• aradığın şeyi new york'ta bulamıyorsan, daha üretilmemiştir...
  • the new yorker 30 mart sayisini karistirirken, icinde bir makale dikkatimi cekti ve okumaya basladim. merak edebilecek onlanlar icin makalenin adini birakayim: abundance of caution. ilginc noktalar dokunmus, dedigim gibi merak eden acar okur. burada ise orada yazan seyleri tekrar etmekten ziyade, oradan alinan ilham ile yeni seylere gitmek daha onemli benim icin.

    bu koronavirus olayinda new york nufusu ile de alakali olmasiyla beraber, en vahim sekilde etkilenen eyaletlerden biri oldu. ozellikle new york city durumdan oldukca etkilendi. the new yorker'da babanin hollandali annenin de amerikali oldugu 2 cocuklu bir aileden bahsediliyordu. new york, onceleri new amsterdam olarak iki sene boyunca varligini surdurmustu, ingilizlerin eline gecmeden oonce. 1850 civari filan da central park insa ediliyor, ilk peyzaj parki olara amerikada. 1850'lerden bahsediyoruz. baya baya mimarlar filan sehri insa etmeye baslamislar yani.

    iste bu bir ayagi amsterdam'da olan ailenin hikayesi, aklima new york'un bu ilk zamanlarini getirdi. avrupa ile olan yakin bagi sonra canlanmaya basladi kafamda. daha sonra da, bernard lewis'in "new york, is a part of europe" lafini getirdi aklima. bu bir nevi, new york'u avrupali gorurken, amerikalilari ve amerikali olmayi da asagilayan bir lafti aslinda. ingiltere ile ozellikle var olan guclu bagi new york'u bir avrupa sehri yapiyordu insanlarin gozude. zaten new york ameriika'nin diger eyaletlerinden de hep bir farklidir. burada iyi kotu ayrimi yapmiyorum fakat, ozellikle meesla new york'a avrupa diyecek isek, california da bir o kadar amerikan olacak.

    iste tam da bu noktada, bu koronavirus ile mucadele konusunda, alinan onlenlemlerin ve aksiyonlarin aslinda her ulusun kendi ozundeki kulture gore oldugunu goruyoruz. italyanlar civikligi ile meshur bir millet olarak, en cok etkilenen ulkeleden biri avrupa'da. bunun hemen arkasina kimi koyardiniz deselr, yine bir akdeniz ulkesi olan ispanya, portekiz, yunanistan filan gibi ulkelerden birini sececektik ki ispanya sonradan italya'yi solladi. bu aptallik yarisinda tabii ki ingiltere geri kalmadi ve belki de yarisi son anda burun farki ile onde bitirecek. ah o ingilizlerin aslinda dogalarinda var olan farkliliklari ama bunu farkli olmak icin yaptiklarinda da rezillikte sinir tanimayislari. iste ingilizlerin zaafi da bu. tarihte benzer hikayeleri vardir. bunun en basinda bana sorarsaniz, istanbul kusatmasi ve canakkale hezimeti gelir. butun bunlairn yani sira bir de almanya gercegi var. almanlar her zamanki gibi diriliklerini koruyor ve sogukkanlilar. biraz da itaatkar kulturleri yardim ediyor buna. sonucta iyi is cikariyorlar.

    new york. new york bir eyalet. new york city de bu eyaletin en onemli sehiri. bu sehir 5 bolgeden olusuyor. hepsini duydunuz. manhattan, bronx, staten island, brooklyn, queens. brooklyn diye sakiz vardi ben cok severdim. bronx jazz ve zencileriyle (evet ozur dilerim siyahi demem gerekiyordu, politik dogruculuk cok onemli cunku, amerika'nin politik dogruculugundan bize neyse artik) meshur. manhattan iste en meshur kismi nyc'nin. world trade center ile meshur, bizim ikiz kuleler diye bildigimiz. osama bin laden diye bildigi amerikalilarin, bizim ise usame bin ladin bildigimiz, ilginc bir sekilde dunya'nin en buyuk insaat sirketlerinden birinin sahipleri yani bildigim kadariyla amca cocuklari da, farketmez artik.

    new york'un koronavirus mucadelesi ile california'nin koronavirus mucadelesi arasindaki farka baktigimizda, iste ortaya avrupa ve amerika arasindaki fark cikiyor. new york boyle hep yardim bekleyen, ciddi aksiyon alamayan, cem yilmaz'in "biz businessdik biz de mi olduk" sakasindaki gibi bir tarz. california ise, daha bir almanvari kararlar alarak, lockdown a gecmis ve bilinen sekillerde proaktif sekilde durumu ele almis bir eyalet. silicone valley california'da. silicone valley'in ceo grubu, sadece bir yonetici takimi degil. bunu da ayri bir sekilde okumak gerekiyor. burada komplo teorilerinden bahsetmiyorum tabii ki. bu adamlarin ellerindeki sermaye gucu cok ciddi boyutlarda ve oradan cikan her fikir, bir sekilde, louis vitton marka canta sahibi olmak neden cok prestijli ise, ayni bu sekilde cok onemli oluyor. orasi bir atmosfer bir ortam. orada basarili olmus fikirlere daha onceleri istanbul'da dusunenler tanidim fakat basarili olamadilar. bunun sebebi o cocuklarin o fikirleri yarim yamalak kurgulamis olmalari degildi. burada bir kultur farki ortaya cikiyor iste. dunya'nin hicbir seyinde olmayan o sey, california'da var iste.

    simdi bakiyorum da, bernard lewis'in bir zamanlar new york'u ayirmak ve geri kalan amerikan eyaletlerini asagilamak icin kullandigi, new york avrupa'nin bir parcasidir lafi, simdilerde ne derece asagilama ne derece ovgu? new york hala cok onemli bir eyalet amerika birlesik devletleri icin, wallstreet'de bulunan new york menkul kiymetler borsasi, the new york stock exchange, hala cok onemli. bir finans merkezi. uretim konusunda ise california ile yarismasi su an icin pek de mumkun gorunmuyor. para california'da kazanilip, new york'ta donduruluyor.
  • birçok kişi gibi benim de kuzey amerika kıtası'ndaki ilk durağım new york oldu.

    new york, belki de şehir plancısı olduğum için, bugüne kadar en çok merak ettiğim şehirlerden biriydi. bu nedenle, normalde yoğun programlar yapmayı sevmeme rağmen, new york'a ayrıcalık tanıyıp geziye ayırdığımız 8 günün tamamını bu şehirde geçirdik.

    new york grid iron planın bana göre en iyi uygulandığı örnektir ve bu sistemi gerçekten anlamak için new york'ta bulunmak gerekir diye düşünüyorum. bu sebeple bu şehri yaşamak yandan çok farklıyken, diğer bir yandan ise oldukça tanıdık. bunun sebebi ise popüler kültürün en önemli parçalarından olan birçok film ve diziye ev sahipliği yapmış ve yapıyor olmasıdır.

    new york'a ulaşım, thy'nin istanbul'dan kalkan doğrudan seferleriyle oldukça kolay. biletlerinizi önceden ayarlamanız durumunda 1000 ila 1500tl arasında değişen fiyatlara uçabilirsiniz. geçen kurban bayramı'nda gitmiş olmamıza rağmen kişi başı 1.500tl gibi oldukça uygun kabul edilebilecek bir fiyata biletlerimizi 3 ay öncesinden aldığımızı da belirteyim. new york-istanbul arası yolculuk, giderken yaklaşık 9,5 saat kadar sürerken bu süre dönüşte 8.5 saate düşüyor. tabi bu süreye yaşanması oldukça muhtemel rötarlar ve ülkeye giriş sırasındaki kontroller dahil değil. örnek vermek gerekirse new york john f. kennedy havalimanı'nda pasaport kontrolünden geçmemiz yaklaşık 1.5 saatlik bir sıra bekleme sonucunda gerçekleşmişti. planınızı yaparken bu süreleri de dikkate almanızda yarar var.

    seyehatinizi planlama aşamasında ikinci önemli nokta ise tabi ki konaklama. konaklama için benim tavsiyem, ev kiralamanız olacaktır. otel fiyatları ile kıyaslandığında ev kiralamak neredeyse size yarı yarıya tasarruf sağlayacaktır. evde kalmanın kendine has artıları olduğu gibi otele göre de bazı eksileri tabi ki var. ancak aradaki fiyat farkı düşünüldüğünde, niyetiniz de otelde keyif yapmak değil şehri gezmek ise kesinlikle ev kiralamanızı tavsiye ederim. kiralık ev bulmak için ise, dünya'da en çok kullanılan sitelerden biri olan airbnb.com'u kullanmanızda yarar var. kiralamayı düşündüğünüz ev ve sahibi hakkında yorumları dikkatlice okuduğunuz ve kendiniz hakkında bilgileri doğru bir şekilde verdiğiniz sürece herhangi bir problemle karşılaşacağınızı sanmıyorum. ayrıca bu site üzerinden yaptığımız rezervasyonla vize alırken de bir sorun yaşamadığımızı belirtmekte yarar var.

    eğer daha önceden aldığınız bir abd vizeniz yok ise (bkz: abd vizesi) sizin için en son aşama vize alma kısmı oluyor. bugüne kadar çeşitli ülkelerden 10'a yakın vize almış olmama rağmen aldığım en kolay vize olduğunu söyleyebilirim. hazırladığım evrakların hiçbirine ihtiyaç duymadan, sadece birkaç temel soru sonrasında "vizeniz onaylanmıştır" cevabı ile aldığımız bu vizeye başvuru için ihtiyaç duyacağınız bilgilerin neredeyse tamamı abd vizesi başlığı altında incelenmiş. abd'nin diğer schengen ülkeleri gibi kısıtlı değil, 10 yıllık turistik vize verdiğini de unutmayın.

    biletlerimizi aldık, kalacağımız yeri ayarladık ve son olarak vizemizi de cebimize attıktan sonra artık geriye yapacak tek şey gezinin keyfini çıkarmak kalıyor. böyle bir seyehat için aylarca sabah 9:00 akşam 18:00 çalıştığınız, para biriktirdiğiniz düşünülürse gezinizin her dakikasını verimli geçirmek için önceden bazı planlar yapmanızda yarar var. yazının devamında size yardımcı olacak bazı fikirler vermeye çalışacağım.

    gitmeden önce kesinlikle hava durumunu kontrol edin ve havanın kapalı veya yağmurlu olduğu zamanlarda müzeleri gezecek şekilde planınızı yapmaya çalışın. özellikle havanın en güzel olduğu günü central park'a ve -gitmeyi planlıyorsanız eğer- six flags'e ayırmaya çalışın. yine woodbury common'a gitmeyi planlıyorsunuz yağmursuz bir güne denk getirmekte yarar var.

    new york'ta yapmadan dönmemeniz gereken şeylerin başında broadway'in meşhur müzikallerinden birini izlemek geliyor. bu müzikaller için biletleri internetten almak yerine times square'de adı şimdi aklıma gelmeyen, o meşhur merdivenlerin altında bulunan şubeden almanız daha ekonomik olacaktır.

    onlarca müzenin bulunduğu bu şehirde metropolitan museum of art'a ayrı bir parantez açmak gerekir. müze gezmeyi sevmiyor olsanız bile bu müze için bir istisna yapıp en azından yarım gününüzü ayırmalısınız diye düşünüyorum. bunun haricinde frick collection, moma ve bunun gibi bir çok müze de görülmeyi hak ediyor.

    gelelim central park'a, bu park zihninizdeki yeşil alan konseptini yerle bir edecek seviyede. büyüklüğü, kullanımı, konumu her şeyiyle akıl almaz bir proje olduğunu söylemek lazım. eğer benim gibi alışveriş merakınız yoksa grubun kalanı outletlerde kendinden geçerken, siz de bu zamanı central park'ta koşuya veya yürüyüşe çıkarak geçirebilirsiniz. unutmadan, central park'ı gezmek için tam bir güne ihtiyacınız olduğunu da belirtmeliyim.

    daha anlatılacak o kadar çok şey var ki hepsini yazmak neredeyse mümkün değil. bu şehri tanımak için çin mahallesi, italyan mahallesi , brookyln, soho, wallstreet ve daha aklıma gelmeyen birçok bölgesi tek tek gezilmeli görülmeli diye düşünüyorum. bu nedenle değil 8 gün, 1 ay gezseniz bile hala aklınızda kalan şeyler olacaktır. defalarca gelmek isteyeceğiniz, tekrar tekrar aynı yerleri dolaşmaktan sıkılmayacağınız bir şehir new york. eğer bizim gibi kısıtlı zamanda maksimum verim almayı planlıyorsanız bu yazıdan çok daha fazlasını okumalı ve ciddi bir hazırlık yapmanızı tavsiye ederim.

    edit: aklıma gelmeyen yerin adı theatre development fund'muş, epistemofili'ye teşekkürler.
  • pizzaları, parmak yedirten türde lezzetlidir.

    hiç yemedim, new york'a da gitmedim. ninja kaplumbağalar'dan biliyorum.
  • "today, america is the roman empire, and new york is rome itself".
    john lennon
  • başlığında %90 insanın içinde yaşamadığı yerdir.
    zira gerçek new york nasıl bir yer diye sorarsanız:
    - her yerinde hamamböcekleri vardır.
    - fareleri kocamandır, ve insandan falan korkmazlar.
    - insanları güler yüzlüdür, her şeyde özür dilerler ancak hiç bir şey umurlarında olmaz (misal, parkın ortasında birisi bıçaklansa, akşama kadar kimse polisi bile aramaya tenezzül etmez.)
    - bizdeki gibi kimsenin yüzüne bakmaya cesaret edemezsiniz, zira ne bakıon bla bla diye üstünüce acaip bişi gelebilir, ya da bir bayansa bir polise gidip bana dik dik bakıyor derseniz çok acaip şeyler yine sizi bekliyor olabilir.
    - hiç bir ilişki gerçek değildir, %90 newyorker kişi kendini işine adamıştır, amacını bilmem ama öyledir. o yüzden kaç yaşında olursa olsun birine sorarsanız, ilişki için evlilik için vaktinin olmadığını söylerler. o yüzdendir ki, online dating çok popülerdir. ya da starbucksta tanışıp, evim de üst blocktaydı muhabbetiyle çok karşılaşırsınız.
    - metroları pislik içindedir, ve hatta şu anda 2 tane n treni, bedbugs yüzünden kapatılmıştır. (bedbugs, üstünüze sıçrayarak herhangi bir yere gidebilen, havasız susuz, besinsiz 6 ay hayatta kalabilen, genelde yatağın kıvrımlarına saklanarak gece kanınızı emen, ve kurtulmak için tek çözümün evdeki herşeyi yakmak olduğu bir böcektir.)
    - bir de filmlerde görürsünüz ya, insanlar evlerine ayakkabıyla girerler, ve dersiniz ki vaaay ne kadar temizler ya, sokakları da temiz ki eve girebiliyorlar, ama sonra görürsünüz ki, evleri o kadar pis ki, dışardan ayakkabıyla girip girmemeniz hiç bir şeyi değiştirmez.
    - batmandeki kokuşmuş gotham city, 70-80lerdeki new yorktur, karanlık pis kokan her yerde suçlu olan. ve bunlardan kırıntılar hala taşır.

    tabi bu kadar da olumsuz bir insan değilim özünde, ama gerçekleri de saklamak manasız.
    - her türden insan vardır! ve bu mükemmel bir şeydir.
    - yogi olmak isteyene milyon arkadaş, gay olmak isteyene milyon eş, aids olmak isteyene bir sürü gönüllü, iş hayatında bir yerlere gelmek isteyenlere, milyonlarca manyak, geceleri içip sıçmak için, yüzlerce kafa insan, mankenlik yapmak isteyen için binlerce ajans vardır. yani imkanların şehridir o kesin.
    - ancak ekonomik olarak kötüdür, zira her sene yüzlerce nyer kız, californiaya gidip ordan erkek tavlamaya uğraşıp, hüsran içinde geri döner. (bununla ilgili böyle istatistikli falan bi makale vardı, şimdi arayamıcam)

    özünde hayatın bir aşamasında kesinlikle tecrübe edilmesi gereken, enteresan bir şehirdir.
  • anlatacağım şu fıkra new york ve new yorklu olmayı çok iyi anlatıyor

    cehennemin kapısında bir grup insan neşe içinde gülüp oynuyorlarmış. kapıda bekleyen zebanilerden biri ötekine demiski:
    -bunlar galiba new yorklu. baksana kendilerini cennette sanıyorlar.
  • küçücük bir çocuk, 1991 yılında babası tarafından jfk*den alınmış üzerinde "new york" yazılı kocaman bir şapkayı giyebilmek için yıllarca bekledi. aradan yıllar geçti; çocuk büyüdü, baba yaşlandı ama şapka hala ilk günkü gibiydi. new york'ta büyümüş müydü küçük çocuk gibi? bilmiyorum.

    bildiğim tek şey; baba da, new york da çok uzakta...şapka mı?

    başımda.
  • suyu adirondacks'tan gelir. adirondacks'taki su kaynakları büyük oranda koruma altındadır, endüstri belli bir mesafeye kadar bu su kaynaklarının yanına yaklaşamaz. ancak son yıllardaki yapılaşma kaygı verici olduğundan bu konuda kampanyalar vardır: http://www.protectadks.org/…otecting-water-quality/

    yani özetle new york'un suyunu sağlayan su kaynakları terkos, sazlıdere, alibeyköy ve büyükçekmece gibi halen yapılaşmanın en endüstrileşmenin sonucu kirletilmediğinden suyun bizdeki gibi arıtılması gerekmez. zaten türkiye'deki arıtma da biyolojik arıtmadır. kimyasal arıtma tesisi bildiğim kadarı ile yok (kaynak: http://t24.com.tr/…-yerine-pil-emin-daha-iyi/240862). bu yüzden istanbul'un suyunu içmek bir yana kafanızdan dökmek bile bir cesaret ister. new york'un suyunu ise musluktan içebilirsiniz.

    işin özü şudur: temizlemeden önce hiç kirletmemek en doğrusudur. gelişmişlik budur.
  • kısa süreli tatile geliyorsanız eğer,

    en güzel turistik atraksiyonlar için, (bkz: manhattan)

    en şahane, sarı kırmızı sonbahar panoraması için, (bkz: central park)

    en kaçırılmaması gereken müzeler için, (bkz: guggenheim), ve mutlak suretle (bkz: moma)

    en orijinal ve uygun fiyatlı kılık kıyafet alışverişi için, (bkz: urban outfitters)

    en güzel kahvaltı ve atıştırmalıklar için, (bkz: le pain quotidien)

    başım döndü huzur bulayım moduna geçtiğinizde, (bkz: west village), (bkz: brooklyn heights)

    en randımanlı metro haritası için, http://www.mta.info/nyct/maps/submap.htm .

    ve en güvenilir hava tahminleri için, http://www.weather.com/…byhour/usny0996?from=search .
hesabın var mı? giriş yap