• "devrimciliğin ilk sınav sorusu.".
  • ne yapmalı?

    "bugüne kadar sürdürdüğüm gibi, çevremdeki kişilerin davranış ve tutumlarını bilinçsiz bir aldırmazlıkla benimseyerek bu renksiz, kokusuz varlıkla yetinmeli mi; yoksa, başkalarından farklı olan, başkalarının istediğinden çok farklı, köklü bir eylem isteyen gerçek bir insan gibi bu miskin varlığı kökten değiştirmeli mi?"

    oğuz atay, tutunamayanlar, s. 93.
  • can dündar ve oğuz atay dışında, bir de lenin diye bir adam bu başlıkta yazmış. onu da es geçmeyelim...

    http://www.kurtuluscephesi.com/…enin/neyapmali.html
  • oguz atayin tutunamayanlar kitabinda yer alan ve kucuk burjuvazinin ve aydin milletinin acmazlarini, sorunlarini, ozelestirisini, bokunu, pusurunu inceleyen bolum.
  • madem liste çıkarıyoruz, ali şeriati ve mustafa islamoğlu'nu da zikretmeden geçmeyelim.
  • (bkz: v. i. lenin)
  • "ne yapmalı? diye ancak arzusu sönen sorar." (lacan)
  • eğer bu soruya cevap arıyorsan, öncelikle bu başlığın ilk entry'sine bak. ontolojik olarak o kadar anlamlı olmuş ki. tutunamayanlar'ı oku demeyeceğim, sadece şunu soracağım. bu soruyu kendi başına naifçe sorarken ben soru üzerine düşünmeni bozup sana şunu soracağım bu satırları okuyorsan eğer;

    bugün tam şu anda okeye dördüncü bulabilir misin? sorum net, bugün şu anda, telefon açıp dört kişi bulabilir misin? cevabın "ya bazıları gelir, bazıları gelmez..." ise, o zaman sen, "haydi koş" dediğinde dört kişiyi nasıl bulacaksın?

    tutunamayanlar güzel kitap, okumuş kesimin açmazları da pek de değişmedi, hatta daha da kötüleşti. bu garip tüketim çağında her değerin buharlaştığını görüyoruz. değerler buharlaşınca, senin bir birey olarak mikro düzeydeki ilişkilerin de etkileniyor. bir partner bulmakta zorlanıyorsun, bir arkadaş bulmakta ya da dost edinmekte, dahası eskiden yani babanın dedenin sahip olduğu o mahalli kolektif geleneksel ilişkiler de eriyor. ne kaldı? senin içinde bulunduğun dünyanın çarklarına karşı yapabileceğin ne var? işte bu soru, yani "şu anda okeye dördüncü bulabilir misin?" sorusu, senin içinde bulunduğun yaşamın içindeki sosyal etkinsizliğinin göstergesidir.

    içimden "artık akıllı olun" demek geliyor içimden. hepimiz ne kadar da zayıfmışız, bunu görmeden güçlenmek yok. önce bunu görüp kabullenmek, sonra da bunu çözmek gerekir. ilişkilerin güçlü olmazsa, yaşamın içinde sosyal olarak etkin biri olmazsan, ona mırın kırın, buna lolo yaparsan, kim kalacak etrafında? dahası bir sosyal rahatsızlık olarak herkes böyle davranırsa, bu çürümenin sana yol su elektrik olarak döneceğinin farkında değil misin? bu yaşadığın dünya, istemsizce senin, benim, hepimizin katkısı olduğu dünyadır. bir sosyal medya platformunda bir insanın diğerine uzaklığı tek bir mesaj iken, bunun ne kadar değerli olduğu ortadayken, "ne yapabiliriz ki?" demeye kimsenin hakkı yok. bir şeylerin iyi olmasını istiyorsan, yapabileceğin en basit şey, etrafındaki insanlara el uzatmak, ve sana el uzatanları da küçük görmemektir.
  • söylenerek yatağa oturdu; kâğıtları telaşla divana yaydı: ne yapmalı, ne yapmalı? işte burada ne yapmalı. buldum işte. buyur oku:

    ne yapmalı

    ne yapmalı? bugüne kadar sürdürdüğüm gibi, çevremdeki kişilerin davranış ve tutumlarını bilinçsiz bir aldırmazlıkla benimseyerek bu renksiz, kokusuz varlıkla yetinmeli mi; yoksa, başkalarından farklı olan, başkalarının istediğinden çok farklı, köklü bir eylem isteyen gerçek bir insan gibi bu miskin varlığı kökten değiştirmeli mi? en basit sorunların çözümünde bile bocalayan bu sözde devrimci gölgeyi, hiç düzeltmeden, biraz olsun çekidüzen vermeden, amaç edindiğimiz ülküleri gerçekleştirmek için hemen kavganın ortasına atıverelim mi? kendini yönetmeyi beceremeyen kişileri, toplumları yönetmek, onlara yeni yollar göstermek için hemen başa geçirelim mi? yoksa, toplu eylemlerde kütlelerin başına bela olan zayıf kişilikleri önce sert ve sıkı bir sınavdan mı geçirmeli?

    ben kendimi yeterli görmüyorum. ne için yeterli? her şey için. topluluğun eylemine engel olabilecek sorunlarımı çözmeden, onu güdebilecek sorunlarımı çözmeden, onu güdebilecek güçte olmadığımı seziyorum. başkalarına söyleyecek bir sözüm olabilmesi için önce kendime söz geçirmem gerektiğine inanıyorum. bana bugün, ne yapmalı? diye soracak olurlarsa, ancak, önce kendini düzeltmelisin, diyebilirim. bir temel ilkeden yola çıkmak gerekirse, bu temel ilke ancak şu olabilir: kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiçbir sorunu çözemez.

    “ne yapmalı?" bu soruya hemen bir karşılık bulmak istenirse, elbette salt aklın verisiyle, ya da oradan buradan derlenmiş bir iki düşüncenin bileşimiyle bazı geçici çareler ortaya atılabilir. insan, ilk bakışta bu geçici çarelerin kendi buluşu olduğunu sanabilir. oysa, örneğin, salt aklın verisi diye nitelendirilen kavramın biraz incelenmesi, bunun çoğunlukla toplumun etkisiyle elde edilen kalıplar olduğunu gösterecektir. salt aklın verileri, insanı, gevşetmeye fırsat vermeyen amansız bir çalışmanın zorunluluğuna itebilir. oblomovluk ve eğlence düşkünlüğü, dünyada eşi görülmemiş bir baskıyla yok edilmek istenebilir. bütün kişisel bunalımlar, ucuz yaşantılara dönüşle ilgili bütün buhranlar, birer birer sindirilmek istenebilir. herkes zaaflarını gizleyerek yalnız güçlerini ortaya koyar. işte, görünüşte, toplumsal eylemi geliştirmek, ileriye götürmek için salt akılla bulunduğu sanılan ve her çeşit eylem için kaçınılmaz ilkeler olarak ortaya atılan bu temel davranışlarda bile, kişinin ve çürümüş toplumun değiştirmek istemedikleri öz varlıklarını bilinçsizce koruma isteminin gizli baskılarını arayacaksın! bilimsel bir kuşkuyla önce bütün zaaflarını çekinmeden ortaya atacaksın! olmadık bir yerde ortaya çıkmalarını önleyecek ve toplumsal eylemdeki ortaklarını umutsuzluğa düşürmekten böylece kurtulacaksın.

    karşılıklı güven ve dayanışma ancak böyle bir sorunun varlığını duyduktan sonra sözkonusu olabilir. fakat, bütün bu sorunlarını yalnız başına çözeceksin. bunalımlarını, komplekslerini ve buhranlarını birlikte çalışacağın insanlara iletmeyeceksin. kurulacak örgütü bir düşkünlerevine çevirmeye kimsenin hakkı yoktur. birleşecek kişiler önce birleşecek güçte olmalıdırlar; önce bu duruma gelmelidirler. onlar, yeni düzenler kurmak ve ilerlemek için birleşeceklerdir; körle kötürümün yoldaşlığı gibi bir iş için değil! kendi sorunlarını çözemeyen bir kişinin, kusurlarının acısını başkalarına çektirmeye hakkı yoktur.

    yalnız, kişisel sorunları tek başına çözme eylemini de gereksiz bir aşırılığa götürmemelidir insan. büyük örgütlerin kurulmasından önce, küçük örgütler oluşurken kişi, çevresinden kendini bütünüyle soyutlamayacaktır; kişisel sorunlarını çözerken başkalarından da bir bakıma yararlanacaktır. yani, bazı insanlarla genel ilişkiler kuracak onlarla birleşecektir. ne var ki bu birleşme büyük örgütlerden farklı bir biçimde olacaktır. böylece küçük bir çekirdeğin aşağıdaki ayırıcı özellikleri belirecektir:

    1- birleşenlerin sayısı az olacaktır.

    2- bu topluluk, genişlemeyi amaç edinmeyecektir. (kendiliğinden bir artma olursa, bu artış da engellenmeyecektir.)

    3- kişiler bu birliğe zaaflarını ve güçlerini koyarak gireceklerdir. (zaaf konusunda aşırılığa kapılmamak gerekir.)

    4- kişiler, en küçük ayrıntılara kadar anlaşılabilecek insanlar olmalıdır. (yani, büyük karakter farkları göstermeyen ve yakın bir ilişki kurabilecek kadar birbirini seven ve birbirine güvenen kişiler bir araya gelmelidir.)

    5- o güne kadarki gelişmeleriyle nitelikleri bakımından birbirlerine yakın olan insanlar böyle bir eyleme girmelidir. (büyük örgütlerde zorunlu bir sınıflama olacağından bu şart yalnız küçük birliklerin özelliğidir.)

    bu özellikler, küçük topluluğumuzdaki ilişkilerin sıkı ve karmaşık bir biçimde oluşacağını göstermektedir. burada kişi kendini ve topluluğu aynı anda geliştirecektir. birlikte gelişmeyi sağlamak için her toplulukta ve ortak eylemde gerekli gördüğüm şartları şöyle özetleyebilirim:

    1- her birey, bütün toplu çalışmalara aynı oranda katılmalıdır.

    2- bireyler, birbirinin iyi niyeti ve gücünden kuşku duymamalıdır.

    3- her birey kendi ilerlemesi kadar karşısındakinin gelişmesinden de sorumlu olmalıdır. (yani, zincirleme bir sorumluluk ilkesi benimsenmelidir.)

    bu topluluğun gelişmesinde en önemli etkenlerden biri belki de en önemlisi bireyin, toplu eylem dışındaki yaşantısını nasıl düzenleyeceğidir. bu yaşantıyı da ikiye ayırabiliriz:

    1- bireyin, temel ülküsü dışındaki yaşantısı.

    2- toplu çalışmalar için gerekli oluşumu kazanmak amacıyla sürdüreceği yaşantı.

    1- temel ülkü dışında, yani ekmek kavgası için tutulacak yol:

    ekmeğini kazanırken bireyin yapacağı işler, onu bazı ilişkiler kurmak zorunda bırakacaktır. bu ilişkilerde, işinin dışında devam edecek herhangi bir eylemden kaçınmalıdır birey. iş arkadaşlarıyla gerçek bir dostluk kurmaktan kesinlikle sakınmalıdır. yalnız, bunu yaparken, çevreyle ilişkilerini aksatmayacak; bu geçici arkadaşlarında, kendisine karşı dargınlık, kuşku ve kızgınlık yaratmamaya çalışacaktır. çevresindeki kişilerin düşmanlığını kazanmadan ölçülü bir yakınlık kurmalıdır onlarla.

    birey, en basit ihtiyaçlarını gidermekte elbette bağımsızdır, fakat, aşırı tutkuların -kumar, içki ve fazla eğlence gibi- bir yana bırakılması ve bunların bir alışkanlık olmaktan çıkarılması gereklidir. bu çeşit tutkular, özellikle umutsuz günlerde bireyin yakasını bırakmaz: umutlu günlerde kurtulmalıdır birey onlardan.

    2- toplu çalışmalar için tek başına yapılacak çalışmalar: bireyin tek başına kaldığı zaman kendisini oluşturmak
    için yapacağı çalışmalar, ne yapmalı sorununun önemli bir bölümüdür. kendi değerini eksiksiz bilen ve her an bu değeri, yeni şartların ışığında eleştirebilen bir kişi ne yapmalı, ne yapmalı diye bocalamaz. düzenli bir çalışma düzeyine girebilmek için üç temel sorunu çözümlemek gerekir:

    a) kendini iyi tanımak

    insan en çok kendiyle ilgilenir; ama bu ilgi bir yönteme dayanmaz ve kendini tanıma sorunu bilimsel bir yolla çözümlenmezse sonsuz bunalımlar karanlığına düşer birey. değerini tam bilmeyen kişi, gereksiz yakınmalarla gün geçtikçe daha da bozulur ve çürüyüp gider. kişisel değeri büyütmek de küçültmek de aynı derecede zararlıdır. yola çıkmadan önce altından kalkamayacakları bir yükün altına girenler daha işin başında ezilip kaybolurlar; gerçek değerinin çok azını ortaya koyanlar da kısa zamanda tembelleşip bir işe yaramazlar.

    kendini tanıma sorununun çözümünde, descartes’ın bilime uyguladığı kuşkuculuğu kullanabiliriz. bütün değerlerimizi önce yok sayarak işe başlamalıyız. kişisel değer saydığımız şeylerin, toplumun baskısıyla edinilmiş sahte nitelikler olabileceğini de hiçbir zaman akıldan çıkarmamalıyız. örneğin, soyut ahlak kavramlarını ele alalım. namus, iyilik, iş ahlâkı gibi her toplumun temel dayanakları sayılan kavramlar vardır. bu kavramların her toplum için aynı olduğu ve bunlarla ilgili kurallara her toplumda uyulması gerektiği belirtilmiştir bizlere. biz, ancak kendi özlediğimiz toplumda uymalıyız bu kurallara. onlar ise, şartlar ne olursa olsun toplumu ayakta tutmak için bizi soyut kavramlarla uyutmaya çalışırlar. ben, sadece namuslu olmakla övünen kişiyi adamdan saymıyorum; toplumu iyiye, güzele götürmek için kendi gibi namuslu insanlarla birlikte bir çaba harcamamışsa, çevresindeki uygunsuz gidişe başkaldırmamışsa, o kişi namussuzdur benim için. benim de değerlerimin arasına bu çeşit nitelikler karışmışsa atmalıyım onları; onlarla övünmemeliyim. bu nitelikler, amacımı gerçekleştirirken bana zararlı bile olabilir. gerekirse bir ülkü uğruna hırsızlık da yapmaz mı insan? kendi aramızdaki ilişkilerde ahlâklı olmamalı demek istemiyorum; bize bu çeşit iftiralar atılmamalı. fakat onların düzenini korumak için gerekli olan böyle sahte değerlere de hiç önem vermeyelim.

    b) kendini eleştirmek

    bu deyimle batılıların “otokritik” dediği soruna eğilmek istiyorum. yukarıda söylediklerim bir otokritik sayılabilirse de ben otokritiği daha çok bir eylem için varsayıyorum. bir eylemden sonra, o eylemin birey açısından değerlendirilmesidir otokritik, diyorum. kendini eleştirmenin, kendinden yakınma çerçevesinden de çıkması gereklidir diye düşünüyorum.

    c) dış etkenlerin uyutucu durgunluğuna kapılmamak ülkemiz, bugün için durgun bir toplum düzeni içindedir ve insanı toplumsal çalışmalara itecek bir dış etkenin yok olduğu söylenebilir. peki ne yapalım o halde? olayların bizi hazırlıksız yakalamasına fırsat mı verelim? yoksa tehlikesiz çalışmalarla o zamana kadar kendimizi avutalım mı? bence hemen köklü bir çalışma dönemine girelim. ben de bu satırları yazar yazmaz söylediklerimi uygulamaya girişeceğim hemen. daha fazla oyalanmayayım. müsaadenizle.
  • bazen sadece beklemeli.

    "sokakta annesini kaybeden bir çocuk, koşarak annesini arar ve bu heyecan onun annesini bulmasını zorlaştırır. ağlamak ve koşmak yerine, sadece dursa, annesini bulması daha kolay olacaktır. yani, sadece beklemek ve hatırlamak lazımdır. orada olduğunu bilmediğimiz birini anmak gibi bir anmak değil kastettiğim. açken ağlarız ve ekmeğe erişmek isteriz. ister uzun ister kısa olsun, açlıktan dolayı çektiğimiz acı dindirilecek ve doyacağız. doyduğumuz anda da ekmeğin var olduğuna inanmış olacağız. karnımız doymadıkça, ekmeğe inanıyor olmamız beyhude ve faydasız. burada esas olan, aç olduğumuzu bilmektir. bu bir inanç değil, en şiddetli yalanların bile örtemeyeceği bilgidir."

    simone weil.
hesabın var mı? giriş yap