hesabın var mı? giriş yap

  • gazeteci barış pehlivan'ın ortaya çıkardığı durum;

    " pakdemirli’nin sakladığı skandal

    “çakmak çaksalar yakalıyoruz.”

    tarım ve orman bakanı bekir pakdemirli’nin bu sözünü duymamla telefonumun çalması bir oldu. arayan, bakanlıkta güvendiğim isimlerden biriydi.

    neler gizleniyor, bir bilsen” diye söze başladı. iddia üstüne iddia anlattı:

    meğer bakanlığa ait tüm bilişim sistemleri birkaç gün önce siber saldırıya uğramış. maalesef ki, ülkeye ait tüm tarım ve hayvancılık verisi de kaybedilmiş.

    açık söyleyeyim; inanmadım. doğrulamak için web adreslerini verdi.

    girdiğim her sayfa ya açılmıyordu ya da “bakımda” deniyordu.

    sözün özü: bu satırlar yazıldığı sırada hayvancılık ve tarım bilgi sisteminden veterinerlerin ilaç takip sayfasına kadar onlarca hizmete erişilemiyordu.

    yangından etkilenen çiftçilerin kayıtları bile sorgulanamıyor, afet bölgelerindeki arazi ve hayvanın verisine ulaşılamıyordu.

    hatta ve hatta bakanlık ile bağlı kuruluşlar arasında resmi yazışma bile yapılamıyordu.

    bakanlık kulisleri bu iddialarla kaynıyordu. öyle ki konuşulanlar şu yöndeydi:

    tarım ve orman bakanlığı’na bağlı kurumların bilişim sistemlerinin merkeze taşınması için 2020’de karar alındı. bu karar doğrultusunda geçen hafta süt üreticileri birliği’nin sistemleri taşındı. normal şartlarda uygulamadaki açıkları görmek için sızma testi yapılması lazımdı. ama iddia o ki; o güvenlik testi yapılmadan sistem çalıştırıldı.

    sonra da kaçınılmaz sonuçla yüzleşildi.

    bilinmez mi, hacker grupları kamu sistemlerini sürekli didikler ve açık arardı.

    ama işte liyakat sahibi insanları sorumlu koltuklara oturtmazsanız, olacağı buydu. öyle ya bu bilişim sistemlerinden sorumlu entegre idare ve kontrol sistemi daire başkanı son yıllarda kaç kez değişti?

    sona geleyim. şimdi ne mi olacak?

    iddia o ki, saldırganlar cryptolocker adı verilen zararlı yazılımla bakanlığın tüm veri tabanını şifrelemiş durumda. fidye istiyorlar ve böylesi saldırılarda ödeme yöntemi takibi zor olan bitcoin aracılığıyla gerçekleşiyor. cumhurbaşkanlığı dijital dönüşüm ofisi’nin ve türksat’ın da devreye girdiği ileri sürülüyor.

    acı olan şu ki, kaybolan hazine değerindeki verilerin yedeği de elde yok.

    düşünün; şu an biri sorsa tarım ve orman bakanı’na “ne kadar hayvanımız ve ekilebilir alanımız var” diye...

    bakan güncel bilgiyi paylaşamaz. "

  • vay be, yıllar önce recep ivedik serisi başladığında, recep ivedik figürü; kaba sabalığın, cahilliğin, barbarlığın temsilcisiydi.

    aradan geçen 20 yılda toplum o kadar geriye gitti ki, şimdi recep ivedik figürü, toplumdaki kültürel ortalamanın ilerisinde kaldı, doğa için mücadele eden, rantı ve ekonomiyi eleştiren, aktivist biri oldu.

    debe editi: sonbaharın güzelim yağmurları, güzel ve yalnız ülkemin onurlu insanlarına umut olsun.

  • 5-6 yaşlarında iken [1992-93] yaşadığım ve hayatta garibanlık sebebiyle başıma gelen en acı olaylardan birini paylaşmak isterim.

    izmir'in küçük bir ilçesinde yaşayan 5 çocuklu fakir bir aileydik. babam iş bulunca çalışan ama beş çocuğa yetişeyemen bir badanacı [duvar boyacısı] ydı.
    elektriksiz, susuz farklı evlerde aralıklarla 7-8 sene kadar rezilce yaşadık. ailecek yoksulluğun ve muhtaçlığın her türlüsünü gördük. camiden, mezarlıktan su taşıdık, pazar bitimi ucuz sebze meyve almaya, toplamaya gittik. daha neler neler...

    neyse, bir yaz akşamı annem ve 5 kardeşimle parktan eve dönmüştük. koşup oynadık derken o kadar susamışım ki, eve girer girmez hemen koşup tahta dolabın içindeki bulduğum ilk şişeyi kafama diktim. zira evde buzdolabı bile yoktu.

    ansızın içime bir ateş düştü, boğazıma bir bıçak saplanmış gibi oldu. can acısından ve boğazımdaki yanmadan sesim bile çıkmadı, gözlerimden kanlı bir yaş gelmeye başladı, boğuk sesler çıkara çıkara köpürmeye başladım. meğer evde aydınlanmak için kullandığımız gaz yağı bitmiş, annem de bakkaldan gazyağını yeni alıp gelmiş ancak aceleyle evden çıkarkan ulaşamayacağımız bir yere koymayı unutmuş.
    içtiğim suya benzer sıvı gazyağıymış. gırtlağım ve ses tellerim oracıkta parçalandı...

    annem durumu farkedince çığlık çığlığa beni kucağına alıp büyük ablamla birlikte hastanaye koştu, taksi vs çevrede yok, arabalarsa tek tük geçiyor. yolda babama ve sarhoş bir arkadaşına rastladık, onlar da geri dönüyorlarmış. bu kez onlar da peşimize takıldı bir süre sonra acil servise vardık. ben olanı biteni fragmanlar halinde hatırlıyorum. acilde önce litrelerce suyla midemi yıkadılar, daha sonra yine belki bir litre kadar zeytinyağını mideme bastılar ve ambulansla behçet uz çocuk hastanesi'ne bizi sevk ettiler.

    birkaç gün hastanede yatmışım, uyandığımda babam ve ablamın çok acıktıkları, simit alacak kadar bile paraları olmadığı ve benim kurtulduğuma dair sevindirici haberi ilçedeki anneme verecek bir telefonu edemediklerine dair bir yürek burkan bir konuşmaya şahit oldum. ikisi de yoksulluktan canlarindan öyle bezmişlerdi ki ben ayılınca önce usul usul sonra da hüngür hüngür ağlamaya başladılar. zavallı annem kim bilir o iki gün zarfında ne hissetti, nasıl kendini teskin etti bilemiyorum.

    kendimi toparladıktan sonra hastaneye babamın bir senet imzalayıp bırakarak bizi çıkardığını, ilçeye giden dolmuşlara yalvar yakar veresiye binerek eve geldiğimizi hatırlıyorum. boğazım ve ses tellerim aylarca kendine gelemedi, konuşamadım. az buçuk sesler çıkarmaya başladığımda da sesim ergenlik çağına yeni girmiş akordsuz bir oğlan çocuğu gibi çıkıyordu. fakat katı gıdaları belki bir sene kadar rahatça çiğneyip yutamadım.

    sonraki yıllarda hayatı toparlamak ve ailemin güçsüzlüğüne inat güçlenmek için elimden geleni yaptım, babamın babası, ablalarımın abisi rolüne büründüm, küçük yaşta çalışmaya başladım. para, pul, itibar, kariyer vs hepsini tek tek söke söke kimsenin de hakkına girmeden çekip aldım. ailemi yoksulluk girdabından bir şekilde çıkardım.
    ramazan ayları başta olmak üzere büyüdüğüm semtlerde tıpkı bizim gibi yoksul ailelere elimden geldiğince son 8-10 senedir yardım etmeye çalışacak bir hale geldim.

    kurt kışı geçirir ama yediği ayazı unutmazmış derler. soğuk su işi bende yıllar geçtikçe takıntıya dönüştü, o günden sonra asla ılık ve sıcak su içmedim, içemedim. yaz kış dolapta her daim soğuk su bulundurdum. beni yakından tanıyan evine gittiğim veya evime gelen herkes mutlaka soğuk su ikram etmeye yoksa da mutlaka ılık su dolu bardağın içine buz atıp getirmeye başladılar. zira kimseye açıklayamasam da o soğuk suyu içmezsem sanki yine içimin yanması başlayacakmış gibi hissediyorum...

    kıssadan hisse çevrenizde yardıma muhtaç birileri varsa mutlaka bir şeyler yapmaya çalışın, kimin hayatına nasıl dokunacağınızı bilemezsiniz...

  • yok keyifliymiş de tatlıymış da yok bilmem neymiş de .. bu şarkı dans pistlerinin missing'den beri gördüğü en üzücü parça olabilir.

    3 arkadaşımız var, ikisi erkek biri kız. çocukluk arkadaşı hatta ("i got this picture of us kids in my head"). sonra efendim kızımız çocuklardan biriyle (erkek #1 diyelim) çıkıyor. arkadaşlık devam ediyor falan filan. sonra her şey yolunda giderken diğer çocuğumuz (erkek #2) kızımıza vuruluverir. birden bire, her şey birden bire olur. artık güneş batarken kızın yüzüne çok güzel bir şekilde mi vurmuştur, kız bir esprisine gülerken çok güzel mi görünmüştür, denizden çıkarken saçını çok mu güzel savurmuştur (insert random memory here), bir şeyler olmuştur işte. artık erkek #2'nin hissettiği şey dostluktan ötedir.

    erkek #2 şansını dener, kız ile arasında bir şey de geçer, belki sadece konuşurlar, belki öpüşürler. çünkü aşkı bulmuşken şansını denememek günahtır ("cause it doesn't happen every day"), kız kendi arkadaşı da olduğu için şansını daha az korkarak dener ("kinda counted on you being a friend"). kız artık erkek #2 ile tek başına takılmamaya özen gösterir arkadaşlıkları için geri alınamaz bir şey yaşanmasın diye ("and we'll never be alone again" / "you made an offer for it, then you ran off"). kız onu fazla da dışlamadan bu işe bir son vermeye çalışır ("and all i hear is the last thing that you said" ).

    erkek #2 ne yapacağını fazla bilemeden öyle kalıverir. bir yandan erkek #1'in kızı pek de hak etmediğini düşünmektedir ("one thing i never see the same when you're 'round" / "i don’t believe in him"); sonuçta erkek #1 ve #2 de çocukluk arkadaşıdır ve birbirlerini iyi tanımaktadır. kız onun sırdaşı olmuştur artık bir nevi, ama o kızınki olmak, dertlerini dinlemek istememektedir çünkü onların birlikte olmasını artık pek de rahat kaldıramaz - ki düz 'iyi arkadaşlık' da onu tatmin edecek bir şey değildir belki de bundan sonra ("'i listened to your problems, now listen to mine' / i didn't want to anymore").

    sonuçta aşıktır en nihayetinde. ancak şansını yine zorlarsa ve kız yine istemezse bu sefer bu üçlü arkadaşlık da bozulur ve kızı belki de hiç göremez bir daha. ne yapacağını bilemez, sessiz kalır, mevcut durumu devam ettirir, ikisiyle de arkadaşlığını bozmaz ("now i thought about what i wanna say / but i never really know where to go / so i chained myself to a friend / cause i know it unlocks like a door").

    ancak takdir edersiniz ki erkek #2 mutsuzdur, çok mutsuzdur. yapacak bir şey de yoktur. ki şarkının en acıklı yeri de burasıdır belki de, gece dışarıda soğukta yıldızlar altında yürürken "öff bu ne böyle ya" duygusuna kapılır, üzüntüden, çaresizlikten hikayeyi anlatmayı bile bırakır :( - ("a thousand lonely stars / hiding in the cold / take it, i don't want to sing it anymore").

    erkek #2 kırılır, ama hiçbir şey kimsenin kontrolünde değildir sonuçta. kıza der ki ne yapayım, kızma bana, ben sana kızmadım ("don't get upset, i'm not with you"), hayat, kafalar karışık, debeleniyoruz falan filan...

  • şu videoyu yayınlamak bile aslında ne kadar acınası durumda olduklarının göstergesi. kaldı ki, erdoğan yürürken rahat değil videoda, iyice kasılmış.

    atanamamış gobbels'ten de anca bu beklenirdi zaten. şu an erdoğan'ın son rahatsızlığından haberi olmayanlara bile ulaştı bu video. çünkü bu adamı takip eden kitle belli. şimdi "lan ne alaka, dosta güven düşmana korku, yine ne oldu?" diye kafalarda soru işareti oluşturacak. kendi kendini imha etmek de böyle bir şey işte. süreç ilerliyor.

    "her şeyi durdurabilirsiniz ama zamanı durduramazsınız."

  • ilk tweeti atan aym değil, onun üyesi olan bir kişidir. kurumsal bir kimlik değildir.

    cevap tweeti atan içişleri bakanlığı maalesef tüy dikmiştir. devletin kurumu, sırf süleyman soylu kızıyor diye birini hedef alarak tweet atar mı?

    nerede devlet ciddiyeti? nerede kurumların saygı duyulası güvenilirliği?

    t: içişleri bakanlığı'nın tam bir lise ergeni gibi davranmasıdır.