hesabın var mı? giriş yap

  • evimin hemen iki bina yanına açılmış büfenin sahibiyle muhabbet etmeye başladıktan sonra adam "abi telefon et sen ben getiririm gold'u" dedi...
    sonunda balkonda bulunan sepeti ne için kullanacağımı anlamıştım ve mutlu olmuştum. pazar akşamı aradım büfeyi "abi iki gold bırakır mısın?"dedim
    çıktım balkona sarkıttım sepeti, bekledim bir süre ve işte o an bir aydınlanma yaşadım. ben "cemil" olmuştum...
    o kadar okudum, kariyer peşinde oradan oraya gittim hatta bir de üzerine 30 oldum. bugün gelip "ne oldun?" deseler "cemil oldum" derim.
    neyse ki çok beklemeden geldi abimiz, eğer biraz daha gecikseydi daha kötü çıkarımlara ulaşabilirdim.

    (bkz: ne birası sevim)

  • ...
    simit yok mu simit. yiyoruz ya hani. o simidi bi düşünüyorum da yani o simidin ortasında bir delik var ya o boşluğa ne oluyor? biz yedikten sonra yani o boşluk nereye kayboluyor yani? hayır onuda yiyorsak çünkü hava yutmuşuz gibi oluyor da böyle gaz mı yapmasa sonra korkusu var hep içimde onu yemesek mi acaba yani? o gaz insanı öldürür biliyor musun? o simitin ortasındaki o boşluk adamı öldürmüş...
    ...

    konu değiştirirken bile beyin yakan dizi

    edit: link

  • yer: odtu dolmusu-ankara

    minibus soforu : parasini veremeyen uzerini alamayan?
    sanssiz bir hanimefendi (yanindaki solmus amcayi gostererek): sofor bey bu adam parasini vermedi
    ms : o adam benim babam hanfendi
    sbh : ... gak
    yolcular (hep birlikte): ha-ha-ha *

  • bedensel engelli olmamın, doktorlar tarafından tek nedeni olarak görülen çernobil’i anlatan dizi...
    izlerken sinirleniyorum, geriliyorum ve yer yer gözlerim doluyor... hayatımı mahveden çernobil’i tüm detaylarıyla biliyordum ama böylesi bir canlandırma beni derinden sarstı. insanoğlunun aç gözlülüğünün açıkça görüldüğü bir olay. kesinlikle bir kaza değil...
    ne söylesem boş...

  • önemli bir veridir.

    bakın, 50 yaşında bir dayınızım. çizgili t-shirt, bol paça gri kumaş pantul ve tokyolar ile dolaşıyorum. kafamda da dyo marka bez şapka var. göğüs cebime de kimlik ve cigara koydum. polis bile kimlik sormuyor. o kadar yaşımla uyumluyum. en büyük zevkim de inşaat seyretmek, sokak röportajlarına dadanıp "akp'li dayı simülasyonu" yapmak ve ağzına kadar dolup taşan kafeleri, iki elim arkamda seyrederek dolaşmak...

    50 yaşına kadar pek çok kriz gördüm.

    70'leri, o tüp kuyruklarını hatırlıyorum.

    1980 darbesini gördü bu gözler.

    1994 yılı idi sanırım. yeni mezun olmuştuk. ekonomik kriz patladı. bom! diye. pek çok kişi işsiz kaldı, dolar fırladı, raflardaki malların fiyatı ikiye katladı...

    2001 yılındaki anayasa fırlatma krizini de yaşadım. ingiltere'den yeni dönmüştüm. bir de baktım ki, memleket karışmış...

    eneeee!! la noliy! dedik.

    ama, hiçbirinde insanlar bu kadar rezil şartlarda yaşamadılar.

    her krizde fatura emekçilere kesildi ve işsiz kalanlar oldu,

    ama ne evsizlik ne de açlık tehlikesi ile karşı karşıya kaldık.

    yetersiz beslenme konusu tartışılıyordu ama kıtlık yoktu memlekette.

    şimdi ise...

    kriz var. öyle bir kriz ki, elektrik, doğal gaz, benzin vs. devamlı zamlanırken, büyük marketler stokçuluk yapmaya başladılar.

    bırakın ev araba almayı, ev kiralayamaz, kiraladığımız evde duramaz olduk.

    türkiye'nin hiçbir döneminde insanlar bu kadar rezil ve çaresiz bırakılmadılar.

    ve birileri halen çıkmış, "teğet geçti. bu kriz nedir ki?" diyor. lan her şeyimizi kaybediyoruz, birader! sen neyin hesabındasın? aloooo! hayırdır!?

  • ailece hayatımızı borçlu olduğumuz japon araba markası.

    1996 yılının ağustos ayında galeriden 0 km bir mazda 323 familia satın aldık. ne abs, ne asr, ne hava yastığı... o dönemler bu özellikler opsiyonel olduğu için biz kısıtlı olan aksesuar bütçemizi mal gibi klimaya ayırmıştık. dımdızlak bir arabadan bahsediyorum.

    mazdanın broşürüne baktığımı hatırlıyorum. bir kaza testi fotoğrafı... familia'yı korkunç bir süratle duvara çarptırırken... arabanın tamamen yokolan burnu ama en ufak hasara uğramayan yolcu kabini gözler önünde... "hadi lan ordan" dediğimi hatırlıyorum "koskoca motor nereye gitti dümbelekler?". cevabı alttaki açıklamalarda gizli: "önden darbelerde motorun yolcu kabinine girmesini önleyen özel katlanma ve parçalanma sistemi"

    vay anasını... japonlar yapmış! ama beni arabanın güvenlik unsurları ırgalamıyor. "nolcak lan! babam iyi şöför zaten"

    ***

    arabayı 2 ağustos cuma günü saat 20:00'da aldık. saatine kadar hatırlıyorum çünkü cumartesi sabahı tatile giderken, yani tam 12 saat sonra o büyük kazayı yaptık. bütün gece valiz toplayıp istanbul-antalya arasında şöförlüğe soyunan babam direksiyon başında uyumaya karar verince eskişehir'e 45 km mesafedeki bozüyük kavşağı'nda bir doğan slx'e, 90º açıyla ve tam 110 km süratle çarptık. kazanın etkisiyle biz kendi etrafımızda sayısız spin atarken tam ortadan kırılan diğer araç yerden metrelerce yükselip yere yan olarak düşmüş...

    ***

    kaza sonrası yaşadıklarımızı burada anlatmayacağım. aslında bu kadarını bile anlatmak sinirimi bozuyor ama kazanın boyutlarını anlamanız için gerekliydi. sonuç olarak annem, babam, o zaman 7 aylık olan kardeşim ve ben o arabadan sağ çıktık. benim dışımda kimsenin burnu bile kanamadı hatta...

    "tamam mazda sağlam araba ama bu kadar duygusallaşmanın alemi ne" diye soranlara söyleyeyim: kaza sonrası, aracı sigorta şirketinden mazda japonya'nın geri aldığını ve dünya fuarlarında dolaştırdığını öğrendim. yanına da şöyle yazmışlar "bu araçtan biri bebek 4 kişi sağ olarak çıkmıştır."

    hani fifth gear'da ya da başka programlarda arabaları gerek komik komik, gerekse de ciddi ciddi test ederler ya, işte ölüm kalım testinde de ben mazda koltuğunda oturuyordum. ve müteşekkir bir şekilde söyleyebilirim ki "mazda bu testi geçti"