hesabın var mı? giriş yap

  • bütün oryantalizmimizi yüzümüze vuran fotoğraflardır. azıcık da istanbul'u ve gece hayatını çekeymiş de dengeleseymişiz. fotoğraflar şekilli şukullu olsun derken(ki hepsi mükemmel gerçekten), ürdün'ün geri kalmış köyleri gibi çıkmış memleketimin her yanı.

    o sürücü belgesini niye çektin mübarek? memlekette eski ne varsa ifşa etmiş iyi mi.*

    yıllar sonra gelen edit: başlık başa kalmış. linki ben vereyim bari.

  • thorpe’un doğumu, tam adı ve etnik kökeni hakkında oldukça farklı bilgiler bulunmaktadır. kesin olarak bilinen thorpe’un yerli toprakları’nda doğduğudur ancak doğum sertifikası bulunamamıştır.

    thorpe 28 mayıs 1888’de abd’de oklahoma eyaletinin prague şehri yakınlarında doğduğu iddia edilmektedir. tam adının james francis thorpe olduğu söylense de bu kanıtlanamamıştır. vaftiz sertifikasında adı "jacobus franciscus thorpe" olarak kaydedilmiştir.

    annesinin ve babasının etnik kökeni farklı gruplardan gelmektedir. babası hiram thorpe’un irlandalı bir babası ve sac ve fox ulusu’ndan yerli bir annesi vardı. annesi charlotte vieux’nün babası fransız, annesi ise büyük sac savaşçısı şef black hawk’un (kara atmaca) soyundan gelen bir yerli idi. sac ve fox olarak yetiştirilen thorpe’un yerli dilindeki adı parlak yol anlamına gelen wa-tho-huk idi. sac ve fox ulusu’nda gelenek olduğu üzere thorpe doğumu sırasında meydana gelen bir olaydan esinlenerek adlandırılmıştı. doğduğu kulübeye giden yolu güneş ışığının aydınlatması üzerine kendisine bu isim verilmiştir. bazı bilgilere göre hiram thorpe’un beş karısı ve toplam 19 çocuğu olmuştu ve bu çocukların en az on biri vieux’dendi. katolik olan annesi thrope'u inançlı olarak yetiştirmiştir.

    thorpe ikiz kardeşi charlie ile birlikte stroud, oklahoma’daki yerli okuluna gitti. dokuz yaşındayken kardeşi charlie zatürreden öldü. okula kardeşinin yardımıyla devam eden thorpe kardeşinin ölümünden etkilendi ve birkaç kere okuldan kaçtı. bunun üzerine hiram thorpe oğlunu bir daha kaçmaması için lawrence, kansas’ta şu anda haskell yerli ulusları üniversitesi adıyla bilinen okula gönderdi. iki yıl sonra annesinin ölümüyle birlikte depresyona giren thorpe, babasıyla birkaç kez tartıştıktan sonra okuldan kaçarak bir at çiftliğinde çalışmaya başladı.

    1904 yılında babasının yanına dönen thorpe carlisle, pensilvanya’da bulunan carlisle yerli endüstri meslek okulu’na girmeye karar verdi. bu okulda iken amerikan futbol tarihinin başlarında en nüfuzlu koçlardan biri olan glenn scobey "pop" warner ile çalıştı. aynı yılın sonlarına doğru hiram thorpe’un ölmesi üzerine thorpe bir kere daha okulu bıraktı. birkaç yıl çiftlikte çalıştıktan sonra carlisle’a geri dönerek atletizm kariyerine başladı.

    söylentilere göre thorpe atletik kariyerine 1907’de carlisle’da atletizm pistinden geçerken üzerindeki elbiselerle hazırlıksız olarak 1,75 metrelik sıçrayışla okulun yüksek atlamacılarını geçmesiyle başlamıştır.[9] bunun doğru olup olmadığı bilinmez ama kaydedilmiş en erken atletizm sonuçları 1907 yılına aittir. thorpe, atletizmin yanı sıra carlisle’da amerikan futbolu ve beyzbol, lacrosse (raket benzeri sopalarla oynanan bir tür çim hokeyi) ve hatta dans takımlarına da katılmıştır.

    ulusal anlamda ilk olarak 1911 yılında okulunun futbol takımında farklı pozisyonlarda oynayarak dikkati çekti. carlisle’ın harvard takımını yendiği 18-13’lük maçta takımının tüm sayılarını thorpe yapmıştır.[12] sezonu 11-1 tamamlayan carlisle sonraki sezon thorpe’un 25 "touchdown" ve 198 sayısıyla (12 maçta) ulusal kolej şampiyonasına katılmıştır. carlisle'ın 1912 yılındaki karşılaşmaları içinde, west point karşısındaki etkileyici 27-6’lık galibiyet dikkat çeker. thorpe’un yaptığı 92 yardalık touchdown takım arkadaşının yapmış olduğu penaltı yüzünden iptal edilmiş ancak thorpe bir sonraki oyunda 97 yardalık bir touchdown yapmayı başarmıştır. thorpe 1911 ve 1912 yıllarında amerikan ulusal karmasına seçilmiştir.

    o maç sırasında, daha sonra abd başkanı olacak olan dwight eisenhower thorpe’u engellemeye çalışırken dizini incitmiştir. eisenhower 1961 yılında yaptığı bir konuşmada thorpe’tan şöyle sözetmiştir: "zaman zaman doğuştan üstün yeteneklere sahip insanlarla karşılaşırız. aklıma jim thorpe geliyor. hayatında bir kere bile antrenmana çıkmamıştır ama bugüne kadar gördüğüm futbol oyuncularından daha iyi oynayabilirdi.

    futbol, thorpe’un en sevdiği spordu ve hep öyle kaldı. atletizm pistine ara sıra çıkıp yarışıyordu. yine de thorpe asıl ününü atletizm ile kazanmıştır.

    thorpe, carlisle’da tanıdığı ıva miller ile 1913 yılında evlendi. çiftin dört çocuğu olmuştur: jim jr. (2 yaşında öldü), gale, charlotte ve grace. thorpe’un zaman zaman çok fazla içki içmesi çiftin 1924 yılında boşanmalarının büyük ihtimalle ana sebebidir.

    thorpe 1926 yılında freeda kirkpatrick ile evlenmiş ve dört oğlu olmuştur: carl, william, richard, ve john. spor yaşamı sona erdikten sonra thorpe ailesini geçindirmek için çabalamıştır. spor dışında çalışmayı zor bulan thorpe hiçbir zaman bir işte uzun süre tutunamamıştır. büyük buhran’ın da işleri zorlaştırması thorpe’un işten işe geçmesine neden olmuştur. çeşitli sinema filmlerinde figüran olarak yer almış, özellikle de kovboy filmlerinde yerli şefi rolünü oynamıştır. ayrıca inşaat işçiliği, bar fedailiği de yapmış ve 1945 yılında kısa bir süre ticari yük taşıyan gemilerde tayfa olarak çalışmıştır. bundan dört yıl önce de eşi thorpe'tan boşanmıştır.
    1950’lere gelindiğinde beş parasız kalan thorpe dudak kanseri nedeniyle hastaneye yatırıldı.
    üç yıl sonra, üçüncü eşi patricia askew ile lomita, kaliforniya’daki karavan evinde akşam yemeği yerken üçüncü kalp krizini geçirmiş, suni teneffüs ile kısa süre için hayata döndürüldükten sonra bilincini yeniden kaybetmiş ve 28 mart 1953 günü 65 yaşında ölmüştür.

    kaynak ve daha fazlası için: wikizero.biz

  • twitter'da görüntüleri paylaşan arkadaşın gönderisi altına haber muhabirlerinin "ben bilmemkim, görüntüyü paylaşabilir miyim?" diye izin istemesi ve bu muhabirlerin yabancı olması; öte yandan türk medyasının izin almadan-sormadan görüntüleri kafalarına göre alıp paylaşması daha trajikomik.

    yabancı abi, medeniyetin gözünü seveyim.
    kaza için: çok geçmiş olsun.

  • çığırından çıkmış hayat pahalılığıdır.

    5lt ayçiçek yağı - 55 tl
    1kg tereyağ - 60 tl
    10 kg toz deterjan - 56 tl
    1 kg tam yağlı beyaz peynir - 50 tl
    1kg çay - 30 tl
    1kg kaşar peynir - 58 tl
    32'li tuvalet kağıdı - 34 tl
    1kg kıyma - 55tl (kasap kıymaları 70tl)
    ... liste böyle uzayıp gidiyor.

    kış geldiği için daha bot ve mont fiyatları var 400, 500 ve üzeri diye gidiyor.

    kur sebebiyle(!) artık alınmasıı imkansız hale gelen elektronik aletler var ve buradaki fiyat artışları korkunç seviyede .

    cep telefonlarının en kötüsü 2500 tl'ye dayandı 13bin tl'ye bile telefon satılan bir ortam var . sistem özellikleri en düşük laptopların fiyatı 4k - 5k lara dayandı, adam akıllı pcler 10- 13k ve üzeri diye devam ediyor. gaming sandalyesi yerine kamp sandalyesi anca alabiliyoruz. . ekran kartlarının fiyatları avrupa da satılan araba fiyatlarına eş değer. diğer ülkelerdeki gençlerin haftalık çalışarak alabileceği ps5 lerin ülkemizdeki fiyatı yaklaşık 4 asgari ücret seviyesine denk geldi.

    ve tabii ki ikinci el araba fiyatları. ülke durumunun halini bu kadar açık bir şekilde gösteren başka bir piyasa olamaz. burada bir twitter hesabında gördüğüm fotoğrafları atıyorum yorum sizin.
    1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8.

    edit : gıda fiyatlarının çoğu ortalama markalar, en iyi markaları seçmedim bilginiz olsun.

  • sedat peker'in yakalanmasını ya da öldürülmesini en çok isteyenlerin başında kendisi geliyor. böyle bir durumda çıkıp 'söylediklerinin hepsi deli saçması' diyecekti ve yoluna devam edecekti. allah ayağına taşlar dolasın veysi. bastığın yerler çukur, tutunduğun dallar çürük olsun. amin.

  • sevgili dostlar,

    algı yönetimi konusunda bilgiye aç kitlelerin ve yaşamın zorluklarına karşı elimizde ufacık da olsa bilimsel psikolojik bilgiler olsaydı da ihtiyaç duyduğumuzda kullansaydık hatta çoluğumuza çocuğumuza öğretseydik şeklinde düşünenlerin hocası bendenizin yepyeni yazısına hoş geldiniz.

    girizgahı çok uzatmadan bugün paylaşacağım ultra gizli, top secret tekniklere başlayalım.

    buyurunuz.

    teknik ena

    bir işyerinde veya okuldasınız. ortam oldukça dedikoducu. tüm gün sabahtan akşama kazanlar kaynıyor. meraklı melahatlar her günün her saati insanlar hakkında türlü bilgileri itinayla toplayıp oda oda veya sınıf sınıf gezip dağıtıyorlar. buraya yeni başladınız ve insanlarla ters düşmek istemiyorsunuz. öyle bir dedikodu ve gıybet fabrikası kurulmuş ki kazara oranın gedikli kıdemlilerinden biriyle ters düşerseniz arkanızdan konuşa konuşa nükleer bomba yemiş fareye çevirirler.

    işyerindeyseniz işinizden olur, okuldaysanız orada barınamazsınız.

    peki ne yapacaksınız ?

    kendinizi tamamen içinize kapatmanız da mümkün değil çünkü siz konuşmadığınız zaman bu sefer arkanızdan uydurmaya başlayacaklar.

    işte çözüm.

    kıdemli orgeneral rütbesinde bir gıybetçi size yaklaşıp hayatınız veya başkaları hakkında sorular sormaya başladı mı diğerlerinin arkasından mutlaka en iyi şeyleri konuşun. o insanlar hakkında takdir edebileceğiniz özellikler düşünüp övdükçe övün. yalnız yalan olmasın gerçekten de her insanın övülüp takdir edebilecek mikron boyutunda da olsa iyi özellikleri vardır.

    bunu yaptığınız zaman iki şey olacak.

    sizden zehirli gıybetler toplamaya gelenler bunun karşılığında ağzınızdan şifalı bal kaymaklar döküldüğünü duyunca bundan tiksinecek. çünkü zehirle beslenenler şifalı şeylerden alerji olurlar. sizi da fazla takip etmeyecektir.

    iyi kötü her lafı taşıyanlarsa sizin bu iyi laflarınızı ve övmelerinizi yemeden içmeden ve harfi harfine mutlaka sahiplerine ulaştıracakları için kısa zamanda işyeri veya okulda popüler, sempatik ve herkesin sevdiği biri olabilme imkanınız olacaktır.

    böylece gıybet fabrikasını kendi kişisel imajınız ve güvenceniz için kullanmış olacaksınız.

    genel olarak da her kim olursa olsun insanların arkasından sadece güzel şeyler söylemeyi kendinize hayat düsturu olarak edinin derim.

    teknik dio

    bir arkadaşınız yeni öğrendiği bir bilgiyi veya belli bir çalışmadan sonra ulaştığı sonucu size aktardığı zaman bu konuyu önceden bilmenize rağmen "aa evet biliyorum" şeklinde bilmiş bilmiş cevap vermek yerine "aa evet haklısın" şeklinde cevap verin. böyle bir cevap hem karşı tarafı değerli ve önemli hissettirir hem de ukala bir algı üretmenize engel olur. her şeyi biliyorum diyenler pek sevilmez bunu da aklınızın bir köşesine yazın.

    teknik tria

    uçakta gidiyorsunuz diyelim. yan koltuğunuza densiz ve edepsiz biri denk geldi. koca bir un çuvalı gibi yayılıyor ve kollarını da sizin koltuk kolçağına park etmiş. bütün buralar benim havalarında. ya da başka sizinle sürekli muhabbet etmek istiyor. sizin de keyfiniz yok veya uykunuz var hatta üzerinde çalışmanız gereken konular var. kısacası konuşmak istemiyorsunuz. bu iki durumda da yanınızdaki densizi veya konuşma makinesini uyarmanız çoğu zaman hem işe yaramaz hem de tüm yolculuğu stresli şekilde geçirmenize sebep olur. işte size çözüm. koltuğun ön tarafında bulabileceğiniz kusma torbasını çıkarın ve içine bir iki kez kusarmış gibi yapın. mucizevi bir şekilde demin yayılan deniz anası arkadaşımızın korkulu gözlerle içine kaçmış salyangoza döneceğini ve çenesi durmayan kişinin de kendisine ilgilenecek başka alanlar bulabileceğini görebilirsiniz. herkeste işe yaramayabilir ama denemekte fayda var.

    teknik tesera

    moraliniz bozuk, modunuz düşük. ne yapsanız kendinize gelemiyorsunuz. hemen teknolojiyi kullanın. takın kulaklıklarınızı ve müzik dinlemeye başlayın ancak burada çok önemli bir şey var. dinlediğiniz müzik olduğunuz ruh halini değil olmak istediğiniz ruh halini yansıtmalı. örneğin üzgünseniz ve neşeli olmak istiyorsanız neşeli müzikler, bezginseniz ve enerjik olmak istiyorsanız enerjik kıpır kıpır müzikler dinleyin. müziğin, ses titreşimlerinin insan zihni üzerinde kesin kes etkisi vardır ve bu ilk çağlardan beri bilinir. yapabileceğiniz en büyük hata üzgün olduğunuz zaman gidip depresif müzikler dinlemek ya da bezginseniz oturup ninni gibi yavaş müzikler açmaktır. sakın yapmayın.

    teknik pende

    ofistesiniz, aynı odada oturduğunuz ve sürekli kalkıp masanıza gelerek sizi lafa tutan boş boğaz ve işi gücü olmayan bir tip var. siz tam bir şeylere konsantre olmaya çalışırken elinde kahve fincanı geliyor masanızın başına ya dün oynanan maçtan veya annesinin ayağındaki nasırlardan bahsediyor. susmak ve gitmek bilmiyor. arkadaşım kapa çeneni deseniz de sorun çıkacağı kesin. işte size taktik. bir bahaneyle masanızdan kalkın. örneğin köşedeki sebilden su doldurmaya gidin veya uzaktaki fotokopi makinesinden fotokopi çekin. gözü dönmüş laf cambazı konuşmaya ara veremediği için konuşa konuşa sizi takip edecektir. daha sonra kendi masanıza geri dönmeyin bunun yerine onun masasının yanına gidin içgüdüsel olarak kendi masasına gidince koltuğuna oturacaktır çünkü insanlar aynen çoğu hayvan gibi alan sahiplenicidir. koltuğuna oturur oturmaz hemen konuşmayı kesin ve masanıza dönün. büyük ihtimal peşinizden gelmeyecektir. bir deneyin bakalım ne olacak. bunu beş altı kere yaptıktan sonra artık masasına gidecek başka kurbanlar arayışına girebilir.

    evet bugünkü pratik tekniklerimiz bu kadar

    böyle konuları seviyorsanız you tube kanalıma abone olmanız kendinize yapacağınız en büyük iyilik olacaktır.

    buyrun bizim mekan burası, kanalda görüşmek üzere

    https://www.youtube.com/c/aydınserdarkuru

    sevgilerimle

  • “amerikan rüyası”, “taşı toprağı altın!”, “özgürlükler ülkesi” gibi tanımlamalar, sıklıkla hollywood filmlerinden duyduğumuz, kitaplarda gördüğümüz amerika algısının tezahürüdür.

    birçok araştırmacı, durumun şu anda tam olarak böyle olmadığını söylese de, dünyanın süper gücü amerika’nın bu tanımları “ekonomik” olarak bir dönem barındırdığı doğrudur. dünya üzerinde bulunan en zengin şirketler neden amerika’da? fakir bir ailede yetişip de, ekonominin zirvesine nasıl oturabiliyor bu ülkenin insanları?

    sizi, amerikan rüyasının nasıl oluştuğunu anlamak için, amerika’nın kuruluş yıllarına doğru kısa bir gezintiye çıkaralım. amerika kıtasının beşeri geçmişini tanımak, şu an geldikleri noktayı kavramak için oldukça önemli.

    o halde başlayalım.

    1. ispanyol keşifleri ve amerika kıtası’na giriş
    1516 yılında juan diaz de solis adlı denizci, bölgede gümüş bolluğu olduğu için rio de plata (gümüş nehri) ismini verdiği güney amerika’nın doğu sahillerinden kıtaya giriş yaptı.

    yerel halk olan charrualar ise bu ziyareti düşmanca karşıladı ve solis’i sopalarla döverek öldürdü.

    daha sonra ispanyol hükümeti nispeten daha az barışçı bir girişim ile pedro de mendoza önderliğinde ilk yerleşimci koloniyi yolladı. iklimi çok güzel olduğu için buenos aires (iyi havalar) adı verilen bölgede şehirleşmeye başlayan ispanyol kolonisi, kısa süre sonra her şeyin iklim olmadığını anladı.

    zaten geliş amaçları hiçbir zaman güzel bir şehir yaratmak değildi. bu yüzden kısa bir süre bu bölgede kaldıktan sonra asıl amaca odaklanmaya başladılar. altın ve gümüş kaynaklarının sömürülmesi ve zor kullanarak yerli halktan iş gücü yaratılması amacıyla batı’ya, inka topraklarına doğru yöneldiler.

    bugünkü paraguay sınırlarında yaşayan guarani halkını esir edip prensesleriyle kendi soylu sınıfının evliliklerini sağlayan ispanyollar, sistematik sömürülerine başladı. takip eden yüz yıl boyunca ispanyollar güney amerika’nın orta, batı ve güneyinde büyük topraklar elde ederken; portekiz de şimdiki brezilya topraklarına yerleşkelerini kurdu.

    bütün bu süreçte ispanyol ve portekizliler sömürgelerinde şu mantığı izlediler: halkları tanı, liderlerini esir et, halkı gümüş ve altın için çalıştır. zorbalığın tam tasviriydi bu.

    2. aztek krallığı’nın çöküşü
    aztek imparatoru montezuma, koloni tehdidini uzun yıllar dikkatle izledi ve müdahalede bulunmadı. tehdit kendisine geldiğindeyse barışçıl bir politika izledi. yıllar sonra ortaya çıkan ünlü rahip bernardino de sahagun’un florentine kodeksi’nde 1560’lı yıllara denk gelen şu açıklamalar ile aztek krallığı’nın çöküşünü anlayabiliyoruz.

    "ve ispanyollar iyice yerleştiklerinde, kentin bütün hazinelerini ele geçirmek için derhal montezuma’yı sorguya çektiler (…) büyük bir şevkle altın aradılar. ve bunun üzerine montezuma onlara yolu gösterdi. etrafını sarmışlardı (…) sıkı sıkı tutuyor, bırakmıyorlardı.

    ve ambara vardıklarında, teocalco adındaki yere, tüm o şaşaalı şeyleri ortaya döktüler: parlak kuş tüylerinden yelpazeler, gereçler, kalkanlar (…) buruna takılan hilal şeklindeki altın takılar, bacağa takılan altın bilezikler, altın pazıbentler, altın taçlar.

    ardından altını ayırdılar (…) derhal bir ateş yakıp (…) tüm değerli şeyleri ateşe verdiler. hepsi yandı. ve ispanyollar tüm altını külçeler haline getirdiler (…) ve ispanyollar her yeri gezdiler (…) her şeyi aldılar; görüp beğendikleri her şeyi."

    3. inka medeniyeti’nin esareti
    1532 yılında, inka imparatoru atahualpa, güneş tanrısı inti’nin tapınağını soyan ispanyollara çok kızgındı.

    ispanyollar, ellerindeki silah gücü sayesinde atahualpa’nın iki bin kadar muhafızını katletti ve imparator’u esir aldı. inka halkına “bir oda dolusu altın ve iki oda dolusu gümüş” karşılığında krallarının bırakılacağı söylense ve talep karşılansa da atahualpa 1533’te boğularak öldürüldü.

    takip eden yıllarda “mita” adı verilen inka iş gücünden oluşan bir sınıf yaratıldı. halk köleleştirildi, ispanyollara gıda ve maden sağlamak için çalıştırılmaya başlandı.

    ispanyol sömürüsünde temel esaslar vardı. tipik “böl, parçala, yönet” fikrinden ziyade, toplum içerisinde “encomienda, mita, repartimiento, trajin” gibi sınıfsal kurumlar yarattılar. böylece yerli halkın hayat standartlarını minimuma indirip, vakitlerini sömürmeyi amaçladırlar. bunu da toprakları kamulaştırıp halkı “yüksek vergi / düşük ücret” makasına alarak yaptılar ve latin amerika dünya üzerindeki en eşitliksiz bölge haline geldi.

    4. kuzey amerika’ya yerleşim
    kolomb, seferlerini tamamlayıp ispanyollara amerika yolunu açtığı sıralarda, ingiltere “gül savaşları” adı verilen bir iç çatışmayla mücadele ediyordu.

    yaklaşık yüz yıl sonra 1588’de ispanya kralı ıı.felipe, ingiltere’yi işgale kalkıştı ve şans eseri bozguna uğradı.

    ingiltere bu sürpriz zaferle avrupa’da yükselişe geçmeye başladı ve sonunda kendisi de sömürü yarışına katılabildi.

    fakat kuzey amerika aslında çok cazip değildi. bu tercihin sebebi tamamen seçeneksizlikti. altın ve gümüş madenleri, yerli iş gücü diğer sömürü devletleri tarafından alınmış olsa da, ingiltere bir yerden başlamalıydı. 1580’li yıllardaki başarısız birkaç denemeden sonra vazgeçmek istemeyen ingiltere 1607’de tekrar hazırlığını yaptı.

    5. virginia kumpanyası
    kaptan newport önderliğinde, dönemin ingiltere kralı ı.james’e ithafen jamestown adını verdikleri yerleşkeyi virginia bölgesinde kuran ingiltere, sömürü modelini ispanyollardan almıştı.

    fakat kuzeyde durum, orta amerika gibi değildi. orta amerika kabileleri, daha bireysel ve her kabile kendinden sorumluydu.

    kuzeyde, kaynak bakımından daha kıtlık olduğu için, burada wahunsunacock adlı bir krala bağlanmış 30 kadar kabile, birlik içinde hareket ediyordu. kral, yerleşimcilere kuşkuyla yaklaşsa da inka’lar gibi merkezi bir otoritesi olmadığı için oldukça tedirgindi. bu yüzden, ingilizlerle dostça ilişkiler kurmaya yeltendi. tehlike çanları çalmaya başlıyordu.

    6. hepimizin bildiği karakterler: john smith ve pocahontas
    çizgi filminden aşina olduğumu bu isimler, virginia kumpanyası’nın hayatta kalmasını sağladı.

    hiçbir sömürü modelinde, koloni kendi ürününü üretmez. ingilizler de aynısını yaptı fakat 1608 kışı geldiğinde başarısız yönetim hala sömürüyü başlatamamıştı.

    kaptan smith, ingiliz hükümeti tarafından başa getirildi. smith, hemen bir dizi ticari misyon oluşturdu. bu misyonların yazılı olduğu dokümanda elbette sömürü yöntemleri vardı ve bir şekilde wahunsunacock’un kardeşinin eline geçti.

    smith esir olarak alındı ve ilk kez bir ingilizle görüşen kral, onu öldürme kararını kızı pocahontas’ın ricasıyla ifa etmekten vazgeçti.

    ingilizler bu deneyimden ders çıkarmakta başarısız oldular ve uzun bir süre kıtlıkla mücadele etmek zorunda kaldılar.

    bu gidişatın doğru olmadığını ilk fark eden john smith’di. ispanyol sömürü modeli değiştirilmeliydi, çünkü şartlar tamamen farklıydı. inkalar ve azteklerin aksine, kuzey kabilelerinde altın yoktu. ayrıca iş gücü de yoktu. güneyde mil kare başına 400 kişi yaşarken, kuzeyde bu ortalama 2 kişiye düşüyordu. ingiltere için durum çok kötüydü.

    7. ingiliz kolonileri kıtlıkta
    bu sırada, ingiltere hükümeti ve kral james iyice sabırsızlanmaya başladı ve eski yöntemleri kullanmak istedi.

    wahunsunacock’a hediyeler yolladı ve koloni vasıtası ile kabile kralını ingiltere’ye davet etti. niyeti krala taç giydirmek ve bu sayede ingiltere krallığı hizmetine sokmaktı.

    fakat wahunsunacock bu oltaya gelmedi. koloni liderine bir yazı yazdı. ingiltere kralı’nın ayağına gitmeyeceğini ve bu yemi yutmayacağını söyledi. wahunsunacock, bu olaylardan sonra iyice sinirlendi ve koloniye ticari amgargo koydu. niyeti, koloniyi aç bırakarak teslim olmaya zorlamaktı.

    john smith, kral james’e bir mektup yazdı ve kumpanya’nın politikasında daha barışçıl bir yöntem izlemesine müsaade edilmesini, ayrıca bir dahaki gelen gemide mevcut kitle gibi kuyumcular değil, işçilerin yollanmasını istedi.

    koloni hayatta kalmak istiyorsa kendi üretimini kendisi yapabilmeliydi. kral bu isteği yerine getirdi ve smith’e marangoz, çiftçi, balıkçı, demirci, duvar ustası ve bahçıvanlar yolladı. smith, kabileler ile iyi geçinmeye başladı. ticareti kuvvetlendirdi ve koloni içinde “çalışmayan yiyemez” mantığını kemikleştirdi. böylece zor da olsa birkaç kışı daha atlatmayı başardı.

    8. ingilizler ölümle yüzyüze
    virginia kumpanyası, para getiren bir sömürü olması gerekirken hem büyük bir maddi külfet olmaya başlamış, hem de başarısızlıkları ingiltere’de hareketi destekleyen şirketleri zor durumda bırakmıştı.

    john smith’in önerilerinden bir kısmını dikkate alan yönetim, sir thomas gates’i kumpanya için vali olarak atadı. smith, kırgın şekilde ingiltere’ye döndü.

    gates yönetiminde koloni, daha büyük bir ızdırap yaşadı ve bir kışta nüfus yüzde doksan azaldı. yamyamlık yapan koloniciler bile görüldüğü kaydedildi. gates, koloniyi yöneten elit sınıf için geçerli olmayan ama yerleşimciler için çok ağır bir rejim olan “ilahi, ahlaki ve askeri yasalar” maddelerini yürürlüğe koydu.

    erkek ya da kadın hiç kimse, koloniden kızılderililere kaçamaz. kaçanlar ölüm cezasına çarptırılır.
    bahçe, bağ soyan, mısır başağı çalanlar ölüm cezasına çarptırılır.
    koloni üyeleri, kendi menfaatleri uğruna bir kaptan, gemici, yelkenci veya tayfaya bu ülkenin hiçbir malı satamaz ya da veremez. buna uymayanlar ölüm cezasına çarptırılır.
    bu yöntemin işe yaramayacağı aşikardı. birkaç yıl denendikten sonra büyük kayıplarla birlikte modelden vazgeçildi.

    9. birleşik devletler’in ilk adımı : headright sistemi
    kızılderilileri ve yerleşimcileri zorlamanın mümkün olmadığı 10 yıl da sürse anlaşılmıştı. geriye kalan tek seçenek, gönül almaktı.

    yerleşimcilere teşvikler sunulmaya başlandı. her bir erkek girişimciye 200 dönüm toprak ve kumpanya’ya getirilecek her aile ferdi ve hizmetli için 200 dönüm daha verileceği bir kampanya başlatıldı.

    yerleşimcilerdeki erkek bireylere koloni yönetiminde söz hakkı tanındı. bu ilk demokrasi girişimiydi.

    kuzey amerika’yı geliştirmeyi amaçlayan ingiliz eliti, ispanyolların yaptığı gibi ve tıpkı avrupa’da olduğu gibi hep bir üst sınıf yaratma girişiminde bulundu. fakat ingiltere’den gelen koloniler, aslında avrupa hiyerarşisinden bıkmış insanlardı ve kumpanyada sözlerinin geçtiğini biliyorlardı.

    koloni yönetimi ayakta kalmak için bu insanlara muhtaç olduğunu çok acı yollardan öğrenmişti. fakat inatla denese de neredeyse her girişim başarısızlıkla sonuçlandı.

    10. eyalet sisteminin başlangıcı
    eyalet sistemi, meşhur 13 koloni ile gelmiştir aslında. fakat bu maddede, neden böyle bir sistem gelmek zorunda olduğunu anlayacağız. bir üst maddede bahsedilen girişimleri ele alalım.

    en kapsamlı girişim, dönemin ingiltere kralı ı.charles tarafından yaklaşık 40 milyon dönümlük toprağın baltimore lordu cecilius calvert’e verilmesiyle oldu. maryland sözleşmesi, lorda tam istediği sistemi kurma imkanı sunuyordu ve yedinci maddede lorda tam yetki veriliyordu. baltimore, hemen feodal bir sisteme girişip toprakları kendi lordları arasında parçalara ayırdı. bu lordlar toprakları işleyecek ve baltimore elitine ödeme yapacaktı.

    bu girişimin çok benzeri de ashley-cooper tarafından filozof john locke’nin danışmanlığında carolina için yapıldı. temelde monarşi isteyen ve açık ifadelerle olası demokrasilerden kaçınmayı amaçlıyordu bu girişimler.

    gaddar bir sistem kuruldu ve saltanatvari “leet-man” adı verilen oluşumlar getirildi. leet-man, bir üstü olan landgrave’lere bağlıydı. küçük ve çok kısıtlı yetkileri olan bir parlamentoya sahiplerdi.

    maryland ve carolina girişimleri başarısızlıkla sonuçlandı. nedeni ise, yeni dünya’nın çok fazla seçeneğe sahip olmasından ileri geliyordu. avrupa’da işleyen sistem, burada kaynak bolluğundan ötürü işlemezdi. yerleşimciler, hemen alternatif yaratabiliyorlardı. bu yüzden, başarısız olan bu girişimler terk edildi ve yerleşimciler için daha fazla teşvikler konuşulmaya başlandı.

    halk, üretime bağımlı olan lordların altında kalmayacağını ve yaptırım gücünün olduğunu anlamıştı. daha fazla siyasal hak ve ekonomik özgürlük talep etmeye başladılar, ayrıca kendi toprakları olmasını istiyorlardı. bazı isyanlarla birlikte, baltimore bir meclis kurmaya zorlandı.

    meclis de ingiltere kralı’nı, baltimore ve lordlarının yetkisini kaldırmaya ve maryland’i bir kraliyet kolonisi olarak kabul etmeye ikna etti. benzer girişimlerle carolina için de aynı sonuç gerçekleşti.

    1720’li yıllarda kuzey amerika’nın genelinde benzer süreçlerden geçmiş 13 koloni, kendi valisinin altında ve kendi meclisi olan eyaletler oluşturmuştu.

    1774 yılında, ilk kıta kongresi bu meclislerin liderleri arasında yapıldı. dünya genelindeki diğer çağdaş toplumlardan çok daha bağımsız ve geniş siyasi haklarla uzun bir süredir çalışan bu sistemin, ingiliz hükümetinden kurtarılması gerekliliği konuşuldu.

    kuzey ve güney amerika arasında şu anda görülen büyük farkın nereden kaynaklandığı, şu ana kadarki maddelerden anlaşılmıştır.

    11. kendi içinde “birleşik devletler”
    kongreden sonraki gelişen olaylar, 1787’de philadelphia’da bir anayasa hazırlanmasına kadar gitti.

    birleşik devletler artık var olmuştu. fakat özgürlüklerin bu denli önemsendiği bir toplum, kaçınılmaz olarak kendi içinde de güç çatışmasına girecekti.

    bu toplum özgürlükçü olsa da, demokratik asla değildi. hiçbir eyalet kadınlara hak tanımamıştı. egemenlik erkeklerin elindeydi. philadelphia’da imzalanan anayasa belgesinde kölelik de yasaldı. güney eyaletleri mecliste daha fazla koltuk kazanmak için, nüfusa göre verilecek koltuk sayısında kölelerin de sayılmasını istedi.

    kuzey eyaletleri pek köle yanlısı değildi, ayrıca köle sayısı çok daha azdı. bu gibi tartışmalar, sonunda kuzey’in lehine sonuçlanacak olan iç savaş’ı doğurdu.

    savaş kanlı bir şekilde geçse de nispeten kısa sürede olaylar yatıştı. bunun sebepleri arasında, güney amerika’da ispanyol baskısından kurtulmak için daha büyük bir savaş veren meksika gösterilebilir. ispanyol yönetimini başından atan meksika, çok fazla soğumadan ve kendi idaresini düzeltmeden kuzey’de amerika ile savaşmaya başladı.

    iç savaşta olan komşusundan toprak alabileceğini düşünse de texas, arizona ve sonradan new mexico adı verilen topraklar da kaybedildi.

    buradan da güçlenerek çıkan birleşik devletler 19. yüzyılda yakaladığı sanayi devrimi rüzgarı ile daha fazla büyürken meksika daha da yoksullaştı.

    12. eyaletlerin oluşumu sürecinde amerikan ekonomisi
    tüm bu siyasi süreçler boyunca amerika topraklarında yaratılan yeni dünya, madencilik olarak temel geçim kaynağını oluşturmuştu. amerika, çok daha büyük toprakları olan çok fazla fırsatlar yaratabilecek bir yerdi. avrupa’nın köklü ormanlarına rağmen odun ihracatına başlamışlardı. bazı eyaletlerde tarım çok ciddi boyutlarda yapılmaya başlanmıştı.

    avrupa’nın, asya sömürgelerinde de durum çok iyi gitmiyordu. bir kısım eyaletler, köle ticaretinde çok ciddi bir piyasa oluşturmuşlardı.

    avrupalı halk, kuraklık ve savaşlarla boğuşurken amerika gelişmesini hızlandırmıştı. avrupalı zenginler akın akın amerika’ya göç ediyordu. ülke hem yatırımcı hem de iş gücü kazanmaya başlamıştı.

    13. amerikan rüyasının ilk oluşumları
    hala krallıklarla yönetilen avrupa’da, ekonomi elitlerin elindeydi.

    halk, lordları için çalışıyordu. alt tabakadan gelip üst sınıflara atlaması mümkün olmayan binlerce “parlak beyin” ziyan oluyor, fark edilmiyordu.

    patent sistemi geliştirilmişti fakat istismar ediliyordu. 1632 yılında ingiliz parlamentosu tekel kanunu’nu, kral her istediğine ayrıcalık sağlayamasın diye çıkarmış olsa da, sonradan amacı iş kuranlara münhasır haklar verilmesi doğrultusunda değiştirildi. elbette alt tabakadan kimsenin iş kurma yetkisi yoktu.

    amerika, böyle bir yer değildi. avrupa’dan göç eden herkes bu topraklarda eyalet yasasına göre büyük ekonomik özgürlüklere sahipti. bu yüzden avrupa’ya nazaran çok fazla ve kaliteli girişim oluyordu. bu amerikan rüyasıydı.

    14. “para” durumu
    avrupa, napoleon bonaparte’ın estirdiği savaş rüzgarları ile çalkalandığı sıralarda, amerika bir üst maddede bahsedilen sektörlerde hem sorunsuz hem de başarılı şekilde gelişimini sürdürüyordu.

    zaten madencilikle birlikte oluşturduğu para, üretimin büyük çoğunluğu içerde sağlandığı için, yine ülkede kalıyordu. birleşik devletler, bankacılık sektörünü oluşturmaya ve geliştirmeye başlamıştı. hatta birçok avrupalı, parasının güvende olacağını düşünerek bu bankalara yatırım yapıyordu.

    1830’lu yıllara gelindiğinde, birleşik devletler’de 27000 banka kurulmuş ve işliyordu. bu, aynı yıllarda meksika ve bütün güney amerika’da 50’li sayılardaydı. ve iki tanesi bütün piyasanın %60’ını kontrol ediyordu. birleşik devletlerde bu konuda oldukça eşitlikçi ve rekabetçi bir piyasa hâkimdi. devlet politikalarından bağımsız olarak bankalar hem yatırımcı çekiyor hem de üreticiye destek olabiliyordu.

    amerika artık sadece bağımsız ekonominin değil, zenginliğin de temsilcisi olma yolundaydı.

    15. teknolojik gelişim ve özgürlükçü ortam
    suyun fiziksel gücü fark edildiğinde, dünya tarihi için yepyeni bir çağ başlamıştı. ilk önce su çarkları ve arkasından buhar gücü ile sanayi devrimi ingiltere’de başlamış ve bütün dünyanın gündemine oturmuştu.

    buhar gücünün ilk kullanıldığı alan, tekstil sektöründe geliştirilen makinelerdi. pamuk üretiminin ve tekstilin mekanizasyonu, diğer sanayi dallarının da ilgisini çekti, verimliliklerde müthiş artışlar meydana geldi.

    bu fikir ve üretim akımı kuzey atlantik üzerinden birleşik devletler’e de sıçradı. amerikalılar, ingiltere’de başlayan bu teknolojik gelişimin sağlayacağı büyük ekonomik fırsatı görmezden gelemezlerdi. sanayi devrimi, avrupa’da ortaya çıksa da, amerika’da yepyeni bir boyut kazanacaktı. çünkü avrupa, zihniyet olarak sermayenin arkasındaydı.

    amerika ise üretim ve beynin yanındaydı. avrupa yalnızca lordların ve sermayedarların yeni girişimlerini desteklerken, amerika patent enstitüsü kurmuş ve sınıf gözetmeksizin herkesin projesini incelemeye başlamıştı.

    16. beyin göçünün getirileri
    bir fikriniz var ve hayata geçirmek için ilk ihtiyacınız elbette paradır. avrupa’da bir üst maddede belirtilen sebeplerden ötürü, yalnızca mevcut sermaye sahiplerinin girişimleri gerçekleşti. amerika ise herkes için bir cennetti.

    öyle ki, babası taverna bile işletmiş olan thomas edison, bugün bile dünyanın en önemli firmalarından birisi olan general electric (ksenofanex düzeltti) firmasını, tam da bu dönemde kurmuştu.

    1845 yılına kadar amerika’da alınan patentlerin %70’i düşük eğitim seviyeli ve ailesinden gelen bir itibarı olmayan mucitlerden oluşuyordu. birçoğu avrupa’dan göç etmişti. patentlerini alıyor, ürünlerini satıyor, şirketlerini kurup büyümeye başlıyorlardı.

    general motors’u kurmasına yarayan parayı, ürettiği “çift yönlü telgraf” makinesini western union firmasına 10 bin dolara satarak kazanan edison gibi birçok girişimcinin hikayesi avrupa ve diğer bölgelerde yayılmıştı. birleşik devletler, kapılarını bu tip mucitlere sonuna kadar açmıştı.

    17. geleceğin “teknoloji” olduğunun fark edilmesi
    komşularının aksine, geleceği şekillendirmeye daha yakın olan birleşik devletler, yalnızca kapıları açmakla kalmadı. 1820’lerde 400 kadar bankası varken, teknolojik gelişmeleri takip etmesi ve öngörülerinin sonucu 20. yüzyıla 27.000 banka ve yaklaşık 30 milyar dolarlık toplam aktif para ile giriş yaptı.

    bu, hem fikir hem de ekonomik özgürlükleriyle cazibe merkezi haline gelmesine neden olurken yarattığı rekabet piyasası da, bankaların düşük faiz oranlarında yarışmasına yol açtı.

    her banka, çevresindeki diğer bankalarla yarış içine girmiş ve düşük faizde rekorlara koşuyorlardı. birleşik devletler bu konuda yaptırım gücünü kullanmamıştı bile.

    yerli ve yabancı mucitler bu bankaların çok düşük faizli kredilerinden yararlanıyor, ürününü dünya piyasalarında satıp borcunu ödüyordu. banka hem ödeyenlerden hem de ödeyemeyenlerden kazanıyordu. birleşik devletler hükümeti hem bankaları hem de mucitleri destekliyordu. geleceği şekillendirecek teknolojinin öncüleri bir bir kıtaya geliyordu.

    burada hemen bir dipnot düşelim. bunu avrupa neden yapamadı?

    tıpkı meksika ve diğer güney amerika ülkelerinde olduğu gibi, avrupa ülkelerinde de bankacılık sektörü genelde onları tekelleştirmeye çalışan siyasetçileri beslemeyi severdi. amerika için böyle bir durum söz konusu bile değildi. çünkü amerikan halkı, siyasetçilerini seçebilme hakkına sahipti. bu yüzden bankalar ve müşterileri arasında ilişki mantıklı bir sistematik içerisinde ilerleyebiliyordu. avrupa’da böyle bir durum yoktu.

    18. amerikan rüyasının ilk ve en büyük ürünleri
    sanayi devriminin ilk büyük meyvesini yiyen caterpillar ile mr. holt’tur. kendi icadı olan tarım makineleriyle 5 işçinin yapacağı işi tek bir makineyle yapabiliyordu. amerikan bankaları da kendisine yeterli desteği verince büyümesi kaçınılmaz hale geldi.

    1800’lerde irlanda’dan, ingiliz baskısı yüzünden amerika’ya göç eden william ford’un, aynı düzenden yararlanıp ve hatta işleri bir tık ileri götürüp amerikan hükümetleri ile çalışmaya başlayan oğlu henry ford dünyaca meşhur ford markasını kurdu.

    tefecilerin eline bile düşmüş olsa da, amerikan sistemi sayesinde ayakta kalabilen cocacola. bunlar, hala devam eden girişimler olduğu için listeye alındı. bunun gibi yüzlerce firma var.

    19. hükümetlerin yönetim anlayışı
    aslında o yıllarda yapılan her 100 girişimin 70’i iflasla sonuçlanıyordu. fakat amerikan hükümetlerinden hiçbiri bu iflaslara ağır yaptırımlar uygulamadı.

    bankalarını da mağdur etmedi. eyaletlerin farklı vergi sistemleri uygulamasına müsaade etti. dolayısıyla temel bir felsefe etrafında kıvrak şekilde hareket edebilecekleri ekonomik bir zemin hazırlandı.

    yapılan bir teknolojik girişim için iflasla sonuçlandığı takdirde banka mucidin her şeyini elinden almıyordu ve şirketine ortak olmayı teklif ediyordu. tamamen profesyonel bir şekilde şirket yönetimini devralıyor ve mucidi yönetim derdinden kurtarıp teknolojisine odaklanmasını sağlıyordu.

    buradaki zararını da belirli oranda birleşik devletler kasası kapatıyordu. zarar büyük olduğundaysa, kıvrak hareketler başlıyordu. örneğin; bölgenin temel geçim kaynağı tarımsa, vergiler bir süre artırılıyor ve bankaların zararı karşılanıyordu. birleşik devletler, toplumsal kalkınma için robin hood rolünü üstleniyordu.

    20. ortak akıl olgusu
    birleşik devletler, sistem dinamiklerini her zaman ileri doğrultuda yönlendirdi. bu maddelerde bahsedilen zamanlarda ülkenin kalkınması için var gücüyle çalıştı.

    genellikle doğru kararlar almasındaki en büyük etken de çok uluslu yapı ve herkesin aslında “göçmen” olmasıydı. neredeyse hiç kimse (!) gelişimi destekleyecek öneri ya da projenin kimden geldiğini önemsemeden, ortak ve sorumluluk yüklü çalışmalar içerisine girdi.

    bir taraftan dünyaya pazarlanacak ürünler çıkartmayı hedeflerken diğer taraftan ülkenin kendi içinde de gelişimini sağladı. 1900’lü yıllarda savaşın içinde yüzen avrupa ve asya’ya nazaran, yaşanabilirlik açısından gözde bir ülkeydi. dünyanın en iyi demiryolu ve ulaşım hattına sahipti.

    hiçbir zaman demokratik olmadı. fakat ticaret ve kalkınma için en iyi ortamı sağlamayı genelde başardı. bu yüzden hemen hemen her girişimcinin, şirketin, mucidin, sanatçının, zanaatkarın amerikan rüyası oldu.

  • annesi hastaymış adresi bulamamış ilacını alamamış.

    bu da hayırlı evlat olarak gelmiş ve başka kadınlara sizi s.kerim, senin kafanı koparırım, öyle televizyonda gördüklerinize benzemem gerçekten s.kerim hepinizi diye tehdit ediyor hem de sağa sola yumruk atıyor dağıtıyor ortalığı.

    tebrikler delikanlı. annene selamlarımızı ilet senin gibi bir yaratık yetiştirdiği için.

  • halkın cahil ve vandal kısmının zoruna gidecek hatta onlara ekşi sözlükte başlık açtırabilecek söylem. aktroller mesaide…

  • beğenin ya da beğenmeyin kılıçdaroğlu'na oy vermeyen herkes bunun ortağıdır. bu kaçaklar size veya yakınınıza zarar verdiğinde doktora veya polise gitmeyin. bunu siz istediniz.

    edit: kaçak yerine mülteci kelimesini kullandığım için bazı yazar arkadaşlar uyardı. teşekkürler, düzelttim.

  • ön edit: ne yazık ki piroculuğunuz kanınıza işlemiş, iyiyle kötüyü ayırt edemez olmuşsunuz. bu loser dedenin kaybettirdiği kaçıncı seçim. arkadaşım biraz aklınız varsa gerçekten bu adamı desteklemek için akşener'i hedef almazsınız.

    hayatımda dinlediğim en iyi konuşmalardan biridir.

    parti içine, ittifak ortaklarına, iktidara herkese gürledi.

    yemin ederim ardı ardına saplıyor. partiyi bundan sonra demir yumrukla yönetecek.

    helal olsun sana annem helal olsun.

  • ne yapmış ki? yedi düvelin işgalinden ülke mi kurtarmış, cephelerde savaşırken ölümden mi dönmüş? çökmüş bir imparatorluktan bir cumhuriyet mi kurmuş? borçsuz pırırl pırıl bir ekonomi mi yaratmış? domatese portakala fabrikalar kurup ülkesini mi kalkındırmış?
    hükmedemediği için attan bile düşmüş. fetöye söz geçiremeyip darbe yemiş. aldatılmış, kandırılmış. ülkesinin varlıklarını, topraklarını yabancılara satmış. ülkesinin namusu olan sınırlarını koruyamayıp mülteciler ile doldurmuş. 128 milyar doları kaybetmiş. ekonomiyi batırmış.
    edit: yok duramadım. böyle bir utanmazlık böyle bir yalakalık böyle bir sürüngenlik olamaz. dillerinizi içeri çekin artık yalamaktan zımpara oldu.