hesabın var mı? giriş yap

  • gandalf, bir istari ya da orta dünya büyücüsüdür. ölümsüz topraklarda gandalf, olórin adlı bir maia ruhuydu ve rüyaların efendisi lórien'in bahçelerinde yaşıyor ve sık sık merhametli nienna'yı ziyaret ediyordu. güneşin üçüncü çağının 1000. yılında istari ya da orta dünya'ya gönderilen büyücülerden biri olmak üzere seçildi. batı dillerinde gri gandalf, elf dilinde mithrandir ya da "gri gezgin", cüce dilinde tharkûn ve harad dilinde de incánus adıyla tanınıyordu. dış görünüşü, büyük bir pelerin ile sivri uçlu bir şapka giymiş ve elinde bir asa taşıyan, sakallı yaşlı bir adam biçimindeydi. gri limana vardığında círdan ona, narya ya da "ateş yüzüğü"nü verdi. iki bin yıldan uzun bir süre boyunca gandalf, orta dünyada etkisini arttıran kötü güçler ile savaştı. 2941 yılında, ejderha smaug'un öldürülmesiyle sonuçlanan yalnız dağ seferinin ilham kaynağı oldu. bu sefer sırasında gandalf glamdring adlı kılıcı, bilbo baggins ise tek yüzüğü buldu. 3018 yılında frodo baggins'in yanına gelen gandalf, yüzük seferini başlattı. rivendell'de yüzük kardeşliğinin lideri olarak seçildi ve kardeşliği pek çok tehlikeden kurtararak yollarına devam etmelerini sağladı. bu sırada khazad-dûm köprüsü savaşında, moria'nın balrog'u ile yaptığı ölümcül mücadelede kayboldu. fakat büyücünün ruhu, hiç bir silahtan zarar görmeyen ve ışık saçan beyaz gandalf olarak dirildi. yüzük savaşında, gölgeyele (shadowfax) adlı atını süren beyaz gandalf her yerdeydi: rohan kralı théoden'in ilham kaynağı, isengrad'da saruman'ın sonunun hazırlayıcısı ve minas tirith kapılarında cadı kralın durdurucusu hep o oldu. yüzük taşıyıcısı tek yüzüğü yokederken, gandalf mordor'un kara kapısı önünde batı ordusunun komutanları ile birlikteydi. savaştan sonra gandalf, arnor ile gondor'un yeniden birleşmesini sağladı ve 3021 yılında yüzük koruyucularının son yolculuğuna katılarak ölümsüz topraklara döndü.

  • çocuk mahkemesi'nde bir "korsan cdci" çocuğun davası.

    hakim : bu şirketler ne biçim telifler ödüyor, o cd'leri satabilmek için. ha adamın evine girip hırsızlık yapmışsın, ha cd satmışsın, ha internette dağıtmışsın, bir fark yok.
    çocuk : haklısınız, hakim bey. bir daha yapmıcam.
    hakim : bi dahası, mi dahası yok. kul hakkı yedin sen. tutuklu yargılanacaksın.

    3 gün sonra

    hakim : bu aralar çok boş adliye. oğlan battlestar galactica indirmiş, odada onu izliyorum.
    ben : ?!?!?!?!?!?!
    hakim : o da bitmek üzere. var mı önerebileceğin bir şey ama kısa olsun.
    ben : mini dizi the lost room var. çok güzeldir.
    hakim : iyi söyleyeyim bizimkine indirsin.
    ben : ?!?!?!?!?!

  • yüreğimi en çok yakan diyalogu;

    snape: madem ölmek umrunda değil, neden bunu draco'nun yapmasına izin vermiyorsun?
    dumbledore: o çocuğun ruhu henüz o kadar zedelenmiş değil, benim yüzümden paramparça olmasını istemem.
    snape: ya benim ruhum dumbledore? ya benimki?

  • 77 bölüm olmuş. bir sürü entry girilmiş. mecnun'un hırkasıyla ilgili bir detayı ilk defa fark ettim geçen gün. hırkanın düğmeleri solda. yani, kadın reyonundan alınmış. bu da böyle gereksiz bir bilgi, işte.

  • mantarların yani fungi/fungus takımının, şu anki hayatın, atmosferin şeklini hatta canlıların boyutunu belirlediği.

    300 milyon yıl civarı önce mantarlar bitkilerin yaşamasına pek izin vermiyorlardı. bitki topraktan çıkınca mantar höt diye tebelleş olup bitki büyüyemeden skertiyordu onları. fotosentez olayı pek olmadığı için atmosferdeki oksijen oranı >20 % civarındaydı.

    tabi bitki de inat. onca yıl eziyetten sonra zamanla ki kaç milyon yıl bilemedim, didin sen, evril, mantarların yıkamayacağı lignin i üret. (sentezle mi denir bilemedim). artık bitkilerin yapısında lignin vardı. devran dönmüştü. mantarlar akıllı olsundu.

    mantarlar bitkinin yapısındaki lignin maddesini yıkamıyor/çürütemiyorlardı. lingin de bu arada odunun ham maddesi, selüloz falan bişeler. işte yapısında odun olunca bitkiler gelişmeye başladı, ağaçlar evrildi, bitkiler mantarlara galip geldi.

    fotosentez olayı da başlayınca atmosferden karbondioksit emildi oksijen verildi. yani co2 alındı o2 verildi. c nerde? karbon noldu? karbon bitkilerin ve ölü bitkilerin odunların vücudunda kaldı. mantarlar odunu yıkıp karbonu açığa çıkaramayınca atmosferdeki karbon oranı azaldı ve oksijen oranı %30 lara çıktı.

    aşırı oksijen olunca canlılar fena halde gelişti. elma kadar karıncalar türedi. örümcekler gafam gadar, yusufçuklar ise bir kartal büyüklüğünde oldular. bilmiyorum dinozorlar da bu dönemde mi yaşadı ama muhtemelen öyledir.

    mantarların lignin maddesini yıkabilecek enzimi geliştirip evrilmeleri 50 milyon yıl sürdü. hareket yapma hareketin kralını görürsün diyen mantarlar lignin i yıkmaya başlayınca rekabet eşitlendi. odun yıkılıp içindeki karbon da atmosfere geri salınınca oksijen oranı günümüzde olduğu gibi % 20 civarına düştü ve bu da günümüz yaşamını şekillendirdi.

    fungus takımı lignin i yıkabilme yeteneklerini geliştirmeselerdi şu an nasıl bir dünya olurdu ya da insan ırkı varolabilir miydi hayal etmek pek kolay değil.

    iyi olmuş yalnız gafam gadar örümcekle uğraşılmazdı, gelişmesin o kadar pezevenkler.

    kaşarlı mantarı zaten çok severdim artık daha bir saygı duyuyorum. bu bilgilerin kaynağı yaklaşık 4 yıldır yürüttüğüm araştırmalardır.

    şaka lan şaka aha kaynak
    edi: kaldırmışlar yutubdan da aransa bulunu. adı. after life - the science of decay

    not: belgeselin konusu, bir mutfakta olabilecek besinleri 2 ay boyunca açıkta bırakıp çürümelerine izin verip döngüyü gözlemliyorlar. çok harika bir şey mutlaka izleyin.

  • "daha çok anlat” dedim.
    “hoşuna gidiyor mu?”
    “çok. elimden gelse seninle sekiz yüz elli iki bin kilometre hiç durmadan konuşurdum.”
    “bu kadar yola nasıl benzin yetiştiririz?”
    “gider gibi yaparız."

    (bkz: şeker portakalı)

  • --- spoiler ---

    bran'le jaime arasında bi olay mı yaşandı ben hatırlamıyorum o bakış neydi öyle biri yeşillendirsin pls
    --- spoiler ---
    edit:ben bir malım.
    yeşillendiren arkadaşlara teşekkürler ben yatmaya gidiyorum umarım bi daha uyanmam

  • “toby insan kaynaklarında, teknik olarak şirket için çalışıyor. yani ailemizin bir parçası değil. ayrıca toby boşanmış, yani kendi ailesinin de bir parçası değil.”

    -michael scott.

  • bir film eleştiri sitesindeki şu yoruma çok güldüm:

    "leonardo dicaprio'dan kendi yaşındaki kadınlardan hoşlanıyormuş gibi yaptığı rolü ile oscarlık performans."

    bilmeyenler için: leo'nun 25 yaşına ulaşan kız arkadaşlarından ayrılma grafiği*
    görsel

  • 10 negatif kişilik özelliği ve 10 kitap tavsiyesi
    <<<<<<<<<<<<< ikinci bölüm >>>>>>>>>>>>>

    birinci bölüm: (#147676137)

    değer verdiğiniz bir arkadaşınızın* hiç tasvip etmediğiniz bir özelliği olabilir ve siz ona bu özelliğini değiştirmesi* için ne kadar dil dökerseniz dökün sözleriniz onun bir kulağından girip ötekinden çıkabilir ama bilmenizi isterim ki bazı kitaplar size bu konuda destek verebilir.

    aşağıya karaladığım listede, tıpkı birinci bölümde olduğu gibi, 10 negatif kişilik özelliğini ve o özelliklere sahip kişilere hediye edilebilecek kitapları sıraladım.

    1) karamsar / kelebek (henri charrière)
    buradaki karamsardan kastım, umutsuzluk denizinde boğulmak üzereyken "nasıl olsa kıyıya varamam" diyerek kulaç atmanın olumlu bir sonuç verebileceği ihtimaline yönelik inancını tamamen yitirmiş olan insan karamsarlığıdır. kitap, işlemediği bir suç yüzünden müebbet mahkumiyet cezası alan kelebek'in her seferinde hüsranla sonuçlansa bile bir an olsun sarsılmayan bir inançla tekrar ve tekrar kaçış planları yapmaya devam ederek özgürlüğe kavuşma hayallerini hep diri tutmasının hikâyesini anlatır. optimist manifesto. bir başka deyişle, vazgeçmeme destanı.

    2) depresif / komik bir hikâye (ned vizzini)
    on beş yaşındaki craig'in hayatı manhattan'ın en zorlu liselerinden birine kabul edilmesiyle birlikte çekilmez bir hal alır ve depresyona giren craig bir gece kendini öldürmeye karar verir. intihar kararıyla birlikte acil servisin yolunu tutan craig kendi isteğiyle psikiyatri kliniğine yatar ve seks bağımlısı travesti, makasla yüzünü kesen genç kız, yerçekiminden korkan çocuk gibi birbirinden ilginç karakterlerden oluşan hastaların arasına karışır. craig burada, onu yiyip bitiren endişelerinin kaynağıyla yüzleşme fırsatı yakalayacaktır. bıçak kesiği kadar ciddi bir meseleyi biraz olsun eğlenceli bir dille(ama çok da sulandırmadan) anlatmayı başaran, özellikle de genç/ergen depresiflere hediye edilesi bir kitap.

    3) farkındalığı eksik / dinle küçük adam (wilhelm reich)
    belki 'farkındalığı eksik' tanımı tek başına yeterli değilmiş gibi gözükebilir ve bu sebeple yanına 'uykudaki insan, kendisine sunulanları kabullenmiş insan ya da kendisiyle yüzleşmeye cesareti olmayan insan' tanımlarının da eklenmesi gerektiği düşünülebilir ancak ben farkındalığı yüksek olan bir insanın zaten uykusundan uyanacağına, kendisine sunulanları sorgulamadan kabullenmeyi reddedeceğine ve kendisiyle yüzleşmekten çekinmeyeceğine inandığımdan tanımı böyle yapmanın yeterli olacağını düşündüm. dinle küçük adam, toplumsal devrimlerin ana malzemesi olan insanın, birey oluşundan ayrılarak kendini bile öğüten kitlesel bir makinaya dönüşmesine isyan niteliği taşıyan bir kitap. başka bir deyişle, reich tarafından yayınlanan ve bireyin kitleler içindeki yalnızlığına ve değersizliğine ve korkaklığına baş kaldıran bir manifesto.

    4) dilsiz şeytan / doğruyu söylemek (michel foucault)
    eğer etrafınızda "aman abi, silivri soğuktur ehehe," kafasında yaşadığı için "kral çıplak!" demeye çekinen ya da "aman tadımız kaçmasın" diyerek bazı haksızlıklara göz yuman bir arkadaşınız varsa onun suratına vuracağınız, pardon, eline tutuşturacağınız yegane kitap, foucault'nun california üniversitesi'nde 1983 yılında verdiği seminerlerdeki metinleri içeren 'doğruyu söylemek' kitabıdır. antik yunan ve latin stoacılarına kadar uzanan bir serüvende foucault, son derece önemli gördüğü 'dürüst konuşma' (parrhesia) kavramını merkeze koyuyor ve bir risk barındırdığı durumlarda bile hakikati dile getirmekten vazgeçmemenin erdemine değiniyor.

    5) aşırı koruyucu ebeveyn / oblomov (ivan goncharov)
    bu tip ebeveynlik anlayışını benimsemiş birileri etrafınızda büyük bir ihtimalle vardır, yoksa bile yakın bir zaman içerisinde muhakkak olacaktır, çünkü 21. yüzyıl ebeveynliği bunu gerektirir. tembellik, uyuşukluk, üşengeçlik gibi kavramlarla ön plana çıkmış ve hatta oblomovluk tabirinin ortaya çıkmasına vesile olmuş bu kitabı onlara şu sözleri söyleyerek hediye edebilirsiniz: "eğer çocuğunun üstüne bu kadar titremeye devam edersen, hiçbir işini kendi başına çözmesine olanak vermezsen, yediğini önünden yemediğini arkasından eksik etmezsen, yere her düştüğünde koşa koşa kaldırmaya gidersen, kısacası onu bu kadar rahatlığa alıştırırsan, çocuğunun ileride neye dönüşebileceğini goncharov'un kaleminden okumanı isterim."

    6) nihilist / cinler (fyodor mihailoviç dostoyevski)
    nihilist için "negatif bir özellik" diyemeyiz elbette, tıpkı "pozitif bir özellik" diyemeyeceğimiz gibi ancak kim bilir, belki de arkadaşınızın sahip olduğu nihilist bakış açısından ya da favori kitabının turgenyev'in 'babalar ve oğullar'ı olmasından rahatsızsınızdır ve tüm niyetiniz, ondaki bu nihilizm sevdasına masumane bir savaş açmaktır. o halde alıyorsunuz elinize orhan pamuk'un "insanoğlunun yazabildiği en sarsıcı yedi sekiz romandan biri ve hiç şüphesiz, gelmiş geçmiş en büyük siyasal roman," diye tanımladığı cinler kitabını ve çalıyorsunuz arkadaşınızın kapısını.

    7) istençsiz / mavi tüy: gönülsüz bir mesihin serüvenleri (richard bach)
    richard bach'ın "kutsal indiana topraklarında doğmuş, fort wayne'in doğusundaki mistik tepelerde yetişmiş bir usta gelmişti yeryüzüne," diye başladığı ve yine aynı sözlerle bitirdiği bu kısa ama büyülü kitabı, yine kendisinin kaleme aldığı martı'nın gölgesinde kalmış olmasına rağmen onun anlattığı hikâyeden fikrimce daha vurucu bir hikâye içeriyor. bununla beraber, bu kitabın da (tıpkı martı gibi) binlerce kıçı kırık kişisel gelişim kitabının bir araya gelse bile yaratamayacağı kadar güçlü bir etki yarattığını söylemeliyim. aslında bach'ın başardığı bu şey oldukça zor bir iştir. çünkü yüzeysel bir okur, bach'ın kitap boyunca kendisine, "aslansın, kaplansın, yaparsın," diye gaz verdiğini düşünerek kitabın aslında kötü bir metin içerdiğine kanaat getirebilir. oysaki ne anlattığın değil, nasıl anlattığındır aslolan. bach bize inanmanın ve istemenin gücünü öyle masalsı bir anlatımla hatırlatır ve kavratır ki, fark edebileceğiniz üzere benim gibi kişisel gelişim zırvalarına düşman olan bir adamı bile kendisine hayran bırakır. kitabın arka kapağında yazan şu sözle bitirelim: "işte sana yeryüzündeki görevinin tamamlanıp tamamlanmadığını anlaman için bir test: eğer yaşıyorsan, tamamlanmamış demektir."

    8) psikolojik hastalığa özenen / sana gül bahçesi vadetmedim (joanne greenberg)
    açıkçası insanların böyle şeylere özenmesi ya da bu tarz hastalıklara sahip olmayı havalı bulması bana oldukça tuhaf geliyor ama sebeplerini anlayabiliyorum. böyleler, çünkü beyazperdeye yansıtılan sahte gerçekliği benimseyip, hayran oldukları bazı anti-kahramanlar gibi olmak istiyorlar. cool bir aktörün oynadığı bipolar bozukluktan mustarip karakterdeki coolluğun kaynağını bipolarlık olarak ele almaları oldukça irrasyonel olsa da gerçek bu. sana gül bahçesi vadetmedim, joanne greenberg'in kendi yaşamından yola çıkarak kaleme aldığı ve içine doğduğu dünyanın kurumlarıyla bağdaşmayı öğrenemeyen, iletişimsizliğin karanlığında yaşayan on altı yaşındaki şizofreni hastası bir genç kızın öyküsünü anlattığı oldukça etkileyici bir kitap. genç kızın kendi içinde yarattığı dünya ile gerçek dünyanın çatışmaya başlaması sonucu 'düştüğü' akıl hastanesinde yaşadıkları, öyle düşünüyorum ki, psikolojik hastalığa özenen arkadaşınıza şiddetli bir tokat atacaktır.

    9) sabit fikirli / tarihi yargılıyorum (gündüz vassaf)
    vassaf, kitabında şöyle der: "roma imparatorluğu'ndan kalan dokümanların %90'ı imparatorluğun hristiyanlığı benimsediği döneme ait. o yüzyıllardan nelerin günümüze kalacağını paganlar kararlaştırmış olsaydı, roma tarihi diye bugün bildiklerimizin kaynağı bambaşka kayıtlardan oluşacaktı." ve hemen ardından şöyle devam eder: "düzenin gerçek diye kaydettiği tarihî, gerçek oluyor." tabii vassaf'ın bu kitaptaki amacı gizlenen ya da yanlış bilinen tarihi gün yüzüne çıkarmak değil, tarih diye bildiklerimizin o dönemin egemen güçleri tarafından belirlenen yansıtılmış sahte bir gerçeklik olabileceğini/olduğunu kendine has tarzıyla yargılamak/yorumlamaktır. en nihayetinde bizler devasa bir mağara alegorisi içerisindeki küçük mağara adamlarıyız ve bildiğimiz ya da doğru olduğunu sandığımız her şeyi öğrendiğimiz kaynakların bazıları(!) objektif bir bakış açısıyla hazırlanmamış olabilir. haliyle sabit fikirli olmak, özellikle bu bilince eriştikten sonra, pek de aklıselim bir tutum değildir.

    10) monoton yaşayan / sessizliğin yanıtı (max frisch)
    bu listede kitabını da paylaştığım papillon(kelebek) filminde asla aklımdan çıkmayan ve her hatırladığımda tüylerimi diken diken eden bir rüya sahnesi var: özgürlüğüne yeniden kavuşmak için durmaksızın hapishaneden kaçış planları yapmaya, ardından durmaksızın o planları hayata geçirmeye ve elbette ki durmaksızın yakalanmaya devam eden kelebek, en nihayetinde aylar ve hatta yıllar boyunca ne bir insan ne de gün ışığı görebileceği karanlık hücre cezasına çarptırılmıştır ve hücre cezasını çektiği esnada, gözleri açık olmasına rağmen bir rüya görmeye başlar. rüyasında çölde yürümekteyken karşısına bir yargıç ve 12 jüri çıkınca kelebek, "ben masumum, o adamı ben öldürmedim, bana iftira attınız," diyerek kendisini savunmaya başlar ve yargıç da ona şöyle karşılık verir: "bu doğru. ancak senin esas suçunun yanında bu zaten hiçbir şey. sen insanoğlunun işleyebileceği en korkunç suçu işledin. seni suçluyorum, çünkü hayatını boşa harcadın!" mevzubahis sahne sessizliğin yanıtı, hayatın sıradanlığına, beyhudeliğine katlanamayan otuz yaşındaki bir adamın varoluşunun sınırlarını zorladığı bir kendini arayış hikâyesi. max frisch, kendi yaşamından da ipuçları barındıran bu ilk dönem eserinde, heba edilmiş bir hayatın tek sorumlusunun o hayatın sahibi olduğunu gösteriyor bize. "her şey yaşanmamış bir hayattan daha iyidir, hatta felaket bile - acı, ümitsizlik, cürüm, her şey ama her şey boşluktan daha iyidir!"