• bu gerçeği sizden yıllardır gizlediğim için üzgün değilim, pişmanlık da duymuyorum.

    arkadaşlar,

    maalesef hepiniz ölüsünüz.

    kimse bir anda bu gerçeği kabullenmenizi sizden beklemiyor. gözünüzün gördüğü rahatça uzanabileceğiniz bir yere geçin ve vaktinizden kısıtlamaya ihtiyaç duymadan okuyun.

    okuyun, çünkü en iyi yaptığınız şey her zaman bu oldu. tarihin başından beri her eyleminizde birilerine göstermek istediklerinizden fazlasını ifade etmeye çalıştınız. ifade etmeye çalışırken kendinizi geliştirdiniz, çıkarttığınız sesleri dahi birbirinizin anlayacağı şekilde uyarladınız, biıbirinizle ortak bir dil oluşturmak için var gücünüzle uğraştınız.

    fakat ne yazık ki sizler için bu fani dünya 31 aralık 1999 cuma akşamı sona erdi. o günden bu yana yaşadığınız her şey, bitiş tarihi belirsiz bir araf. sizden öncekiler en başından beri bir şekilde kaçınılmaz sonun nasıl olabileceği hakkında en azından aşağı yukarı bir tahminde bulunabilmek için matematik denen algıyı keşfedip geliştirdiler. sona erişmek için her gördüğünüze kendinizden anlamlar kattınız, başkalarını verdiğiniz manalara inandırmak için var gücünüzle uğraştınız. lakin bu taş ve toprak yığınında kendi etten kemikten hikayelerinizi yaşamak o kadar eğlenceli geldi ki, bir zaman sonra gerçek amacınızdan saptınız. müzik, edebiyat, sanat derken her başka anlam sizi kendinize farklı dünyalar kurma yolunda farklı gerekçelerle burada kalmaya ikna etti.

    en akıllınızdan en delinize, en sakininizden en hırçınınıza, en neşelinizden en hüzünlünüze, sizlere en saçma şekillerde sunulmuş tüm gerçeklikleri kimi zaman kolay, kimi zaman zor, son derece ustaca şekilde, tüm benliğinizle çiğnediniz, yuttunuz, hazmettiniz.

    neyse, ilk perde bitti, küçük bir mola. herkes irili ufaklı ihtiyacını görsün. bu arada etrafınızda olup biten her şeyi tekrardan gözden geçirin. en yakınınızdan en uzağınıza ulaşabileceğiniz tüm bilgilerin, tüm algılarınızın şöyle bir üstünden geçin. derin bir nefes alın, aldığınız nefesin her bir zerresini her bir hücrenize doyasıya doldurun, boşaltın. içtiğiniz suyun tadına doyasıya varın.

    ikinci perde biraz daha aksiyonlu geçecek, dönüşte kemerlerinizi bağlamayı unutmayın.
  • insan öldüğünü nasıl anlar sorusunu akla getiren başlık. ya da şöyle düşünelim öldükten sonra o kişi ya kendi dünyasında bir evren oluşturuyorsa? yani ölümündeki ağıtları duymadan ölüyorsun. belki o kazadan aslında kurtulmadın. ya da bu sabah aslında uyanamadın. ama sadece kendi yarattığın evrende sonsuzluğu yaşıyorsun. çok acı veriyor bu his. insanın hemen sevdiğine sarılası geliyor değil mi?
  • espri kasıntısı bkz'lı entrylerle tecavüz edilip öldürülmüş başlık. aynı bkz'lardan 2 tane olan var aranızda, dedeler gibi "ekşisözlük eskiden" demeyeceğim ama atılmamanız gerçekten mucize... gerçi siz gerçekten yaşıyorsunuz, yani yeni nesilin çoğu böyle yapacak bir şey yok malesef.

    tekrar başlığın içeriğine gelecek olursak;
    katılıyorum ancak yazarın şu an yazdığı doğrultuda değil. 2000 yılına girdiğimiz gibi 90'lar ve 80'ler gibi güzel yıllar bitti. ufak şeylerden zevk alınan, arkasında ciddi emekler gerektiren, bir şeye ulaşmanın nispeten daha zor olduğu, zor olduğu için emeğin değerinin bilindiği o güzel yılllar geride kalıp yerine "daha hızlı, daha çok, daha fazla, daha, daha, daha..." mottosunun benimsendiği gudubet 2000'li yıllar geldi. bakın 2018'e girdik 2020'ye yaklaştık ama 2000 senesi hala 80'ler 90'lar aurasını yakalayabilmiş değil.

    neden?

    e bi bok yok... şu an elinizde olan her şeyin nitelik olarak belki bir tık zayıfı var ama hayatınızda ciddi değişikliklere gebe olmuş ne var? internete yavaş da olsa (bi 90'lar değil) yine kolay giriliyor, cep telefonu yine var (hatta internet bile gelmiş cebe), toplu taşımaya aynı şekilde girip çıkıyorsunuz (kartlar değişiyor, bilet yok lan bileeeet). televizyondaki değişiklikler muazzam ama bi renksiz ekrandan renkliye geçecek kadar şaşırtıcı değil. tabi radyodan televizyona geçince şaşırtacak kadar hiç değil...

    peki sanat?
    müzik- ilerde isminin fazla anılacağını düşünmediğim pop şarkıcıları (tenzih ettiğimiz kaliteli şeyler yok değil ama türkiye'de nerdeyse hiç yok), o yıla belki az ötesine hitap eden geçici müzikler, şöhretler. stüdyolarda üzerinde dijital olarak fazla oynanmasıyla herkesin albüm çıkarabilmesi ama canlı performansta zıçırtması.

    fotoğraf- telefonlar ve software uygulamalarla, dijital fotoğrafçılıkla (ki öğrenmek için mükemmel bir cihazken tam bir sömürge makinesi oldu) herkesin fotoğrafçı kesilip eğitimli gözlere sırtını dönmesiyle kaliteli şeylerden mahrum kalması... geriye bile gidildi belki fotoğrafçılıkta kafa olarak.

    sizleri bilmiyorum ama ben 90'larda öldüm. şu an insanoğlu kanımı ve ruhumu emerek benden faydalanıyor, gittikçe büyüyor ama benim gibilerin de pili bittiğinde kontrolsüz çoğalarak üreyen bu beyinler sonunda enerji kaynağı bulamayıp sona erecek.
  • (bkz: keşke)
    (bkz: keşkenin ne demek olduğunu en çok bu gece hissediyorum)
  • sözlükte uzun zaman sonra okuduğum en anlamlı hikayenin adı..

    geceye bilmem ne bırak, onu bunu ifşa et, şuna buna salla, hakaret dolu entrylerle geceyi kirlet başlıklarından sonra, ilaç gibi geldi bünyeme..
    anlatımda bir estetik var be dostum en azından..

    teşekkürler!
  • 1999 yılının 31 aralık gecesinde bir grup askerle er gazinosunda bu akşam ölürüm'ü beşyüzüncü defa falan dinliyor ve kötü soslu fıstık yiyordum. bir yandan huzursuzdum nöbetçiler mahalleden içki alıp kafayı bulurlarsa komutan yarın ebemi siker diye sürekli nöbetçi astsubay ve uzmanı telsizle arayıp kontrol ettiriyordum.

    hiç unutmuyorum o dönemde arkadaşım olan ama aslında aşık olduğum sonrasında evleneceğim ve boşanacağım kadın gece yarısı beni aradı ve chris rea'dan the blue cafe'yi dinletti hemen ardından ben aslında aşık olmadığım ama sevgilim olan ve bir süre sonra ayrılacağım kadını arayıp sanki başka birine aşık değilmişim gibi uzun uzun sohbet ettim. kendimi bok gibi hissediyordum ve o sırada fonda ayna'dan gelincik çalıyordu. sohbetin bir noktasında telsiz anonsunu duydum "lumbar ağzına bir tüp kamyonu yaklaşıyor efendim, şoför amiral komutana benziyor!"

    tüp kamyonundan ütü çizgili kot pantolonu ve pötikareli gömleğinin üstüne giydiği gri kazağı ile inen amirali karşıladığımı net bir şekilde hatırlıyorum. o noktaya kadar her şey kontrolü zor da olsa kabul edilebilir sınırlar içindeydi. o andan itibaren geride kalan 19 yıla baktığımda başlığı açan yazarın iddiasının ne kadar makul olduğunu anlıyorum. ölmediysek bile gerçekliği değerlendirme yetimiz hasar gördü o aralar.
hesabın var mı? giriş yap