hesabın var mı? giriş yap

  • sonuçları trajikomik olabilir bunun. çocuk solak işte ne zorluyorsun sağ elini kullandırmaya.

    evet efenim gelelim olayın gerçeklik boyutuna. insanlarımız sol eli kullanmanın, yemek yemenin vesairenin haram olduğu düşüncesiyle çocukları sağ el kullanmaya zorlarlar genelde. pek sık görünür bu durum toplumumuzda.

    arkadaşlarımla birgün yürüyoruz yolda. bir tanesinin cep telefonu çaldı. çocuk durdu konuşmaya başladı; ama bildiğin durdu, yürümüyor. "hadisene cem, hadi yürü cem" dedik çocuk kıpırdamıyor. neyse sonra kapattı telefonu. neden yürüyerek konuşmuyorsun diye sordum. sonra başladı anlatmaya:

    "ben küçükken solakmışım, sol elimle yazmaya çalışıyorken bizimkiler 'oğlum sol elle yazı yazılmaz sağ elle yaz' diyerek zorladılar beni. şimdi iki elimle de yazı yazabiliyorum; ama böyle aynı anda iki işi falan yapamıyorum. yürürken telefonla konuşamıyorum, yürürken merdivenden çıkarken falan sakız çiğneyemiyorum" diye döktü içini garibim.

    sonra en bombası geldi:

    "bir gün patates kızartıyorum tavada. sol elimde kızarmış olan patatesleri aldığım tabak duruyor, sağ elimle de tavadan kızaranları alıyorum kevgirle. hani yağını süzmek için aşağı yukarı sallarsın ya kevgiri; ben de başladım sallamaya. sonra farkettim ki kevgiri değil, sol elimde tuttuğum tabağı sallıyormuşum, bütün patatesler yere döküldü."

    işte böyle de dengesiz olabilir çocuğunuz. aman diyim zorlamayın*.

  • ilk dersler... çukurdan biraz hızlı geçişimden sonra:

    "ooh, sik anasını evladım arabanın sik, babanın malı ne de olsa."

  • -uzun zamandır beklediğiniz tatile çıkış yolunda, o tatil yerinin nerelerinde hangi fotoğrafları çekip facebook'ta açacağınız albümün adını düşünüyorsanız..

    -en güzen manzaraya doğru ayaklarını uzatıp detayları yakalamak yerine seksi bir resmini çekip, başınız önünüzde instagram için renkleri vs ile oynuyorsanız

    -bir senedir görmediğiniz dostunuz, buluşup gittiğiniz barda size neler yaşadığını anlatırken masanın resmini çekip, mekan da check in yaptıktan sonra foursquare mesajı olarak "rasim'le keyifli bir akşam" yazmayı düşünüyorsanız..

    -yastığı tam belinize göre ayarlayıp, kahvenizi baş ucunuza koyup, daha bir kaç saat önce aldığınız kitabı hazır evde kimse yokken okumaya başladığınızda ve kitapta nefis bir aforizma ile karşılaştığınızda, o rahatınıza rağmen kalkıp telefonu bulup söz konusu aforizmayı tweet atıyorsanız..

    -dolmuşta, otobüste veya bir hareket anında gittiğiniz yere, o yere vardığınızda yapacaklarınıza odaklanmak yerine çevrenize bakıp sözlükte açacak başlık aranıyorsanız..

    artık başkaları için yaşamanın esareti böyle bir şey işte. paylaşım adı altında, gösteriş alt başlığı ile yaptıklarını,yaşadıklarını teknoloji ile beğendirme çabasının artık bir yaşam şekline dönüşmesi.

    not: işin komik tarafı herkes bunu yapınca kimsenin başkası için yaşadığını fark etmiyor oluşu.

  • öğrencilik hayatım boyunca, bilinçaltıma hep "kötü" anılar işlemiş öğretmen tipi, zâlım.

    eveeeeeet çocuklar, hadi birbirimizi tanıyalım. önce ben kendimi tanıtayım. adım alfa, soyadım beta. gama yıldır bu mesleği sürdürmekteyim. önümüzdeki bu bir yıl boyunca sizlerin epsilon bilgisi dersine gireceğim. umarım güzel bir eğitim-öğretim yılı olur.

    ben kendimi tanıttım, şimdi sıra sizde. ehi.* isim-soyad ve anne-baba mesleğini söyleyin. sağ baştan başla canım. (gözlüğün üzerinden bakmak sûretiyle parmağı ile kendisine göre sınıfın sol yanını işaret eder.)

    küçükken tabi insan anlamıyor, bu anne-baba mesleği söyletme merasiminin nedenini. sorunun altında yatan psikoloji, "öğrenciyi tanımaya çalışma çabası" olarak görülebiliyor ufağıken. fakat bu amatör eylemin sonuçları, öğrencilerde derin izler bırakıyor.

    +adım delta, soyadım zeta. babam çiftçi, annem ev hanımı.
    -evet çocuğum sen devam et.
    +adım ita, soyadım teta. babam mali müşavir, annem öğretmen.
    -aa, ne öğretmeni, nerede çalışıyor?
    +yota ilk öğretim okulunda, kappa bilgisi öğretmeni, örtmenim.
    -tamam yavrum sen devam et.
    +adım lamda, soyadım omikron. babam vefat etti, annem ev hanımı...

    bu muhtemel diyalogtan sonra, sınıf sessizliğe bürünür. "muhtemel"dir çünkü, her sınıfta anne veya babası vefa etmiş bir çocuğun olma ihtimali vardır. olaya sadece ölüm sertliği ile bakmayalım. her sınıfta, toplum normları tarafından "utanılcak" algısı oluşturan bir mesleği olan anne veya babaya sahip öğrenci olabilir. çocuk yaşta alın teri ile kazanılan paranın önemli olduğu, mesleğin çağrıştırdığı imgenin önemli olmadığını başkalarına anlatamayabilirsin. gerçi bunu başkalarına anlatmaya çalışmaya gerek yoktur fakat bu idrake varabilmek çocukken gerçekleşmeyebilir.

    yeni öğretmen ya da hocayla tanışılcak her sene başı zulümdür bu çocuklara. yetmezmiş gibi o gün ilk dersine giren tüm öğretmenler, sınıftaki öğrencilere anne-baba mesleklerini söyletir. bu yetim-öksüz çocuklara bu acıyı neden yaşatır bu öğretmenler?

    acaba, sınıfta "arkası" güçlü öğrenci var mı diye kontrol etme çabası mıdır bu? yoksa veliler toplantısında mesleğini bildiğiniz ebeveyne, usulüne göre hareket edebilme ön hazırlığı mıdır bu?

    iyi niyetli yaklaşayım bir de. sınıfta durumu iyi olmayan öğrencileri bulup onlara yardım edebilme ya da ona göre davranabilmek için yapılan bir tarama mıdır bu? eğer öyleyse, neden bu fecaat tüm sınıfın gözleri önünde gerçekleştirilmektedir?

    bu sorunun, çocuk ve sınıf psikolojisi üzerine etkileri detaylıca düşülümelidir. fosilleşmiş öğretmenlere belki durumun izhanı tebliğ edemeyiz fakat daha yetiştireceği yüzlerce-binlerce öğrenci olan genç öğretmenlerimiz, bu tehlikeyi idrak etmeliler.

  • oltayla tutulan balığın ağ ve torlarla tutulan balıklar gibi saatlerce acı çekmediği ve etinin bu sebeple daha lezzetli kaldığı.
    ilave: doğa bile küçük esnaftan yana

  • hasan şaş'ın golden sonra burnunu silmesi. daha önce çekmesi yazmışlar ama doğrusu silmesi olacak. 48 sene sonra katıldığımız turnuvanın ilk maçında brezilya gibi bir takıma karşı golünü attı ve sevinç olarak sadece burnunu sildi adam. tarihte bu kadar cool bir sahne hatırlamıyorum.

  • ''gelişmiş ülke, fakirlerin bile arabaya bindiği ülke değil, zenginlerin bile otobüse bindiği ülkedir.''

    -gustave petro

  • a) ders çalışmaktan kafasını kaldıramamış insandır.
    b) millettin saçma sapan kur yapma şekline bakıp, boşver lan ne uğraşıcam bunlarla, demiş insandır.
    c) hele bir üniversiteye gideyim de, sevgili falan da yaparız yea, şimdi bulsam birini nasılda üniversite zamanı bitecek, ne gerek var, diye düşünmüş insandır.

  • kendisi hakkinda yuzyillardir suren su "burada nasil yasiyorsunuz" geyigi gercekten baymistir. bak guzel kardesim, neredeyse 10000 tane entry girilmis bu sehir hakkinda, en az 5000'i "ay ankara cok rerorero" muhabbeti iceriyor. mal misiniz canim kardesim siz? isiniz mi yok? sevmediginiz her vilayetin basligina tek tek girip, yozgat'ta hayat cok monoton, kilis'in mutfagi guzel ama sehir iki hafta sonra insani sikmaya basliyor falan da yaziyor musunuz? ulan dogma buyume ankaraliyim, hicbir gun de bir ankaralinin cikip, "ankara ic anadolu'nun paris'i yahu", "maltepe koprusu'nden sehrin manzarasi gercekten gorulmeye deger, ozellikle de geceleri", "renkli gece hayatiyla ankara dunyanin en canli sehirlerinden biri dogrusu" gibi iddiali sozler ettigini isitmedim. dolayisiyla birinin tezini falan curutuyor da degilsiniz. ne gerek var abicim bik bik bik "ankara'da nasil yasanir anlamiyorum" geyiklerine?

    bak nasil yasanir anlatayim ben sana. ya da memleketin yarisi kpss'den iyi bir puan alayim da, ankara'da bir bakanliga kapagi atayim diye gotunu yirtiyor, iste onlara anlatayim. asti'ye adimini attin. hemen oyle mal gibi ilk gordugun taksiye binme. asti taksicileri dunya uzerinde gorup gorebilecegin en yavsak taksicilerdir. ya gazi iletisim'den biraz daha iceri yuru, oradaki taksi duragindan bin ya da asti'den hic cikmadan ankaray'a gecis yap. neyse ki birkac gun kalacak yerin var. ankara'yla ilgili en guzel seylerden biri bu belki de; herkesin ankara'da bir esi, dostu, akrabasi vardir. heh iste, simdi yillardir bu sehirde nasil yasadiklarina anlam veremedigin o ankarali yakinlarini kullanma zamani. uc-bes gun oyle takildiktan sonra, kolej'de bir ev tutarsin, kirasi maksimum 700 lira. muhit de tam bir ogrenci cenneti. beyaz esyalardan birini ikisini sifir alirsin belki ama komple evi sifir dosemek su asamada gereksiz. ogrenci cennetinin nimetlerinden faydalan, hemen bir ikinci elci bul evin yakinlarinda. evin eksigini gedigini nusr-et'te bir saslik parasina tamamlarsin. evi dosedik, ulasimi nasil yapalim? ev senin bakanliga, kizilay'a, tunali'ya, sali-carsamba-pazar pazarlarina bile yurume mesafesinde lan. daha ne olsun? sabah 9-aksam 5 memur insansin, her cuma ve cumartesi disari cikip takilacagim desen, sadece tunali'daki barlari 6 ayda bitiremezsin, ki muhtemelen buna gerek kalmayacak. bes-on bar gezdikten sonra goreceksin ki ankara'da hala mudavimcilik var. ayni mekana 4-5 kere ust uste git, bir bakacaksin ki mekanin yarisini taniyorsun. sen de saracaksin sonra bu mudavim kulturune. bir iki klasik barin olacak muhtemelen, sakin sakin icki icip sohbet edebilecegin, bir iki de muzik dinleyebilecegin, dans edebilecegin mekan olacak. bu kisimda ankara biraz sonuk. yine de her hafta birine gitsen, iki aylik dongun var. hatta aslinda daha cok var ama yasinin biraz geckin oldugunu varsayiyorum, bahceli, 7. cadde falan filan sana gelmez artik. yok illa caddede takilacagim diyorsan da, atliyorsun ankaray'a, hop bahceli'desin. trafik yok, metrobus yok, yaptigin hatanin farkina yeterince hizli varirsan, aktarma suren bitmeden tekrar kizilay'a donebilirsin bile. ne isi var oglum memur adamin 7. cadde'de falan?

    neyse bakiyorsun hava cok guzel, resmen bahar gelmis. kapiyorsun termosunu atiyorsun kendini segmenler'in cimlerine. moda cay bahcesi'nde ya da kordon'da ne yapiyorsan normalde, aynisini yapiyorsun iste. denize bakmak yerine insanlara bakiyorsun sadece, belki biraz da kopeklere. yaninda yamacinda kesin bir muzik tezgahi kurulmus oluyor, ya canli muzik yapan bir grup var ya da hevesli genclerden biri arabasini parka yanastirmis, dj'cilik oynuyor. bir sarki caliyor sonra ya da sana caliyormus gibi geliyor, termosta cay getirdigine pisman oluyorsun. sikinti yok. migros jet bes dakika uzaklikta. o sira aklina dusuyor, esi dostu arayayim onlar da gelsin diyorsun. tamam belki sehirde yenisin, pek samimi degilsiniz henuz ama segmenler'de bira icmek de ankara'nin "bogaza karsi raki"si, reddedilmesi zor. neyse biralari aliyorsun, sen daha ilkini bitiremeden arkadaslar geliyor. ankara'ya salliyorsunuz hep birlikte. hepinizin aklinda ayni soru var, nasil yasiyor insanlar bu sehirde? sonra bunu her hafta yapmak uzere sozleserek ayriliyorsunuz.

    vallahi iste boyle yasiyoruz.

  • 28 yil hayatimin askini bulucam diye dolandim durdum. sonunda buldum da. yaklasik iki yil ciktiktan sonra evlendik. ayaklarim yere degmiyordu. karninda kelebeklerin ucusmasi ne demek ogrenmistim. sonra bir gun bana baba olacaksin dedi. dedim ki ben bu hayatta hic yasamamisim. nasil bir mutluluk anlatamam. yasayanlar zaten bilir, yasamayanlar da umarim ogrenir. neyse uzatmayalim, gebeligin 24. haftasinda ogrendik ki bebekte gelisim geriligi var. sonuc husran tabi, 26 haftalikken kaybettik bebegimizi. arastirdik cocukta hic bir sorun yokmus. meger annesi, esim losemiymis. olsun dedik tedavisi var. mix tip cikti iyi mi(aml+all). 2.5 yil tedavi gordu, denenmedik kemoterapi kalmadi, 56 kilo olan esim 39 kiloya kadar dustu. habloid kemik iligi nakli yapildi. son alti ay esimden cok cocugum gibiydi. bebekler gibi her seyi icin yardima ihtiyac duyuyordu. annesi dahil herkes ya olsun ya iyilessin derken ben hep allahim her seyimi al ama esimi alma diye dua ettim. sonuc yine husran. 32 yasinda kaybettim. yaklasik 4 yil olacak. benim ic burkan detayim bu. bunu buraya niye yazdim onu da bilmiyorum.....
    edit: gelen mesajlar icin herkese cok tesekkur ediyorum. belki de bunun icin yazdim, belki cevremde anlaticak kimse kalmadi o yuzden onu bilemicem ama yazdigim icin memmunum.
    edit2: beni benden daha iyi anlayan yazar arkadaslarima cok tesekkurler. ozellikle "okurken sanki hayattan hep almak istedikleriniz varmış da bir türlü alamamışsınız, hep kursağınızda kalmış hevesleriniz gibi hissettim" diyen yazar arkadasa ayri bir tesekkur etmek istedim.

  • erdoğan türkiye cumhuriyet'i cumhurbaşkanı.

    büyük ortadoğu projesi eşbaşkanı.

    erdoğan cumhurbaşkanı ve attığı her adım önceden planlanıyor. thk'ın onursal başkanı ve thk'ın uçağı olmadığını söyleyerek kurum'u küçük düşürüyor.

    aslında bu konuşmaların hepsi bilinçli ve akp beyin takımı tarafından yazılan konuşmalar.

    erdoğan devletin kurumlarını bilerek ve isteyerek çalışmaz hale getiriyor. cumhuriyet kazanımları olan ve ülkeyi ayakta tutması gereken kurumlara gelince para yok? (tank palet, thk ) vs ama erdoğan'ın saraylarına gelince para var?

    bu cumhuriyet kurumlarının bilerek ve isteyerek güçsüzleştirilmesi ve kendisini yüceltmesi, şahsının izni olmadan kurumların çalışamaması vs. bunun planlı bir şekilde sistematik olarak yürütüldüğü ortada.

    cia ve mossad'ın devletleri içten çökertmek için diktatör yaratma, köklü kurumları yok etme stratejisi ile birebir ölçüşüyor.

    bir yandan afgan ve bir yandan suriye'li arapların ülkeye alınması ileride cumhuriyet için büyük hatta çok büyük sorunlar açacaktır. bu o kadar ileride değil 2023 gibi bu planlarını hayata geçireceklerini düşünüyorum.

    iran ve afganistan'ın 1950 lerdeki resimlerini herkes hatırlar işte atatürk olmasaydı türkiye şu anda iran ve afganistan gibi çoktan olmuştu bile. atatürk bu planları 70/80 yıl erteledi. ama şeytan ve şeytan'ın işbirlikçileri boş durmuyor. içerideki dahili ve harici bedhahlar ile planlarına devam ediyorlar.

    türkiye ve türk halkı kaderine teslim olmamalı, türk halkı için tek dileğim, inşallah henüz çok geç değildir...

  • birçok alanda sahip olduğu gücü vatandaşlarına hissettiren ülke.

    yasaklar kalktığından beri cuma günleri ofise gidiyorum. iş çıkışında da, bağlı olduğum partnerle yakındaki publardan birine bir şeyler içmeye gidiyoruz. dün de gittik, klasik ingiliz sohbeti havalar da çok bozdu, hafta sonu planınız var mı, covid de ne covidmiş arkadaş, seyahat yasakları vesaire.

    bir ara, benim oğlan da arkadaşlarıyla “wallet and passport day” yapamadı aylardır dedi. nedir dedim o, yeni bir deyim mi deyiş mi. yok dedi. bunlar birkaç arkadaş, her ay, yanlarına sadece 200 pound nakit -muhtemelen benim müdürün aylık gelirinin %1'i- ve pasaport alıp sabahın köründe havalimanına gidiyorlarmış, ekrandan bir uçuş seçip bütün günü orada geçirip, gece geri geliyorlarmış. o an, dedemin kirvesinin adına kadar bilgi verdiğim, alırken kırk takla attığım vize süreçleri, oha mcdonald's menü 120 liraya geliyor serzenişlerim geldi.

    başka kaç ülke vatandaşına böyle bir lüks sağlayabilir bilmiyorum.

  • zaten kpss demek memuriyet sınavıdır, üstelik öğretmenler kendilerini zaten gk gy + eğitim bilimleri + alan sınavıyla 3 defa kanıtlıyor, bunun üzerine 45 dk mülakat yapmak tam anlamıyla "siz kendinizi zaten kanıtlamış olabilirsiniz ama bizim tarikatçılar ve "yeğenlerimiz" 3 sınavdan da geçemedi, o yüzden onları sizin önünüze geçirmemiz lazım ki meb'e de bizim yeğenleri ve tarikaçıları atayabilme imkanımız olsun, mülakat olmadan atayamayız bizimkileri" demektir. mülakat bu ülkede nerede olursa olsun torpildir.

    ayrıca bakan "alanına hakim olup olmadığını mülakatsız nasıl anlayacağız, o yüzden mülakat getiriyoruz" diyor, halbuki alan sınavı da öğretmenler alanına hakimler mi değiller mi diye yapılıyor... yani nereden baksan saçma, nereden baksan kamuoyunu yanıltıcı bilgi.

    bir şimdi de diyor ki kpss %50 mülakat %50 olacak. şimdi hesap yapalım, kpss'den 80 almış bir liyakat sahibi öğretmenimiz ve 60 anca almış tarikatçı artığı aday var. 80 almış adama mülakatta 60 verdiler, 40+30=70 puan aldı. ama 60 alan tarikatçı artığına 90 verdiler, 30+45=75 puan aldı. yani kpss'den 80 alan adamın önüne 60 alan birini geçirdiler. hiç öyle lafı eğip bükmeye gerek yok, mülakatla hedeflenen budur. siz "komisyon karşısına kim gelecek bilmeyecek kayıt alacağız vs" deyip torpil yapmacaklarına inanıyor musunuz cidden?

    not: ayrıca 45 dklık mülakatın ne konuda olacağını da aday o an öğrenecek. öğretmen olan herkes bilir ki derse hazırlıklı gelirsin, konuyu öyle anlatırsın. bir öğretmene hazırlıksız 45 dk boyunca ders anlatmalı mülakat yapmak ancak eğitimle öğretimle uzaktan yakından alakası olmayan birinin yapacağı bir şey. bunu kanıtlayan şey ise bakanın kamu yönetimi mezunu olması...