hesabın var mı? giriş yap

  • ahmet davutoğlu'na göre "bizde böyle bir inanç var"mış.

    ben 35 senelik istanbulluyum böyle bir inançtan haberim yok.

    yavşaklığın da gereği yok. kimse sabrımızı test etmesin.

  • genelde 1980 öncesi videolarda insanların kibarlığı, konuşmalarının ve davranışlarının düzgün olması ilgi çekiyor. oradaki naif insanlar, günümüzdeki kaba sabalarla kıyaslanarak nostaljik duygular beyan ediliyor.

    çok da özenmeyin o devirlere bence. evet günümüzün insanları onlara göre oldukça kaba sabalar ama bunun bir gerileme olmadığından emin olabilirsiniz. türkiye kabaca 1980'lere kadar tipik bir tarım toplumu olarak kabul edilebilir. tarım toplumlarında geniş kitleler kırsal kesimde yaşarlar. kentlerde ise nüfusun az bir kısmı bulunur. bunlar tarım toplumunun yönetici kesimi ve seçkinleridir veya onların en büyüğünden küçüğüne kadar hizmet eden kesimleridir.

    yeri gelmişken türk soluna da sataşmadan geçmeyeyim. bizdeki sol, kemalizmin bir burjuva devrimi olduğu kanaatindedir. adamlar bakar kör resmen. sloganlara ve hayallere kaptırmışlar kendilerini ve gerçekleri görmekten aciz kalmışlar. mesela fransız ihtilali bir burjuva devrimidir; çünkü 1500'lerden sonra atlantik kıyılarına kayan dünya ticareti, zaman içinde bu bölgelerde geniş bir burjuva sınıfının oluşmasına sebebiyet vermiştir. fransa'da toplumsal yapı dönüşmüş ve gelirin büyük kısmını sağlayan burjuvazi eski feodal örgütlenmeyi yıkmayı hedeflemiştir. zira artık eski giysi dar gelmektedir. burjuva düşünürleri işe koyulmuş ve cilt cilt eserler vermişlerdir. bunlar din karşıtıdır çünkü kilise asilzadelerin müttefiğidir. düzenin yıkılması için kilisenin de altına dinamit döşemek gerekmektedir. yine siyasi fikirler de feodal rejimi elimine etmek üzerine kuruludur. fransız ihtilali kısaca budur.

    şimdi bize gelelim: bizde doğru düzgün bir burjuvazi yoktur ki, iktidarı ele alma raddesine gelsin de ihtilale sebebiyet versin. bizde her zamanki gibi klasik bir tarım toplumu ve onun saray içi darbeleri vardır. darbecilerin aparma sloganlarına, sağdan soldan çarpılmış yüzeysel fikirlerine aldanmayalım. bir burjuva devriminin olması için öncelikle palazlanmış bir burjuva sınıfının mevcudiyeti gerekir. türkiye'de burjuvazi ancak turgut özal'dan sonra serpilmeye başlamıştır. işte türk solunun hali budur. türkiye'nin tek gerçeğine bile temas etmekten aciz güruhtur bunlar. slogan atmaktan başka bir şey bilmezler. gerçi sol dediysek, o da lafın gelişi; bir tarım toplumundaki sol, ancak çakma soldur.

    bu kadar izahtan sonra asıl konumuza dönersek, tarım toplumunun kentlerinde gördüğümüz nezaket, incelik, kibarlık vs. tarım elitinin yani asilzadelerin hayat tarzının çevresel etkileridir. malumunuz, asiller pek de kibardırlar.

    ancak sanayileşme başladığında işin rengi değişecektir ister istemez. köylerden kentlere hücum eden kesimler beraberlerinde cehaleti, kabalığı da getireceklerdir. kentler, eski köylü yeni kentli olan lümpen sınıfın istilasına girecek* ve kültürel bir gerileme, yozlaşma görünümü verecektir. evet eskiye kıyas edince ilk bakışta böyle bir intiba edinmemiz normaldir. ancak görünüşe aldanmalım. modern bir sanayi toplumunun olmazsa olmaz aşamalarından biridir bu ve öyle veya böyle atlatılması gerekir. ilerde bu lümpen kesim, modern kent insanını oluşturacak ve zevkleri incelecektir.

  • amerikalı joe; 40 yaşında, evli ve bir çocuk babası. eşi ise ev hanımı. joe bir markette kasiyer olarak asgari ücret ile çalışıyor ve 1300 dolar kazanıyor. joe'nun dünyalar tatlısı oğlu jack, babasından bir dizüstü bilgisayar istiyor. joe ise oğluna dönüp oğlum bu ay maaşımı alınca 500 dolar köşeye atarız ve sana dizüstü alabiliriz diyor. sonrasında ise eşine, bir ay zorlanırız ama jack'in yüzü güler, mutlu olur oğlumuz diyor.

    türk mehmet; 40 yaşında, evli ve bir çocuk babası. eşi ise ev hanımı. mehmet bir markette kasiyer olarak asgari ücret ile çalışıyor ve 2400 lira kazanıyor. mehmet'in dünyalar tatlısı oğlu murat, babasından bir dizüstü bilgisayar istiyor. mehmet ise oğluna dönüp oğlum bu ay maaşımı alınca 750 lira köşeye atarız ve sonra bir dahaki ay da aynısı yaparız, sonra yine, sonra yine ve sonra yine derken 10 ayın sonunda sana dizüstü alabiliriz diyor. sonrasında ise eşine, bir yıl zorlanırız ama murat'ın yüzü güler, mutlu olur oğlumuz diyor.

    bu hayatı bir koşu yarışı varsayarsak, amerikalı bizden 10 kat hızlı koşuyor ve üstelik biz daha çabuk yoruluyoruz.

  • önce şaka sandım, baktım baktım anlamadım.

    sonra gittim derinlerden fularımı çıkardım ve taktım. inanamıyordum, fularlı halimle bile sadece selda bağcan ve frodo'yu tanıyabiliyordum. beynim almıyordu, o harf cümbüşünü ve selda bağcan & frodo birlikteliğini algılayamıyordu beynim.

    bu kadar marjinalliği yakalayamıyordu aciz, yobaz, anadolu çomarı bedenim.

  • bu kişiyi aşı yaptırmaya ve hastanede doğum yaptırmaya ikna etmek doğaya müdahaledir.

    bırakınız yapsın. doğal seleksiyonun işleyişine karışmayın.

    zayıf olan elensin.

    aşılar yüzünden zayıf olanlar hayatta kalıyor. zeka özürlüler çocuk doğuruyor. bende bundan sonra aşıya karşıyım anasını satayım.

  • herkesin hayatinda en az bir kere karsilastigi insan tipidir. genelde 40 yas uzeri teyzeler ve amcalardan olusan bir kitledir ayni zamanda. ben de sirf koridorda oturmamak icin bir sonraki seferi bekleyenlerden birisi olarak oldukca nefret ederim bu tiplerden ve her seferinde hicbir kriteri umursamadan yaparim uyarimi, araya muavini sokarsaniz daha da cesaretlenir bunlar, yapmayin, direkt kendiniz dalin olaya ki etrafina yandas toplayamasin. bi teyzeye demistim, pencere kenari benim yerim gecebilir miyim, diye de, ugrastirma gizim beni otur orda iste, demisti ben de bakislarimla oraya gecmek istedigimi belli etmistim de 9 saatlik yol boyunca osurmustu. bazen cok da zorlamamak lazim sanki. ne cikacagi belli olmuyor.

  • tur bisikleti ile uğraşıyorum, anadolunun bazı yerlerine pedal çevirdim. hani kıyıda köşede kalmış dağ köyleri falan, tamam çok lakap duydum da. köylerinden birinde resmen muhtar bize şunu dediler, git kahveye şerefsiz mustafayı sor size yer göstersin.

    kahveye gittik. mustafa bey orda mı dedik, hangi mustafa dediler. şerefsiz olanmış dedik. şerefsiz mustaaaf benim diye birisi kalktı. çok distopik bir anadolu insanımız var adam bide benimsemiş ya sdlkfsşdfşlsd.

  • "sizce yere düşen bir yaprak ölümden korkar mı? bir kuşun ölümden korkarak yaşadığını düşünür müsünüz ? kuş ölüm ne zaman gelirse ölümle o zaman tanışır. ama ölümden endişe duymaz. böcekleri yakalaması, yuva yapması, şakıması, uçmanın tadını çıkara çıkara uçmasıyla, daha çok yaşamakla ilgilenir. hiç kanatlarını çırpmadan rüzgar tarafından taşınarak gökyüzünde süzülüşünü izlediniz mi ? ne kadar ebedi bir zevk içinde görünüyorlar. ölümden endişe duymuyorlar. ölüm gelirse problem değil, yok olurlar. ne olacağı ile ilgili endişeleri yoktur, bir andan diğerine doğru yaşarlar. değil mi ? biz insanoğlu, bizler her zaman ölümden endişe ederiz. çünkü biz yaşamıyoruz. sorun bu. biz ölüyoruz. yaşamıyoruz..."

  • bir arkadaşın şöyle bir anısı var bununla ilgili:

    "sevgilim beni aldattı, seviyorum dedim affettim. sen şimdi bunun dırdırını çok yaparsın dedi, ayrıldı benden."