hesabın var mı? giriş yap

  • mekan: yazicioglu onu..

    bir oyun cd si begenilmistir.. kotu tecrubelerin etkisiyle bi soru sorulur..

    - bak, muzik cd si cikmaz di mi?
    - cikarsa dinlersin abi, noolucak?

  • özellikle çekim planlarıyla, klaisk türk ailesi havasının çok çarpıcı bir şekilde verilmesinin bu dizinin başarısında büyük payı vardır.

    sabit veya alışılagelmiş çekim planları yerine uzun koridorun sonuna yerleştirilmiş kamerayla, bir bayram sabahı odalardan tuvaletlerden, giren çıkan aile sakinlerinin telaşı muhteşem bir doğallıkta yansıtılır. mesela tuvaletin önünde bir yandan saçını yapıp diğer yandan çene çalan nevzat, kordiorda kendisini dinleyen necla'ya bir şey anlatırken diğer yandan saçını yapmasına yardımcı olan müjgan'ın saçını çekiştirmesine kızar. bu esnada odasından çıkan ferhunde nevzat'a "ne bağırıyorsun kızım" diyip başka bir şey söylemeden mutfağa yönelir. doğaçlamanın çok da kullanıldığını tahmin ettiğim bu ve bu gibi sahnelerde türk ailesinin doğallığı ve telaşı en başarılı şekilde verilir bu dizide.

    bir de her dizide her odanın belli planları var. kamera nerdeyse hep aynı yere yerleştirilir. bu dizide ise kamera o anki sahnede en çok nerede başarılı olacaksa oraya yerleştirilir. bu yüzden dışardan bakılan bir dizi havası yerine, evin içindeymiş gibi hissedersiniz kendinizi.

    doğallık, başarılı tiyatrolcular ve nermin tabii ki en büyük silahlarıdır.

  • "akp iktidara geldiğinde yeğenim zeynep 3 yaşındaydı. bugün 12 yaşında. akp döneminde tam %400 büyüdü. istikrar sürsün zeynep büyüsün!"

  • sevgilisinden yeni ayrılan bir kız arkadaş:

    " bööle de açaydım bacaklarımı, gitme diyeydim !!!! "

  • tüm dünyada oluyor diye normal olmayacak durumdur. bugün aynı şekilde bir ekmek kuyruğu bile olsa garipsenecek iken, bu durumun kanıksanması tüketim çılgınlığının ne kadar felaket boyutlarda olduğunu gösterir sadece.

  • nasa tarafından, hubble uzay teleskobu kullanılarak çekilen fotoğraftır. galaksinin başlığı altında verilmiş olsa da, çok güzel olduğu için başlık açmak istedim.

    dünyadan bir kaç dakika uzaklaşmak isteyenler için ...

    edit: bu konulara ilgi duyanların katılabileceği bir coursera çevrimiçi kursu

  • geleceği görmektir.

    ingiltere'de uygulanmaya başlanan yeni müfredatta çocuklara 5 yaşından itibaren programlama ve algoritma eğitimi verilmeye başlanmış. özellikle algoritma tarafındaki mantık eğitiminin bu yaşlarda çok yararlı olacağını düşünüyorum.

    acaba bu küçük yazılımcılar kızlı erkekli mi alıyorlar dersleri, yemekhanede haşa beraber mi oturuyorlar?

    din haneleri boş bırakılırsa zorunlu din eğitimi almak zorunda olurlar mı?

    ahlaksız batı bunlardan hiç bahsetmemiş.

  • bu oluşum hakkında uzun uzadıya bir sürü şey yazabilirim ama okunabilirlik adına kısa ve öz tutacağım.

    ankara'daki evimde 50'den fazla insan ağırladım. birçoğuna evin tek anahtarını verdim. veriyorum anahtarı. akşam işten çıkmadan önce arıyorum, evde buluşuyoruz. çok şükür bir yedek yaptırdım da şimdi onu veriyorum. daha da fazlası, birkaç kez ben evde değilken ağırladım. üstelik ben evde değilken misafirlerim değişti ve yüzünü hiç görmediğim misafirlerim oldu. anahtarı kapının önüne bırakıp gidiyorum. girip kalıyorlar. çıkınca da yerine bırakıyorlar. evde naçizane tv'si, laptopu, telefonu vs. duruyor tabi. her misafirime de aynı şeyi söylüyorum. "ev senin, istediğin gibi kullan".

    bana sürekli aynı şeyi soruyorlar: "nasıl güveniyorsun ?" referans sisteminden falan bahsetmeyeceğim. ben şunu diyorum. atıyorum brezilya'dan, fransa'dan, rusya'dan kalkıp gelen bir insanın neden hırsızlık gibi bir amacı olsun ? hatta o adamın isteyeceği en son şey yabancı bir ülkede başının derde girmesi. daha da önemlisi ben ön kabul olarak "özünde herkes kötüdür" yerine "özünde herkes iyidir"i benimsiyorum. en azından böyle kabul etmek beni daha mutlu bir insan yapıyor.

    bir cümle, temizlik mevzu ile ilgili. sırf buna takıntılı olduğu için bu tecrübeden mahrum kalan insanlara sadece acıyor ve üzülüyorum. başka sözüm yok.

    şu an ben işteyim. evimde ise misafirlerim var. eve gittiğimde her şeyin çalınmış, evin dağılmış olduğunu görsem hiç tereddüt etmeden ertesi gün tekrar misafir kabul ederim.

    hayat böyle daha güzel.

  • bir kulübün başarısında "vizyon" denilen şeyin ne kadar önemli olduğunun en çarpıcı örneklerinden birisi arsenal'dir sanırım.

    11 yıl önce yeni stada taşınıldığında, o zamanki arsenal yönetimi, wenger'e, finansal olarak zor duruma düşmemek için önlerindeki beş senenin en az üçünde şampiyonlar ligi'ne gitmeleri gerektiğini söylemişti. arsene wenger de, elindeki genç kadroyla beş senenin beşinde de şampiyonlar ligi'ne gitmeyi başardı (bir de şl finali var o dönemde) ve kulübü finansal olarak iyi bir noktaya taşıdı. ancak, o dönemde geçici hedef olan "şampiyonlar ligi" hedefi, kulübün yönetim değiştirmesiyle beraber kalıcı bir hal aldı.

    kulübü devralan amerikalı stan kroenke'nin sahada kazanılan başarılar zerre umrunda değildi ve arsenal şampiyonlar ligi'nde kaldığı sürece kar ediyor ve kroenke'nin hisselerinin değeri artıyordu. amerikalı kulübü devraldıktan sonra başta yönetimdeki dein, fizman, bracewell-smith gibi isimler olmak üzere, kulübün her kademesindeki kritik isimler birer birer ayrıldı. ayrılan futbol adamlarının yerlerine pazarlama uzmanı tipler yerleştirildi çünkü arsenal'in sponsorluk ve ticari gelirleri rakiplerine göre oldukça düşüktü. bu gelirleri arttırmak amacıyla, arsenal'in yönetimi, başta ceo ivan gazidis olmak üzere bir sürü pazarlamacıyla dolduruldu. futbol da tamamen arsene wenger'e bırakıldı. arsenal'in, futboldan sorumlu bir yöneticisi, sportif direktörü ya da transferlerle uğraşan bir yöneticisi yoktu. david dein, kapıdan çıktığından beri futbolla ilgili bütün kararlar wenger'e bırakıldı.

    arsenal, bütün ipleri wenger'in eline emanet ederken, ingiltere'de abramoviç (ve sonrasında şeyh mansur) devrimi yaşanıyor, premier lig'in değeri inanılmaz artıyor ve şampiyonlar ligi ve tv gelirleri de astronomik rakamlara çıkıyordu. arsenal'in en son şampiyon olduğu 2004'ten beri, futbol tamamen endüstriyelleşmiş ve ekonomik iklimi bambaşka bir hal almıştı. arsene wenger'in bu yeni ekomik koşullara bir don kişot gibi savaş açtığı, elindeki bütün yıldız oyuncuları birer birer kaybettiği 2010-2014 arasına girmeyeceğim. tek söyleyeceğim şu ki, arsenal, 2012-13 civarında stada olan borcunu çok rahat öder bir hale gelmişti ve elindeki bir çok yıldızı satmak zorunda değildi. wenger, o dönemde de çok büyük hatalar yaptı ama taraftar henüz bütün ümidini kaybetmemişti. 2006-2011 arası hedefin şampiyonlar ligi olduğu dönem ve 2011-2014 arasında wenger'in para harcamamak için kastığı dönemlerde, arsenal'in başarılı olup olmadığı başka bir tartışma konusu ancak bu 8 senede arsene wenger'in ve dolayısıyla arsenal'in, başarılı olma vizyonunu tamamen kaybettiğini çok rahat bir şekilde söyleyebilirim.

    arsenal son 13 yılda ligi hep "ilk 4" bitirdi ancak bu dönemde liderle arasındaki lig sonu puan farkı ortalaması 10 civarında. son 7 sezonda da şampiyonlar ligi'ne ikinci turda veda edildi ki, bu dönemde arsenal grubunu sadece 3 kere lider bitirebildi. 2006-2011 arası belki ilk 4 başarıydı ancak arsene wenger, bunu 2011'in ötesine taşımamalıydı. 2011'den itibaren kulüp tamamen bir rehavet havasına girdi ve yönetim kademelerindeki boşluğunda da etkisiyle "ilk 4 kupası" arsene ve arsenal için tek hedef halini aldı. kulübün amerika'daki sahiplerinin kazanılan başarılar umurunda değildi çünkü arsenal şampiyonlar ligi'ne gittiği sürece kar eden bir organizasyon halini almıştı. kulüp avrupa'nın en pahalı kombinesini satıyor, deloitte zenginlik listesinde 6. sıraya kadar çıkıyor, her sene kar açıklıyor ve bankadaki nakit rezervi 200 milyon pounda kadar yükseliyordu ama ortada dişe dokunur hiç bir başarı yoktu.

    2013 -14 sezonuna geldiğimizde, arsenal'de bir yol ayrımına gelindi. wenger'in sözleşmesinin son yılıydı ve 10 senedir süren kuraklık taraftarın canını çok sıkmıştı. o sezonu mesut özil transferiyle açan arsenal, sezonun sonunda, federasyon kupasını kazanmayı başardı ve bu ilerisi için pozitif bir işaret olarak görüldü. mesut özil'e 50 milyon euro harcayan ve fa cup kazanan wenger'in, artık gerekli transferleri yapacağı ve kazanma iç güdüsünü tekrar keşfettiği düşünüldü ve kendisine 3 senelik kontrat teklif edildi. (hatta wenger, daha sonra "kupayı kazanamasaydık yolun sonuna gelmiştim" gibi bir açıklama da yaptı)

    wenger'in artık hiç bir bahanesi kalmadığı için, arsenal son 3 sezonda transfere 200 milyon pound harcadı. wenger'in hakkını vermek gerek, bu parayı fena kullanmadı ve ortaya iyi bir kadro çıktı. ancak, başarı bir türlü gelmedi. geçen sene bütün büyük takımlar dökülürken, arsenal devasa kadrosuyla, leicester city ile baş edemedi. 20 sene bütün dünyaya, başarılı olmak için çok para harcamanın gerekmediğini göstermeye çalışan wenger, 400 milyon pound değerindeki kadrosuyla 40 milyonluk leicester'a boyun eğdi. başarının gelmeyişinin bir çok nedeni var. wenger'in eskiyen çalışma yöntemleri, antika taktikleri, motivasyon denilen şeye inanmayışı, takımdaki disiplin sorunu vs.. ancak, en büyük problem, arsenal'in vizyonunu tamamen kaybetmiş olması.

    10 sene boyunca taraftara, oyunculara, teknik ekibe "ilk 4 başarıdır" propagandası yapıp vizyonunuzu daralttıkça daraltırsanız, gün gelir kazanmayı tamamen unutursunuz. şu an premier lig'in en geniş kadrosu arsenal'de ancak takımın hedefe nasıl ulaşacağına dair bir fikri yok. son 3 senede arsenal ne zaman liderliğe yükselse, bunu ağır yenilgi serileri izledi. son 7 senede, arsenal, şampiyonlar ligi'nde gruptan çıktığı anda rakip kim olursa olsun fark yiyeyerek elendi. tüm bu başarısızlıkların hesabını kimse vermedi. yönetim, wenger'e hesap sormadı, wenger, oyuncularına hesap sormadı. "ilk 4" rehavetiyle, chelsea'den fark yiyen arsenal'li futbolcular 3 gün sonra hull city'i yendikleri için instagram'ı selfielerle doldurdular. formsuz futbolcu kulübeye gitmedi, kırmızı kart görenin maaşı kesilmedi, gelişme göstermeyen fubolculara yıllarca tahammül edildi (walcott - 10 yıl) kulüp kar ettiği sürece ne wenger kendisini sorguladı, ne de bu kulübün sahipleri ona "ne oluyor" diye sordu. ne wenger, "yardıma ihtiyacım var" dedi; ne de kulüp "bizim bir sportif direktöre ihtiyacımız var" diyerek o yardımı buldu getirdi. wenger ve yönetim, rehavet kültürünü 10 senede bu kulübün dnasına işledi ve bugün vizyonlarını kaybetmenin bedelini ödüyorlar.

    kulübün içler acısı haline rağmen, arsenal yönetiminin wenger'e 2 sene kontrat uzatma teklifi götürdüğü söyleniyor. eğer böyle bir şey olursa, arsenal tarihinin en başarılı hocasının sezon ortasında, emirates'ten yuhlanarak kovulduğuna şahit olacağız demektir. umarım böyle bir şey olmaz ve sezon sonu yeni bir sayfa açılır.

  • bir kadın arkadaşım bayramda 2 günlüğüne alaçatı 'ya gitti. şifne denen ucuz pansiyonlarıyla ünlü çeşme'nin biraz dışında bir yerde kaldı. 2 gün boyunca 10 ayrı kıyafet değiştirip hepsiyle alaçatı'dan story attı. daha sonra bunları profil altı story'lerine ekleyip "2020 summer" yazdı. dışarıdan bakan biri der ki ulan bu yaz en az 1 ay gezmiş bu karı... insanlar sahip olmadıkları lüksü, hayatı ve davranışları sergiliyorlar. hem kendilerini hem çevrelerini kandırıyorlar. biri de durup ben kimim demiyor.

  • amerikalı joe; 40 yaşında, evli ve bir çocuk babası. eşi ise ev hanımı. joe bir markette kasiyer olarak asgari ücret ile çalışıyor ve 1300 dolar kazanıyor. joe'nun dünyalar tatlısı oğlu jack, babasından bir dizüstü bilgisayar istiyor. joe ise oğluna dönüp oğlum bu ay maaşımı alınca 500 dolar köşeye atarız ve sana dizüstü alabiliriz diyor. sonrasında ise eşine, bir ay zorlanırız ama jack'in yüzü güler, mutlu olur oğlumuz diyor.

    türk mehmet; 40 yaşında, evli ve bir çocuk babası. eşi ise ev hanımı. mehmet bir markette kasiyer olarak asgari ücret ile çalışıyor ve 2400 lira kazanıyor. mehmet'in dünyalar tatlısı oğlu murat, babasından bir dizüstü bilgisayar istiyor. mehmet ise oğluna dönüp oğlum bu ay maaşımı alınca 750 lira köşeye atarız ve sonra bir dahaki ay da aynısı yaparız, sonra yine, sonra yine ve sonra yine derken 10 ayın sonunda sana dizüstü alabiliriz diyor. sonrasında ise eşine, bir yıl zorlanırız ama murat'ın yüzü güler, mutlu olur oğlumuz diyor.

    bu hayatı bir koşu yarışı varsayarsak, amerikalı bizden 10 kat hızlı koşuyor ve üstelik biz daha çabuk yoruluyoruz.