55498 entry daha
  • ay farzındayım
    tırnaklarımın arasına dünya birikti
    kimseye koyduğum ad da yok
    ve bu gece
    ilçeyken il oluveriyor yalnızlığım

    elinden tutup yeğeni acıyı
    parkta gezdiren bir dayı gibiyim
    her yanımda jilet yaraları
    babam ölmüş bunu annem yeni söylüyor

    telefon kulübelerine yaslanıp ağlıyorum
    neden aramadım ben hiç seni
    ama neden ben seni,
    kaçarken sise takılmış ellerim hep kopmuş
    kokuşmuş içimde daha dün gebermiş serseri

    kim bilir çocukken öptüğüm kızın yüzü şimdi ne halde,
    şimdi ne halde öldürdüğüm sinekler geçen ve evvelki yaz
    hani saçlarına konmuşlardı da daima bağırmıştık
    daima hıçkırmıştık: aşka niye karşı konmaz? !

    tedavisi mümkün değil bu hırçın tutkunun
    denize, balığa hükmeden kaptanken bir de hele,
    ayrılık, bir kedinin gözünün kanlanması
    artık mümkün değil aşka müdahale!

    örneğin biraz da trajediden bahsedelim
    ameliyatla şair oldum ben, ameliyatla yalnız kaldım
    diz çöktü çocukluğum cerrahın önünde:
    kurtarın lütfen onu, ben onsuz ne yaparım?

    ! türkçe, bence sözlüğün üstüne
    konuyor bir irinli tüy sessizce
    ilçeyken il oluveriyor yalnızlığım
  • bir yol, bir yönde yürünmekle var olur.

    her yolun bir yönü vardır; ama
    en başından çizilmiş, belirlenmiş bir yön
    olmasaydı, yol hiç olmazdı.

    yönü belirsiz bir yolda yürüyen kişi,
    yeri gelir, yürümeyi bile unutur
    yürümek bile, belirsiz hale gelir...

    oruç aruoba

    bu da bonus
  • mesut sanmak için kendimi
    ne kâğıt isterim, ne kalem;
    parmaklarımda cıgaram,
    dalar giderim mavisinden içeri
    karşımda duran resmin.

    giderim, deniz çeker;
    deniz çeker, dünya tutar.
    içkiye benzer bir şey mi var,
    bir şey mi var ki havada
    deli eder insanı, sarhoş eder?

    bilirim, yalan, hepsi yalan;
    taka olduğum, tekne olduğum yalan;
    suların kaburgalarımdaki serinliği,
    iskotada uğuldayan rüzgâr,
    haftalarca dinmeyen motor sesi,
    yalan.

    ama gene de,
    gene de güzel günler geçirebilirim;
    geçirebilirim bu mavilikte,
    suda yüzen karpuz kabuğundan farksız,
    ağacın gökyüzüne vuran aksinden,
    her sabah erikleri saran buğudan,
    buğudan, sisten, ışıktan, kokudan...

    ıı

    ne kâğıt yeter ne kalem,
    mesut sanmam için kendimi.
    bunların hepsi... hepsi fasa fiso.
    ne takayım, ne tekneyim.
    öyle bir yerde olmalıyım,
    öyle bir yerde olmalıyım ki,
    ne karpuz kabuğu gibi,
    ne ışık, ne sis, ne buğu gibi...
    insan gibi.

    orhan veli
  • " bana gelince:

    ben, dümdüz giderken,

    birden sana kıvrılan

    bir yol gibiyim. "

    görsel
  • “zeytin ağaçları, söğüt gölgesi,
    bende çıkar güneş aydınlığa,
    bir nisan yüzüğü, bir kapı sesi,
    seni hatırlatıyor her zaman bana,
    zeytin ağaçları, söğüt gölgesi”
  • kalabalıkta bu yüzlerin belirişi
    ıslak siyah bir dalda taç yaprakları sanki.
    ezra pound
  • kesik kesik geliyor sesin
    uzaklarda olmadığına emin misin?
    yollar kapalı, gözlerin açık
    aynada gördüğün gerçekten sen misin?

    martılar ve kediler
    son sığınaklarında yok edilmiş fareler
    bir dilim ekmek, biraz peynir
    karşılıklı oturup, yer misin?

    ellerin yüzünde yine
    üzülmen normal ancak yine de nafile
    gitmek çözüm değildir bilirsin de
    "kal" desem, sözünden dönecek misin?

    sorular sana değil aslında kendime
    geceler boyu eşlik eden resmine
    soğuk rüzgarlar yine de üşütmesin diye
    ellerini ellerime istesem, verir misin?

    ***

    şeklinde olanını bırakarak katıldığım eylem.
  • yüzün diyorum bir bir bir bir,
    yüzün diyorum iyi bir gün başlıyor.
    çoktan durmuş gibi bir şeyler orda.
    saatler durmuş, sesler durmuş, savaşlar durmuş.
    ne geç kalma telaşı işçi duraklarında kadınların,
    ne bir köpek havlaması sokaklarda,
    ne de ölü bir çocuk sokulmuş fotoğraflara.
    uyanmayı beklemiş sanki bir dağ yüzyıl boyunca,
    boynunla saçların arasında.

    yüzün bu âlemmiş de sanki
    davud sana gelmiş, musa sana, isa sana.
    salmışsın kendini bir hamağa yatar gibi maviyede.
    gökyüzü sanki senden esinlenmiş,
    zebur senden, tevrat senden, incil senden.
    binlerce renge doğru koşmuş yüzün,
    bilinmez renklere, çizilmez renklere.

    yüzün adsız bir mevsimi kiralamış,
    ne zemheriler gibi soğuk,
    ne kavurgan yazlar gibi sıcak.
    bir bulut kaçmış da göğünden,
    sanki yüzüne konmuş.
    yüzün, koca bir dünyayı
    islatacak, ıslatacak, ıslatacak.

    insan ölmek için yaratıldı korkuya inanma,
    ateşe inanma, suya, havaya inanma,
    aşk bile ölüyor aşka inanma.
    bir ceket al üstüne,
    bir geyiği düşle, bir ağacı hatırla,
    insan düşmek için yaratıldı, kuşlara da inanma.
    sen sıkı sarıl kalbime dünya sandığın yer değil,
    sandığın yer değil en güzel yerin,
    en güzel yerinde değiliz biz bu şiirin.

    yüzün diyorum bir bir bir bir,
    yüzün diyorum huysuz bir yağmur başlıyor.
    olsun, ben böyle yağmurları da severim,
    böyle yağmurlarda büyür insan,
    fırıncılar en güzel ekmekleri çıkarır.
    acısız bir selam verir,
    silinmiş sloganlar içinden duvarlar,
    duyulur en güzel vapurun sesi,
    en güzel trene binilir,
    ve gidilir bir cehennemden bir cehenneme.
    ve adına yolculuk denilir.
    zaten insan bir yolculuk değil midir?

    durdur içinde büyüyen hüsran ordusunu,
    kışla bekçilerini, silah çatanları,
    silahşörleri durdur ve bekle.
    işgal edilmeli yüzün bir deniz kokusuyla,
    çocuklar uçurtma uçurmalı,
    taze çaylar demlenmeli kahvelerde,
    yüzüne taptaze bir sabah gibi bakmalıyım.

    yüzün diyorum kayboluyorum.
    bir kuş bir fili boğuyor sanki, kayboluyorum.
    yükünü boşaltıyor kızıl atlar, kayboluyorum.
    kim bulmuş ki zaten kendini kaybolduğu yerde.
    kim anlamış insanı.
    yüzün diyorum yüzünde memleket telaşı.

    binlerce yoldaşım öldürülmüş,
    binlerce çiçek büyüyor ama hâlâ
    pınar ağaçları, çınar gölgeleri büyüyor,
    büyüyor kar bakışlı bir kadın.
    susamış bir nehir yatağıyla gidiyorum ona,
    ve yüzün diyorum bir bir bir bir
    bir yüzün diyorum,
    yüzüne bir geçiş bulmalıyım.

    irmak eriş
  • "ne cânımda istek var,
    ne gönlümde neşe."
  • gönlüm böyle olsun istemez idi
    sevmeyi sevilmeyi bilmez idi
    cahildi kandı yalan dünyaya
    kucağında bebekle kalıverdi

    bir gül yüzlüyü sevdi deli yürek
    nasıl narin nasıl da ürkek
    koynuna kaçıverdi ansızın
    acılara sarılıp göğüs gererek

    ah aslan oğlan ne diyim sana
    güller sersem de taşlı yollarına
    şükredip sarılacaksın yarine
    yüreğini bırak şefkatli kollarına
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap