hesabın var mı? giriş yap

  • zorlu $ehir $artlarinda kocaman kamyonlar, kendisini kuyrugundan cevirip duvara firlatmak isteyen ilkokul cocuklari arasinda dogan; yurumeyi ogrenen, cop kari$tiran, olecegini anladigi zaman ormanlik bir yere kadar zorla yuruyup kimseye cesedini gostermeyen $ey.. ki$ gunleri yeni parketmi$ arabanin sicak kaportasi uzerinde gozlerini kapatmi$ bir $eyler du$unurken gorebilirsiniz.

    rahat ev $artlarinda yumakla oynarken, radyatorun kenarinda pencerenin pervazinda uyurken, 4 aylik yavru-bodur boyuyla sicak sobayi merakla patiledikten sonra can havliyle bir yerlere ko$tururken de $ahit olabilirsiniz kendisine..

    ku$ avlayayim derken ciktigi direkten inemeyip aglarken de gorulebilir, bahar aylarinin sonlarinda kendisine yeti$meye ugra$an yavrularini gezdirirken de..

    genelde cikarlarinin bilincinde, tek ba$ina olmayi fazlasiyla seven, yakindan takip ettiginizde kendi ki$iligini olu$turup diger turda$larina gore daha 'agresif', 'cikarci', 'oyuncu', 'dost' gibi sifatlar kazanabilen estetik ve kadinsi yaratiklardir.

    gunde 18 saat uyurlar.

  • bir şirkette önemli bir yerde olan ve "r"leri "y" olarak söyleyen x kişisi ile muhabbet edilmektedir.

    x: ulan neyi yapmak isteydim en cok biliyoymusunuz?
    y: nedir abi?
    x: lan sana şimdi uzun uzun bastıya bastıya "yayyyaağmıı" demek isteydim ama diyemiyoyum. ne güzel söylüyoysunuz öyle.

    (bkz: yarım yarım yarılmak)

  • "gerilim filmi projem: kasiyer aldıklarımı okutmayı ben poşetlemeye başlamadan bitiriyor. sıra var. poşetler açılmıyor, yalnız, çaresizim..."

  • güler misin ağlar mısın moduna sokabilir. okulda müzik dersinde gitar veya mandolin çalmamız şart koşulmuştu. babamın evinde çalışıyordum. müzik hocası disiplinli biriydi. öğrendiğim bir melodiyi sıkıntıyla çalıyordum. rahmetli babam duydu bunu.

    diyalog şu;

    - haftaya yemeğe kalabalık misafir gelecek. gitar çalar mısın o gece?
    - çalarım tabii.
    - iyi. çal da, erken kaçsınlar.

  • bu balinanın çok farklı ve hüzünlü bir hikayesinin olması.

    dünyanın en yalnız canlısı..

    1992'den beri takip edilen ve 2004'te new york times tarafından makalesi yayımlanan yalnız balina..

    diğer balinaların aksine ne bir arkadaşı, ne de bir ailesi var. hiç bir gruba veya çeteye dahil değil. hiç bir zaman sevgilisi ya da eşi olmamış, olmayacak..

    aslında o da diğer balinalar gibi, şarkısını 2'li veya 6'lı çağrılar halinde söylüyor, her bir çağrısı yaklaşık 6 saniye sürüyor, ama onun bir farkı var..

    diğer balinalar 12-25 hertz frekanslarında haberleşirken, yalnız balina şarkılarını 52hz'de söylüyor.. bu yüzden hiç bir diğer balina onu duyamıyor, iletişim kurmak için söylediği bütün şarkılar cevapsız kalıyor, her yakarışı boşlukta kayboluyor.

    yalnız söylediği her şarkıyla biraz daha depresyona giriyor, biraz daha sinirleniyor, biraz daha umutsuzlaşıyor. söylediği şarkılar gittikçe daha derinlerde kayboluyor...

    edit: linler yenilendi. sevgili suserlerin destekleri ile yalnız balinanın wikipedia sayfası türkçe ve ingilizce oluşturulmuştur. ingilizce sayfasında yalnız balinanın 52 herz'lik sesini de dinlemek mümkündür.

    hatta sözlükte benden önce keşfedip başlığını açan dostlar da olmuş (bkz: 52 hertz)

    kendinizi yapayalnız hissettiğiniz anlarda hatırlamanız dileklerimle...

  • benim de kendi tecrübelerime dayanarak oluşturduğum.

    aşağıda bahsettiğim konulara kısmi olarak daha önce değinilmiş, ancak ben kendi çapımda bunu bir sistematiğe getirmeye çalıştım.

    bu konular tek başına anlam ifade ediyor ancak her birinin önceki maddelerin üzerine kurulmuş olduğunu belirtmek isterim.

    - trafikte görünmez ve etkisiz elemansınız, bunu kabul edin. hiçbir sürücünün ve yayanın sizi görmesini, görüp de yol vermesini, ona göre davranmasını vs beklemeyin. bu en hayati kuraldır. "beni görmeyecek kadar da mal olamaz" şeklinde varsayımlarla delindiği veya unutulduğu takdirde sonu bisikletçi olarak sizin aleyhinize olur. kendinizi görünmez adam olarak düşünerek karar alın. yıllarca ulaşımımı bisikletle sağladıktan sonra dört tekere mahkum olmuş bir sürücü olarak bilincim olsa dahi ben de iki tekerli unsurları kesinlikle göremiyorum, ona göre..

    - iyi gözlemci olun. göz, kulak, orta kulak ne varsa teyakkuzda etrafta ne olup bitiyor kaydetmeli ve alt bilinç mekanizmalarıyla işlemeli. önünüzü gözlerinizle hissettiğiniz gibi göremediğiniz kısımları iki kulağınızla hissedin. insan ses kaynağının konumunu anlayabilir.

    - etrafınızın anlık haritasını çıkarın. trafikteki unsurları etrafınıza göre konumlarına ve hızlarına göre tanımlayın. mesela önünüzde ilerleyen aracın önünüzde bilmem şu kadar uzakta ve benim hızıma göre şöyle gidiyor olarak hissedin (evet his olarak). hızlarını da bilerek bir sonraki işleme kadarki durumu da tahmin edin.

    harita çıkarırken konum ve anlık hız haricinde dikkat edilmesi gereken diğer noktalar: araçların ön teker açıları; durak var/yok durumu, varsa mesafesi; araçların motor hacmi (büyükse çok hızlanabilir), şoför özellikleri (erkek/kadın, dalgın, telefonla konuşuyor, kaldırım kesiyor vs) mesela duran bir aracın yola atlayıp atlamayacağı sinyaline değil aracın lastiklerine bakarak anlaşılır.

    bu sayede her unsurun zihninizde şöyle bir yeri olacak:
    (tür, konum, hız, özellikler, tahmin)

    haritanız mesela şöyle oluşmuş olmalı:
    --belediye otobüsü, saat 12 yönünde, hız sabit, durak yok, aynı hızda devam edecek
    --otomobil, saat 3 yönünde, hız sabit, ön teker sağa doğru, şoför telefonda, sağa kırabilir
    --saat 6 yönünde, halk otobüsü, hız artıyor, üzerime çıkabilir

    - trafikteki yolunuzu artık belirleyebilirsiniz. kimin nerede ne zaman ne yapacağını bildiğiniz için artık güvenli bölgeleri görebiliyor ve ona göre hamle yapabiliyor olmanız lazım.

    özet:

    haddini bil, duyularını aç, etrafını hisset, yolunu çiz. (bkz: yeter ki onursuz olmasın aşk)

    uyarılar:

    -her şeyde olduğu gibi en iyi bisikletçi canlı bisikletçidir. kaza ihtimali yüksek manevralardan kaçının, hayatınızla kumar oynamayın. amacınız hedefinize sağ salim ulaşmaktır; kendi kullandığınız aracın 10 ila 100 katı fiyata sahip ulaşım araçlarıyla trafikte sıkışıp parasıyla rezil olan arkadaşlara hızla ilerleyerek caka satmak, üstüne makas atarak rencide etmek değildir.

    -kondisyon önemli, çünkü kimi yerlerde arabalarla aynı hatta daha yüksek hızda gitmek, yokuşta hız kaybetmemek veya ani kalkışlar-kaçışlar yapabilmek için patlama enerjisine ihtiyaç duyulabiliyor. bisiklet sporu bilincini de edinmek faydalıdır.

    -otobüs-kamyon gibi büyük araçların açtığı hava koridorunda ilerlemek sizi bir anda tahmin edemeyeceğiniz kadar ileri götürebilir, yüksek hız rekorları kırabilirsiniz. bunun için öndeki aracın arka tamponuna 1m kadar yaklaşmak gerekir. ancak bu araçlara yakın takipte bulunmak tahmin ettiğiniz üzere çok tehlikelidir. özellikle öndeki aracı 4-5m gibi bir mesafe geriden takip ediyorsanız türbülansa girebilir ve gidon hakimiyetinizi kaybedebilirsiniz.

    -trafikte adrenalinin de etkisiyle beyin yüksek bir bilinç seviyesine ulaşıyor, yukarıda bahsettiğim prosesi olması gerektiği hızda gerçekleştiriyor. ancak bu durumda araçların gereksiz unsurları (aracın rengi, kamyon üzerindeki özlü süzler gibi) görmezsiniz. ben mesela trafikteyken her nesneyi gri bloklar olarak hissederim.

    -biraz gözü kara olmak gerekli, çünkü korktuğunuz anda o üst bilinç durumundan çıkıyorsunuz ve bisiklet gerçekten tehlikeli bir araç olarak karşımıza geliyor. motivasyon her zaman zirvede olmalı.

    çözümlü sorular:

    1. yanyol bağlanan anayollarda sağdan araç giriş çıkışı olduğu durumlarda bulunduğunuz şeridi korumak gerekir. yani en sağa yanaşıp yanyolda yaya usülü karşıdan karşıya geçmek daha güvenli bir yol değildir.

    2. makas atacaksanız hamlenizi sadece retinanızda asfalt görünen dar kısımlara doğru yapmayın. oranın birazdan arkadan gelen araç karafından kapatılabileceği rastgele ihtimal üzerinden değil de aracın o anki hızına göre nerede olabileceğini tahmin ederek yapın.

    3. ortalama hızın 20-30 km/sa olduğu yerlerde arabalarla aynı hızda tempo tutmaya çalışmak daha sağlıklıdır. hem spor yaparsınız, hem de trafikte bir araba ağırlığında söz hakkınız olur. böyle devam edebiliyorsanız sol veya sağ şeritte olmanız fark etmez.

    çözümlü çıkmış sorular:

    1. gaflet uykusundan uyanıp kendinizi dört şeritli bir yolun tam ortasında buldunuz. baktınız ki arkadan homur homur hızlanan araba sesleri geliyor. hemen sağa kırsanız ilk arabanın kucağında kendinizi bulacaksınız. burada yapılması gereken sakinliğiniz korumak ve bulunduğunuz şerit çizgisi üzerinde (şerit değil; şerit çizgisi. buna dikkat) seyrinize devam etmek olmalıdır. tabi ilk fırsatta kendinizi sağa veya sola atmak üzere tetikte olmalısınız.

    şimdilik bu kadar. zamanla aklıma geldikçe eklerim. dikkatli sürüşler..

  • kirli sakal bırakırdım. boxerla evin içinde dolanırdım. yazın şort-tişört, kışın da kot-sweatshirt giyerdim. alışveriş yapmak zorunda olmamak negzel lan.
    bir de durduk yere adamın birine ''hayırdır birader bi sorun mu var? niye baktın'' der kafa atardım.

  • bu anlamda en cok one cikan donem 1980'lerdir... 1980'lerin ortalarinda dunyanin en iyi uc futbolcusu konumundaki diego maradona, michel platini ve zico'nun ucu de serie a'da top kosturmaktaydi... ustelik maradona ve zico, sirasiyla napoli ve udinese gibi italya'nin buyukleri arasinda sayilamayacak takimlarda oynamaktaydi... hatta bir baska futbol fenomeni olan socrates de fiorentina formasi giymekteydi... 1980'lerin sonuna gelindiginde de milano'nun iki devinden milan'in kadrosundaki yabancilar ruud gullit, frank rijkaard ve marco van basten iken inter'in yabancilariysa lothar matthaus, andreas brehme ve jurgen klinsmann'di... milan'in hollandalilari 1988'de avrupa sampiyonu olan hollanda'nin da yildizlariydi (rijkaard o turnuva sonrasinda milan'a transfer olmustu), inter'in almanlari ise 1990'da dunya kupasini kazanan almanya'nin en onemli oyunculariydi... 1980'lerde neredeyse dunya futbolunun nba'i konumundaydi serie a...

    bu durum 1990'larin ikinci yarisina kadar da devam etti ama bu donemde gianluca vialli, fabrizio ravanelli ve tabii ki gianfranco zola gibi italyan yildizlarin serie a'yi birakip premier lig'e transfer olmalari bile avrupa futbolunda agirlik merkezinin cizme'den ada'ya dogru kaymakta oldugunun en net gostergesiydi...

  • kırılır mı diye düşünmeden, aklından geçen saygısızlığı yaptığın ilk gündür.

    o günden sonra poseidon'un tüm suları temizleyemez ilişkiye sürdüğün bu lekeyi.

  • mete ( yaş beş).
    markette kasadan geçerken kasiyer kız mete ile konuşmaya çalışıyor.
    - adın ne senin?
    +.....
    - okula gidiyor musun?
    +.....
    - konuşmayı bilmiyor musun?
    +öğretmenim yabancılarla konuşma dedi. sen yabancısın.
    kız bir şaşırdı ama konuşmaya devam etmedi.işimiz bitti. kasiyer aldiklarimizi posetlememize yardim etti. teşekkür ettim ve mete araya girdi. bağırarak:
    + yardımların için teşekkürler yabancı. seni unutmayacağız..
    market iptal..

  • garson da insan olduğu ve işini yaptığı için, normal davranmış olan kadındır. ne demek garsonla muhatap olmamak? şu kullandığınız kelimelere bir dikkat edin. bu platformda her meslekten insan var. kimse birbirinden üstün değil. bunu anlayın, öyle konuşun. tek başına yemek yerken garsonla iletişim kuran kadın, masada erkek varken neden kurmasın? sizin sapık ortadoğulu zihniyetinizi seveyim.

  • bir defasında yağmur yağıyordu. canım onu seyretmek istemişti. koltuğu ite kaka pencerenin önüne uzatıp ışıkları kapattım, perdeleri açıp oturdum seyretmeye başladım. sevgilim öbür odada bir şeyler yapıyordu, biraz sonra o da geldi. n'aptın naapıyosun falan demedi hiç. geldi yanıma oturdu. sabaha kadar, belki 4-5 saat tek kelime etmeden orada oturup yağmuru seyrettik. o ilişkiye dair en mutlu olduğum anlardan biri o.

    bir başka günse yine o koltukta oturmuş dışarıyı izliyordum, o da içeride telefonla konuşuyordu. konuşması bitince geldi, o konuşmaya dair bi şeyler söyledi. oradan konu konuyu açtı, çocukluk arkadaşlarından komplo teorilerine, avrupa göçmen politikasından hooke newton kavgasına kadar non stop konuşup durduk belki 7-8 saat. izleyelim diye seçtiğimiz film ilk sahnesinde pause'da kaldı öyle. güneş doğunca kapatıp yattık.

    bir başka gün bi restorandaydık. hararetli hararetli bi şeyden konuşuyorduk. bi onun bi benim telefonum çalıp duruyordu, ikimiz de reddedip reddedip duruyorduk. sonunda yeter ama diyerek telefonları sessize aldık. konuştuğumuz şey bitince de açmadık, susuşup tek kelime etmeden biralarımızı içerek uzun uzun daha oturduk öyle denizi seyrederek.

    bi başka gün tek başımaydım. çok güzel göründüğü için ona göndermek üzere ayın fotoğrafını çekmeye çalışırken ondan bana ayın fotoğrafı gelmişti. beraber bile oturmuyorduk. 3200 km mesafedeydik.

    bir başka gün ayrılmaktan konuşuyorduk. aslında o konuşuyordu, ben ötelere bakıp susuyordum.

    başka bir gün yine ayrılmaktan konuşuyorduk. aslında ben konuşuyordum, o ötelere bakıp susuyordu.

    sonra ayrıldık. artık ne konuşuyor ne susuyoruz.

    acıklı gibi tınladı da, değil. doğal döngüsünü tamamlamış eski güzel bi ilişki işte…

    diyeceğim, ister sus ister konuş ister halay çek.. yan yana bile olma hatta. olay ne yaptığında değil çünkü, o an birlikte aynı “an”da olup olmamakta.

  • az önce müge anlı'nın söylediği sözdür. "eşine hediye almazsan komşunun kocası alır." dedi adama.

    bu sözden sonra fark ettim ki kadının aldatması anlamlandırılmaya çalışılıyor. bunu televizyonda kadınların çok izlediği bir programda söylüyor. kadınlara kadınlardan daha fazla zarar veren kimse yok.

    edit: bugün yükledikleri videoda o kısım yok. tam bölüm yüklendiğinde video linki eklenecektir.

    link eklendi

    debe editi: kadınların genelinin pragmatik sevdiğine örnektir. bu görüşü destekleyen kadınlardan sonra, bu fikri daha da kabul ettim.

  • 5 aralık 1975, ingiltere doğumlu, profesyonel kariyerinin 30. yılında olan snooker oyuncusu. şimdiye kadar öyle adlandırmaktan kaçınanlar olduysa da artık gönül rahatlığı ile "tüm zamanların en iyi snooker oyuncusu" diyebileceğimiz, ronnie'miz, namıdiğer roket!

    pek çoğu için, müthiş yeteneği nedeniyle, stephen hendry'nin sıralama ünvanı ve üçlü taç kupası rekorlarını kırmadan önce bile g.o.a.t. olarak anılmaya başlamıştır. judd trump'a karşı oynadığı finali kazanarak elde ettiği yedinci dünya şampiyonluğu ile birlikte, diğer tüm istatistikler de ele alındığında artık gönül rahatlığı ile g.o.a.t. olarak adlandırılabilecek hale gelmiş ve tek başına zirveye yerleşmiştir. video

    birçoğumuza snooker'ı sevdiren, 46 yıl ve 146 gün ile (final günü) şimdiye kadarki en yaşlı dünya şampiyonluğu unvanını da cebe koyan ronnie o'sullivan'ın rekorlarına ve bazı istatistiklerine bakalım:

    rekorlar:
    * en fazla dünya şampiyonluğu alan oyuncu (7, stephen hendry ile eşit)
    * en fazla birleşik krallık şampiyonası kazanan oyuncu (7)
    * en fazla masters unvanı alan oyuncu (7)
    * en fazla üçlü taç unvanı alan oyuncu (21)
    * en fazla sıralama turnuvası kazanan oyuncu (39)
    * en fazla yüzlük seri yapan oyuncu (1.170)
    * en fazla maksimum (147) yapan oyuncu (15)
    * en yaşlı dünya şampiyonu (46 yıl, 146 gün)
    * en genç sıralama turnuvası şampiyonu (17 yıl, 358 gün, 1993 birleşik krallık şampiyonası)
    * crucible'a en fazla katılan oyuncu (30, steve davis ile eşit)
    * crucible'a üst üste en fazla katılan oyuncu (30)
    * crucible'da en fazla galibiyet alan oyuncu (74/97)
    * crucible'da en fazla yüzlük seri yapan oyuncu (184)
    * crucible'da en fazla maksimum (147) yapan oyuncu (3, stephen hendry ile eşit)

    * 1997 dünya snooker şampiyonası'nda toplamda 5 dakika 8 saniye ile tarihin en kısa sürede maksimum yapan oyuncusu olmuştur. ortalama vuruş süresi 8.8 saniye olan performansı: video

    bazı istatistikler:
    * toplamda 12.684.134 sterlin ödül topladı.
    * oynadığı 1.429 maçın 1068'ini kazandı. (327'sini kaybetti, 34'ünden çekildi)
    * oynadığı 12.393 frame'in 7.562'sini kazandı.
    * oynadığı 115 finalin 73'ünü kazandı.
    * toplamda 695.380 sayı yaptı. (1429 maçın 1308'i hesaba katılmış.)

    kaynak: cuetracker, sportinglife