rakibi de kudüslü siyonistlerin kurduğu beitar jerusalem. beitar da adını bir siyonist gençlik oluşumu olan betar'dan, o da romalılara karşı ayakta kalan son yahudi kalesi olan betar kalesi'nden alıyor.

    ispanyol takımlarında dikkat çeken ön ek de real. real madrid, real sociedad gibi takımlar var. real ön eki kraliyetten geliyor. (dingilizce'deki royal sözcüğünün karşılığı) yani adında real geçen kulüpler krala bağlılığı olan kulüpler diyebiliriz. kraliyete bağlı bir başka takım da belçika'nın anderlecht takımı. tam adı yazılırken dikkat ederseniz rsc anderlecht diye geçer. bunun açılımı "royal sporting club".

    basketbol sevenler bilirler, basketbolla yatıp kalkan kaunas kentinin takımı zalgiris (jalgiris diye okunuyor) kaunas var. litvanya'da zalgiris ön eki kulüp adlarında sık görülüyor. örneğin zalgiris vilnius da var. zalgiris adıysa tam olarak yeşil orman demek (zalias + giria = zalgiris). polonya'ya bağlı oldukları dönemdeki zaferleri kendilerine mal eden litvanyalılar, polonya'nın kazandığı grunwald savaşı'ndan esinlenerek bir kahramanlık duygusuyla kulüplerine koymuşlar bu adı. grunwald almanca yeşil orman anlamına geliyor, bunun litvancasıysa zalgiris.

    en ilginciyle de bitiriyoruz. litvanya'dan da metallica'ya gidelim. yanlış okumadınız, metallica'ya. wherever i may roam şarkısında "rover, wanderer, nomad, vagabond" diye bir dize geçiyor. bu sözcüklerin hepsinin anlamı birbirine yakın, göçebe, serseri, evsiz gibi şeyler... dikkat ederseniz çok sayıda takımın adında rovers ve wanderers geçiyor. blackburn rovers, shamrock rovers, sliema wanderers, bolton wanderers... bu da rastlantı değil. bu kulüpler tam olarak da "evsiz" olarak başlamış yaşamlarına. ya belirli bir kente bağlı değillermiş, ya kendi stadları yokmuş, ya da binaları... bu yüzden de kulüplerine böyle adlar koymuşlar.

  • ön edit : ithalatçı değil, imalatçıyım.

    bir kobi olarak kanser olma sürecini yavaş ve emin adımlarla yürüyorum. imalatı durduramıyorum iflasın ilanı demek, fatura kesemiyorum saatler arasında %10 15 zarar edebiliyorsunuz, kimya sektöründeyim ham maddemin tamamı ithal dolar bazlı, satışlarım türk lirası.

    dolar artıyorsa sende arttır diye düşünen kafa tasının içi hava dolu arkadaşlara kısaca, o işler öyle işlemiyor canım benim demekle yetinmek istiyorum.

    kendimi piyasada şanslı hissediyorum çalıştığım iş ortağımın oldukça yüklü ithalat çalışması var.

    yarınım meçhul çünkü ham madde alımını durdurdum, bir iki haftada % 30 içeri girerken ne kadar zam alabileceğimi bilmiyorum.

    hadi bakalım hayırlı kanserler.

  • edit: (bkz: sma tip 1 hastası eda'ya yardım kampanyası)

    başlıkta en beğenilenleri okurken şöyle bir entrye denk geldim. verilen bilgilerden bana en ilginç geleni "don't throw the baby out with the bath water" atasözünün orijiniydi. hikaye biraz saçma geldiğinden biraz araştırdım. aslında sözün ortaya çıktığı ülke ingiltere bile değilmiş.

    atasözünün anlamı "istenmeyen durumlardan kurtulma girişimi sırasında değerli fikirleri veya şeyleri de kaybetmek" yani bir nevi kurunun yanında yaşın da yanması.
    entrydeki rivayete göre ortaçağ ingilteresinde aile üyeleri babadan başlayarak sırayla tek bir fıçıda banyo yapıyordu. aile üyelerinin banyo sırasında bebekler en son sıraya sahipti. bebeğe sıra gelene kadar su o kadar kirlenip bulanıklaşıyordu ki, yıkanma işlemleri sonrasında fıçıdaki su dökülürken, herhangi bir şey -bebek bile- o bulanıklıkta fark edilmeyip su ile beraber gidebilirdi.
    ama burada mantıksız bir durum var. neden küçücük bir bebek zifte dönmüş bir suda banyo yaptırılsın ki? biraz araştırınca daha gerçekçi bilgilere ulaşmak mümkün.

    bu ifade 1512'lerde ilk thomas murner isimli bir almanın hicivli bir yazısında görülüyor. sonrasında 1542'lerde sebastian franck isimli başka bir almanın atasözleri kitabında geçiyor. kitapta "yaşlı bir atı üzerindeki değerli semer ve gemleri almadan at hırsızının avlusuna göndermek" örneğiyle açıklanıyor sözün anlatmak istediği ilke.

    sözün ingilizcede görülmesi ise taa 19. yüzyılda. thomas carlyle isimli bir iskoçyalı kölelikle ilgili bir makalesinde kullanıyor ilk defa. kölelikle ilgili fikirlerini içeren makalesinde dökülecek olan kirli suyu köleliğin kaldırılmasıyla; bebeği ise kölelerin sunduğu faydalı hizmetle benzeştiriyor. (yani bakın köleliği kaldırıyorsunuz ama içindeki yararlı şeyleri de yok etmiş oluyorsunuz, kurunun yanında yaşı da yakmayın kabilinden). makalesinde siyahların hizmet etmek için doğduğuna ve doğuştan yalnızca hizmetçi olarak yararlı olduklarını öne sürüyor. aslında savunduğu şey siyahların köle olarak kullanılması değil, ömür boyu hizmetçi olmaları ve hizmetlerinin karşılığında kendilerine ödeme yapılması gerektiği. yani kölelikten, ücret alan kölelere evrilmeleri gerektiğini savunuyor. ifadenin hikayesi aşağı yukarı böyle, banyo sırasında sona kalan bebekle ilgili hikaye ise şehir efsanesi. gerçi entry sahibi yazar arkadaş da verilen bilgilerin doğruluyla ilgili bir açık kapı bırakmış, ben de işin aslına denk gelince yazmak istedim.

  • bir yazar 11 yıldır isveç'teyim bu saçmalıkların hiçbirisini duymadım demiş, ilginç. hepi topu iki haftalık gezimde bizzat şahit olduğum/yakınlarımdan duyduğum bazı örnekler:

    -doğma büyüme isveçli olan kuzenimin bir arkadaşının evine yemeğe davet edildik. yemek sonunda herkes çıkarıp restoranda hesap öder gibi para verdi. bu öyle ''ev sahibine destek'' anlamında bir olay değil, bayağı bayağı ev sahibinin de beklentisiyle gerçekleşen bir durum.

    -kuzenim bir akşam dışarı çıktıklarında arkadaşlarından birisini arabaya almamışlar parası yok diye. aracın yakıt masraflarına destek olması gerekiyormuş, parası olmadığı için ''sonra görüşürüz'' deyip ayrılmışlar.

    -bar çıkışı hesapların bireysel olduğunu zaten söylememe gerek yok ancak ''ben taco aldım ama neredeyse yarısını siz yediniz'' diyerek üç kuruşluk taconun muhasebe kaydını tuttular.

    affedersiniz ama sikerim böyle kültürü. hiç boşuna ''ağbi işte bizim gibi kabile toplumlar bunu anlamaz yhaa, bireysellik özgürlük demektir sjw sjw'' denilmesin. bir süredir kanada'da yaşıyorum ve bu kadar sıcak, bu kadar hoşgörülü, bu kadar kucaklayıcı başka bir kültür/toplum görmedim. batıysa burası da batı.

  • 25 yasinda, aklim bir karis havada bir delikanli iken soyle yazmistim.

    "birgun petrol bugunku kadar degerli olmadiklarinda ne bok yiyeceklerini cok merak ettigim toplum."

    (bkz: arap/#10643)

    yarim asri bitirmek uzere oldugum bu gunlerde artik bu sorunun cevabini biliyorum.

    "yaptiklari birikim ile baska ulkelerin malini mulkunu satin alacak, neredeyse yagmalayacaklar. tabii bunu yaparken yuzyillardir oldugu gibi kulturlerini empoze edecek, diger kulturleri yok edecekler".

    ama tabii buna izin verecek saflikta ve denyolukta bir ulke bulabilirlerse. neyse ki oyle bir ulke yoktur herhalde degil mi?