3870 entry daha
  • religionem

    karnaval ve anastasya

    bilindiği üzere oruç farklı usullerde de olsa üç ibrahimi dinde de mevcut bir ritüeldir. hristiyanlar quadragesima adlı 40 günlük oruçları boyunca, isa'nın vaftiz edilmeden önce 40 gün boyunca çölde iğva teşebbüsüne direnmesine atfen, hayvansal gıda tüketmezler. bu 40 günden önceki 3 günlük bayrama ise carne levare adı verilir. carne et, levare ise kaldırmak demektir. anlaşılacağı üzere kelime 40 gün hayvansal gıda tüketilmemesinden gelir. bilindiği üzere holyday/tatil kelime anlamıyla kutsal gün demektir.

    bu 40 günün sonu ise aynı zamanda isa'nın dirildiğine inanılan gündür ve paskalya bayramıdır. ana- ön eki yunancada yukarı hareket bildirir (bkz: anadolu) stasya ise statik, statü gibi kelimeler ile aynı kökten olup yine yunanca durmak gibi bir anlama gelir. yukarı hareket edip durmak, dirilmek. anastasya bundan sebep geleneksel olarak paskalya zamanı doğan kızlara has bir isimdi ancak günümüzde buna riayet edenler pek azdır.

    levav ya da düşünen kalp

    antik mısırlılar beynin düşünme organı olduğunu bilmiyorlardı. düşünmenin kalpte yapılan bir eylem olduğuna kani idiler ve bu anlaşıldığı kadarıyla onlara has bir kanaat de değildi.

    semitik dillerdeki lbb kökü türkçe veya ingilzicede karşılığı olmayan bir kalp konseptini anlatır. bu kalp sadece hisler için olmayıp aynı zamanda düşünmek içindir de. duyguların ötesinde bir rasyonalite ve karar alma barındırır.

    bu kökten olan ibranice levav kelimesi incil tercümlerinin, incil tercüme edilmeye başlandığından beri en sorunlu kelimelerinden biri olmuştur zira bu kalp konsepti büyük oranda semitik dillere özgüdür. mezkur olduğu üzere türkçede de ingilizcede de bu anlamı veren bir kelime yok zira bu dillerde böyle bir konsept oluşmadığı gibi ithal de edilmemiş.

    bu böyle olmakla beraber bu kökten bir kelime türkçeye arapçanın vücut bölümden anlam türetme patterni sayesinde girmiştir.

    arapçanın bu nevi şahsına münhasır patterni srr kökünde esasen göbek deliği anlamına gelen kökün a) sır (içeride olan, gizli) ve b) sürur içten gelen neşe kelimelerinde yahut esasen hayvan sırtı demek olan metin kelimesinde rahatlıkla görülebilir.

    örneğimizdeki lbb kökü ise türkçeye leblebi kelimesi ile alınmıştır. buradaki, mısır orijinli pişirme türü ile, nohuttan elde edilen leblebinin de kökü olan bu kökün arapçada bir şeyin çekirdek, bir şeyin içindeki katı özü anlamını kazanmış olmasıdır.

    musa'nın boynuzları

    michaelangelo'nun (ismi kelime anlamıyla mikail-melek/kim tanrı gibi(ibr)-elçi(yun) demektir) meşhur musa heyklerinde dikkat çekici temel unsur boynuzlardır. bu ilginçliğin sebebi incil'de ibranice "karan" kelimesinin yanlış tercüme edilmiş olmasıdır.

    eski ahit'te, musa tanrı ile görüşüp 10 söz'ü (emir hatalı tercümedir, zaten "ben seni mısır'dan çıkaran tanrı'n, rabb'inim" ifadesinin emir olmadığı herhalde yeterince barizdir) ben-i israel'e bildirmek için sina dağından inerken yüzünden yüzünde karan olduğu yazar. bilindiği üzere ibrani alfabesi tıpkı arap alfabesi gibi arami alfabesinden uyarlamadır ve bu dillerin yapıları gereği sesli harfler bazı hallerde yazılmadan da yazılabilmektedir ancak ibranicesi ytrnc glşmmş kmslr çn b drmn srn yrtblm html vrdr. nitekim michaelangelo'nun kullandığı incil'de de krn şeklinde yazılı kelime aynı kökten olan ve boynuz gibi ışıklanmak anlamıyla çevrilmesi gerektiği halde boynuzla şeklinde çevrilmiştir. michaelangelo'nun meşhur heykeli de bu hatalı tercümenin kurbanı olmuştur. çeviren muhtemelen bu kökün ışık, boynuza benzeyen ışık anlamını bilmiyordu, belki musa'nın yahudi olmasından sebep dönemin klasik antisemitizmi de rol oynamış olabilir ama bu düşük ihtimaldir.

    ibranicedeki anlam gelişimi boynuzların ışık huzmelerine benzemesi üzerinden olmuştur. aynı kök arapçada ise boynuzların simetisi nedeniyle eşlemek, bir şeyi bir diğeri ile kimliklemek anlamlarını kazanmıştır. aynı kökten al-qarn (türkçeye karn şeklinde alınmıştır) belki de yaşıtlık, zamandaşlık fikrinden yüzyıl anlamını kazanmıştır. günümüzde yüzyıl anlamındaki asır kelimesi de arapça orijinli olsa da bu anlamda kullanımı türkçeye hastır ve neo-ottomanik ıstılahat kapsamındadır.

    dunce ya da tarihin acımasızlığına bir örnek

    dunce ingilizcede idraksız, inentelijan gibi anlama gelen bir kelime olup esasen 13 ve 14. yüzyılların en muteber filozof ve teologlarından olan john duns scotus'tan gelmektedir.

    scotus'un legacy'sinin akıbetini değiştiren olay ingiltere'ye dair pek çok şeyin akıbetini değiştiren olay olan anglikan kilisesi'nin kurulmasıdır. iix. henry yaşının 40'a yaklaşması ve catherine'den hala bir oğlunun olmamış olması nedeniyle ve catherine'in daha önce ağabeyi ile evlenmiş olması temelinde, galat-ı meşhur'un aksine, catherine'i boşamak değil onunla olan evliliğini iptal ettirmek (boşanma geçerli bir evliliğin sonlandırılmasıdır, iptalde evlilik zaten baştan geçersizdir) için gerekli olan fetvayı dönemin siyasi koşulları nedeni ile papa'dan alamayınca papa'nın otoritesini reddedip kendi kilisesini kurar. bu, henry'nin halefeyni olan kızlarının dönemlerindeki mezhep kavgalarının da sonucunda katolisizmin bir "güvenlik sorunu" olarak algılanması sonucunu doğurur. fransisken olan scotus'un manevi mirası da reformasyondan nasibini alır ve scotus'un öğrencilerinin rönesans hümanizmine muarız efkarı da yardımcı olmaz ve dunce kelimesi hümanist ve reformistlerin dilinde inentelijan gibi bir anlam değişimi yaşar. öyle ki 19. yüzyılda ingiltere ve abd'deki okullarda duns ile özdeşleştirilmiş bir şapka türü başarısız yahut yaramaz öğrenciler için bir serpuş-u muakıb olarak kullanılır.

    azize rapunzel ya da hi barbie

    bilindiği üzere klasik batı isimlerinin önemli bir kısmı hristiyan aziz(e)lerinden gelmektedir. buna en iyi örneklerden biri olan barbara ismi de 14 ensar-ı mukaddesten olan azize barbara'ya matuftur.

    anlatıya göre azize barbara 3. yüzyılda zengin bir pagan aileye doğar. babası tarafından koruma amacıyla bir kuleye kapatılan barbara hristiyan olunca babası işkence ile onu bundan döndürmeye çalışır ancak barbara inancından dönmez ve her sabah tüm yaraları iyileşmiş biçimde uyanır. babası en sonunda barbara'yı kafasını keserek öldürür ama kendisi de tepesine bir yıldırımın düşmesiyle yanarak ölür.

    dikkatli okurlar hikayede, hikmetinden sual olunmazın ötesinde, bazı sorunlar olduğunu fark etmiştir. öncelikle barbara ismi barbar kelimesinin dişil hali. margaret, sofia veya alexandra gibi dönemin makul isimlerinden değil ve dahası bilindiği kadarıyla o dönemlerde, şayet varsa dahi, çok çok marjinal bir isim olsa gerek. bu bilgiyi erken hristiyanların kendilerinden zaman zaman "barbar" sıfatı ile bahsettiği, zira pagan romalılar barbarları hor görmektedir ve bilindiği üzere hristiyanlık hor görülenleri sever, yönündeki kayıtların da hesaba katılması ile bir resim ortaya çıkıyor gibi. buna hikayenin bir halk hikayesi olan rapunzel'e olan benzerliği de hesaba katılınca katolik kilisesi dahi azize barbara'nın hikayesinin bir tarihselliği olmadığına kani oluyor ve azize'yi 1969'da takvimden çıkartıyor.

    ama tüm bunlara gelmeden önce savaş toplarının avrupa'da yaygınlaştığı döneme gitmek gerekiyor. bu ilkel toplar atesleyicileri için de büyük tehdit teşkil ettiklerinden ilahi bir koruma ihtiyacı hisseden avrupa'nın ilk topçuları babasının başına düşen yıldırımdan ilhamla kendilerine koruyucu azize olarak azize barbara'yı seçtiler. asırlar sonra, 1860'larda, alman bir kimyager yeni keşfi için isim ararken bir grup topçu askerden aldığı tavsiye ile barbitürat adını verdiği iddia edilir ancak ilham kaynağının 1860'larda hayatta bir barbara olması da pekala mümkündür bittabi.

    barbie bilindiği üzere barbara'dan kısaltmadır.

    eden bahçesi

    eski ahit'te adem ile havva'nın atıldığı bahçenin (cennet kelime anlamıyla bahçe demektir) adı olan eden çok muhtemelen arapçadaki hali 'dn/yer altında idi/içinde idi olan proto-semitik köktendir. türkçeye de geçmiş maden kelimesi de bu kökün yer bildiren maf'al maf'al vezninde çekilmiş halidir.

    adnan ismi de adenli gibi bir anlama gelmektedir. muğla ve izmir'de popüleritesi olması adnan menderes'e matuftur. 2002 öncesi türkiye siyasetinin temel sütunlarından biri hemşehriye oy vermek idi. bunun en iyi örneklerinden biri de 61 seçimlerinde dp'nin halefi olarak görülen dp'nin en yüksek oy oranı yakaladığı ilin muğla olmasıdır. benzer örnekler olarak inönü döneminde malatya'nın chp'nin kalesi olması, demirel'in siyasi kariyeri boyuna ısparta'da girdiği bütün seçimleri kazanması, yılmaz'ın anap'ının oyları gerileyip karadeniz'e kıyısı olmayan sadece 4 seçim bölgesi kazandığı 95 seçimlerinde sinop'tan artvin'e kadar bütün şeridi alması, klasik olarak merkez sağ'ın kalelerinden olan antalya'nın baykal döneminde chp'ye geçmesi gibi örnekler verilebilir. 2002'den sonra bu fenomenin bitmesi gelişen iletişim teknolojileri ile açıklanabilir.

    benzer şekilde menderes'in isim olarak kullanılmaya başlanması da 46'da olduğundan adnan menderes sebebiyle olmalıdır. türkiye'de yine 46'dan itibaren kalıp olarak adnan menderes ismine rastlansa da bu iki isim için, adnan'ın aksine, spesifik bir coğrafilikten bahsedilemez.

    mecdelli meryem ya da maudlin

    havarilerin tamamı isa'nın en yakın müritleri arasında meryem adlı genç bir kadını anarlar. tarihe mecdelli meryem diye geçen bu kadının şehri olan mecdel (arapça) günümüzde ürdün sınırları dahilinde bulunur ve şehir ibranicede migdal aramice de ise magdala şeklinde anılır. arapçada cdl şeklinde olan kökün ip ördü, yukarı hareket etti, kavga etti gibi (muhtemelen bir ipi yukarı doğru örmek fikrinden) anlamları bulunmakta olup şehir adı kule anlamına geldiğinden maf'al vezninden yahut cognatelerinden olmalıdır. aynı kökün bir işi birlikte yahut karşılıklı yapmak anlamı veren mufa'ala(t) veznindeki hali olan mücadele ile cedelleşmek kelimeleri de bu köke örnek olup ikinci örnek zamanla halk ağzında bozulmuş ve cebelleşmek şeklini almıştır.

    meryem isminin ise şöyle bir ayrıksılığı vardır ki eski ahit'te mezkur ve yabancı olarak tanımlanmamış bütün figürlerin adları ibranicede anlamlandırılabilir. adem toprak, nuh dindi, yusuf artırırır gibi anlamlara gelir. bunun en dikkat çekici istisnası musa ve kardeşleri harun ve meryem'dir. musa'nın mısır sarayında yetişmiş bir ben-i israilli olduğu bilgisi verilse de kendisinin de kardeşlerinin de adları ibranice de anlamlandırılamamaktır.

    mecdelli meryem'e dönecek olur isek, havarilerin anlattığı bir sahneye göre isa bethany'de cüzzamlı simon'un evini ziyaret ettiğinde luka, matta ve markos'un adını vermediği yohannes'in ise meryem adını verdiği günahkar bir kadın isa'nın ayaklarını gözyaşları ile yıkayıp saçları ile kurular ve bağışlanmak için yalvarır. isa'da ona imanının onu kurtardığını söyler.

    burada kadının günahkar olduğu söylenmekle yetinilmekte, ne tür günahlar işlediğine dair bilgi verilmemektedir. ancak erken orta çağın patriarşik perspektifi devreye girer ve kadınların cinsel obje olarak görülmesi ile kadın günah işlediyse kesin cinsel günahtır mantığı ile kilise'nin tanrı doğurmadığı sürece kadınlara kayda değer bir yer vermek istememesi (buna harika bir örnek de havva'nın yaratılışında kullanılan "ezer" kelimesinin esasen yoldaş/müttefik gibi bir anlamı olduğu halde helper/yardımcı şeklinde tercüme edilmesidir) birleşir ve 6. yüzyılda papa büyük gregory bu kadının mecdelli meryem olduğunu bildirir.

    bu yorum sonradan yanlışlansa da çok uzun süreler meryem'in ağlayarak ettiği tövbe hristiyan kültürünün bir refere noktası haline gelir ve magadalane(mecdelli) kelimesinden bozulma maudlin kelimesi de ingilizcede ağlamaklı duygusal, aşırı sentimental gibi bir anlam kazanır.

    ekleyelim ki; ingilizcede enthusiastic kelimesi yunanca orijinli olup in (iç bildiren ön ek) ve theos (tanrı) kelimelerinden gelip içine tanrı dokunmuş gibi bir anlama gelir. excruciating ise çarmıha gerilmişçesine demektir.
  • istihbarat:
    istixbar(arapça): haber alma, bilgi edinme
    intelligentem(latince):zeka
    intellegentia(latince):bilgi, ayırt etme gücü
    intelligence(ing): istihbarat, zeka
21 entry daha
hesabın var mı? giriş yap