• bakın benim en sevdiğim şehir efsanesi şudur:
    bir üniversitenin ilahiyat bölümünde öğrenciler "isa'nın öğretileri" dersinden finale gireceklerdir, heyecanlıdır gençler. sabah sınavın yapılacağı yere geldiklerinde kapıda hocanın elyazısıyla yazılmış ve onlara sınavın yerinin değiştiğini, kampüste o an bulundukları yere en uzak bir noktaya alındığını söyleyen bir notla karşılaşırlar. hepsi dehşetli bir telaş içinde o binaya doğru koşmaya yeltenirler. bu sırada terk ettikleri binanın önünde ihtiyar, biçimsiz, hırpani kılıklı bir dilenci durmakta ve onlara birazcık yardım için yalvarmaktadır. kimse adamla ilgilenmez.
    sınavın yapacağı salonu doldurur ilahiyat öğrencileri. birazdan da profesörleri gelir. durur, bekler. "hocam, sınav?" derler. adam kendinden emin bir tavırla cevap verir: "ben sınavımı yaptım, hepiniz kaldınız, gidebilirsiniz" (dilencinin profesörün adamı olduğunu söylemeye lüzum yok herhal).
    nasıl ama? şahane bir geyik doğrusu.
  • beni benden alan;

    adamın biri arabasıyla giderken yolda bir yolcu alır arabaya. adam arka tarafa biner.

    şoför- eee hemşerim kimsin nereye gidersin.
    yolcu- ben azrailim. canını almaya geldim.
    şoför- (alaycı bir tavırla) sen mi azrailsin? yav senin gibi azrail olurmu hiç.
    yolcu- (sakin bir tavırla) sen daha önce azrail gordünmüde tarif ediyorsun? inanmadın bana öylemi?
    şoför- inanmadım tabii.
    yolcu - o zaman 200 metre ileride bir adam daha alacaksın.
    gerçekten de adamın dediği gibi şöför 200 metre ilerde bir yolcudaha alır. ama yolcu ön tarafa oturur.olaylar bundan sonra daha da enteresanlaşır.
    şoför- (yanindakine) ee sen kimsin nereye gidersin?
    öndeki- abi ben merkezde biryerde indirirsen çok sevinirim adım felanca.
    şoför- yaw şu arkadaki adam bana azrailim diyo görüyon mu şu herifi hem iyilik ediyoz hemde dalga geçiyor zibidi!
    öndeki arkaya bakar ama kimse yoktur.
    öndeki- abi arkada kimse yok ki.
    şoför- (hışımla arkaya bakar) körmüsün be adam arkada oturuyor ya!
    öndeki- (arkaya bir daha bakar) abi senin kafan iyi mi yoksa dalga mı geçiyorsun?
    arkadaki yolcu lafa girer.
    arkadaki yolcu- gördün mü? öndeki beni ne duyabilir nede görebilir.
    şoför bir anda dizlerinin bağı çözülür bet beniz atar.
    arkadaki yolcu- hadi der arabayı kenara çek 2 rekat namaz kıl canını alacam.
    şoför ağlamaklı çaresiz bir şekilde arabayı kenara çeker ve iner arabadan.

    sonra da adamlar arabayi aldigi gibi kacarlar..

    (bkz: forward mail mucizesi)
  • mimar sinanın bile nasibini aldığı efsanelerdir.

    bir zamanlar internette mimar sinanla ilgili dolaşan ve iki adet efsane içeren email vardı. okuyunca insanın hoşuna gidiyor ve gurur veriyordu. işin ehli bir kişi tarafından bu email hakkında gerçekler ortaya konduğunda ise niye ve ne amaçla yazıldığı hakkında hiç bir fikir oluşmuyordu...

    öncelikle email olarak dolaşan efsaneler ve hemen ardından bu emaille ilgili açıklamayı okuyunca bu efsanelerin insanı ne kadar yanlış anlamalara ve bilgilere yönlendirdiği ortaya çıkacaktır.

    email ile dolaşan efsaneler:

    gerçek bir dahinin çözümleri

    mimar sinan'in mektubu:
    birkaç yil once, suleymaniye camii'nin yikilma tehlikesiyle karsi karsiya kaldigi anlasilmis. eğer cozum bulunamazsa, koca cami kisa bir zaman içinde yikilacakmis. caminin tum tasiyici yuku kemerlerindeymis. bu kemerlerin ortalarında bulunan kilit taslari zamanla asinmis. ama elde yazili bir proje olmadigi için nasil degistirileceği bilinmiyormus.

    hemen turkiye'nin en yetkin muhendis ve mimarlarindan olusan bir heyet olusturulmus. ortaya bir sürü fikir atilmis. her kafadan bir ses çikmis ama sonuç alinamamis. tartismalar surerken caminin içinde büyük bir karmasa suruyormus. ulkenin çesitli bilim kuruluslarindan bir sürü mimar, muhendis kemerleri inceliyormus. bu adamlardan biri ortalarda dolanirken, kazara, gizli bir bolme bulmus. bolmede, uzerinde eski yazi olan bir not varmis.

    uzmanlara inceletilen kagidin orijinal olduğu belgelenmis. bu kagit parcasi bizzat mimar sinan'in imzasini tasiyan bir mektupmus. mektupta yazilanlar tercüme ettirilince ortaya söyle bir metin cikmis.

    "bu notu bulduğunuza göre kemerlerden birinin kilit tasi asindi ve nasil degistirilecegini bilmiyorsunuz." koca sinan, kademe kademe, kilit tasinin nasil degistirileceğini anlatiyormus. bu oyuk içinde yer alan bir sise ve sise içindeki notta soyle bir sey yaziyormus: "her kim bu tas eskidiğinde yenisiyle degistirmek isterse; eski tasin yerine takilacak yeni kilit tasinin iki tarafindan yagli iple tasi bir taraftan sokup oteki taraftan ceksin ve sonra ipin disarida kalan kisimlarini kessin".

    heyet sinan'in söylediklerini aynen yapmis. suleymaniye camisi boylelikle kurtarilmis. bu mektup su an topkapi sarayi'nda saklaniyormus.

    --------------

    mimar sinan 2

    1950-60 arasi bir tarihte insaat muhendisi, mimar ve jeofizikçilerden olusan bir japon heyeti turkiye'ye gelmis. heyet imar ve iskan bakanligi'ndan izin alarak ulkemizdeki tarihi yapilari incelemeye baslamis. ayasofyayi, yerebatan sarnicini filan gezdikten sonra sira sinanin kalfalik eseri suleymaniye camisi'yle sinan'in ogrencisi mimar davut aga'nin eseri sultanahmet camisi'ne gelmis. japonlar bu camiler uzerinde gunlerce inceleme yapmislar. her geçen gun saskinliklari daha da artiyormus. cunkü japonlar daha ilk incelemede camilerin gevsek bir zemin uzerine insa edildiğini anlamislar. ama bunca yil, bu camilerde bir catlak dahi olmamasina akil sir erdirememisler.

    bunun uzerine tuürkiye programinin gerisini tamamen iptal edip, bu iki cami üzerine yogunlasmislar.
    arastirmalarinin sonucunda herhangi bir sarsinti sirasinda bu iki caminin sabitlenmediğini aksine yerinde oynayarak yikilmaktan kurtulabildiği ortaya çikmis. minareleri incelediklerinde ise dumurlari ikiye katlanmis. minarelerin cok daha gelismis bir rayli sistem mekanizmasi uzerine oturtulduğunu ve her yone yaklasik 5 derece
    yatabildiğini gormusler.

    daha derin arastirma yapmak için edirne'ye, sinan'in ustalik eseri selimiye camisi'ne gitmisler. ordaki olaganustu sistemleri gorunce iyice dumur olmuslar. selimiye'nin tüm sirlarini aylarini harcayarak cozmüsler. japonya'ya donduklerinde ise sinan'in sirlarini uygulamaya sokarak sehirlerini sinan'in kullandigi sistemlerle kurup muazzam
    gokdelenler dikmisler. yani su an gelismis ulkelerin gokdelen yapiminda kullanildiklari cogu sistem, yuzyillar önce sinan'in gelistirdigi mekanizmalarmis.

    bir gun selimiye camii'ne girenler, kubbenin altiında bir japon'un ayaklarini kibleye doğru uzatmis sirtustu yattigini gormusler tabii hemen japon'u, "burasi kutsal bir yer. bu sekilde yatmak bizim inanclarimiza gore saygisizliktir. lutfen oturun veya ayakta durun" diyerek uyarmislar. ancak, japon trans vaziyetteymis, gozlerini kubbeden ayirmadan soyle sayikliyormus: "bu imkansiz. ben yillarin muhendisiyim. bu kubbe var olamaz. hayal goruyorum. bu kubbenin orada o sekilde durmasi fizik ve matematik kurallarina aykiri. bu imkansiz, orada hicbir sey yok,orada hicbir sey yok..."

    selimiye camisisinin zemini gevsek toprakmis. bu nedenle minarelerinin yakin zamanda yikilacagi farkedilimis. uluslararasi bir grup bilimadami toplanmislar. nasil kurtaririz bu tarihi minareleri diye kafa kafaya vermisler. sonucta en son teknoloji olan metal kelepcelerle minarelerin temellerini sabitlemenin en iyi cozum olduğuna karar vermişler. minarelerin temellerini acinca, koymayi dusundukleri kelepcelerin aynisiyla karsilasmislar. mimar sinan bilmem kaç yüzyil once ayni seyi dusunmus megerse mimar sinan'in selimiye camii'nin kubbesini o genisliğe oturtmak için 13 bilinmeyenli bir denklemi matematiğin bilinen 4 ana isleminden farkli besinci bir islem yaratarak cozdugu soylenir. ayrica minarelerin serefelerine cikanlarin yolda birbirlerini gormemeleri ise buyuk bir bir dehanin urunudur. almanlar ayni sistemi meclislerinin onundeki dev kurede kullanmislar. mimar sinan bu sistemi 2 metre capindaki minarelere yuzyillar once monte edebilecek bir dehadir. almanlarin dehasi ise, o cirkin metal yiginina selimiye'den fazla turist cekebilmelerindedir.

    ------------------

    ehil bir arkadaşın bu efsanelerle ilgili açıklamaları:

    sevgili kardeşlerim,

    bu anlatılan ve internette devamlı dolaşan ''hurafeler'' tamamen gerçek dışıdır ve belirtilen ayrıntıların pozitif ilimle ve mühendislikle ilgisi yoktur. aşağıdakileri anlatmayı kendime görev bildim:

    * süleymaniye camii yapı ömrü boyunca hiçbir zaman yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kalmamıştır.hatta 1999 depremini bile sadece kaplama malzemelerindeki hasarlarla atlatmayı başarmıştır.

    * caminin taşıyıcı elemanlarının kemerler olduğu doğru fakat ortadaki kilit taşlarının taşıyıcının kritik parçası olduğu gerçekten uzaktır.

    * anlatıldığı şekilde ülkenin yetkin mimar ve mühendislerinin toplanıp bir taşı nasıl değiştireceklerini akıl edememeleri, tesadüfen bir not bulmaları tamamen masalsı bir anlatımın ürünüdür. yaklaşık 20 senedir mühendislerin kullanımında olan ve 'pachometre' adıyla bilinen cihaz ile betonların ardındaki demirler , kimyasal metotlarla taşların dokusu, zaman içinde girdiği reaksiyonlar bile rahatlıkla gözlemlenebilmektedir.

    * bahse konu mimar sinan'ın mektubunun topkapı sarayında saklanıyor olması da yalnızca bu hurafeyi inandırıcı kılma çabasıdır. böyle bir mektubun var olmadığı türkiye mühendislik haberleri dergisinde belirtilmiştir.

    * gerek sultanahmet gerekse süleymaniye camii istanbul'un meşhur 7 tepesinden ikisinin üzerine inşaa edilmişlerdir . zeminlerinin gevşek zemin sınıflandırmasına girmesi mümkün değildir. hatta sultanahmet camisinin inşaası sırasında sert zemin sebebiyle inşaat süresi (1612-17) uzamıştır.camilerin yerinde oynaması, minarelerin raylı olması sadece saçmalıktır.

    * yüksek yapı teknolojisi ise dünyada çelik endüstrisinin gelişmesi ve çelik yapı inşaasındaki ilerlemelerin neticesinde uygulanabilirlik kazanmıştır. yüksek yapı inşaatındaki ilkeler genel anlamda elbette ki tüm yapılarda
    kullanılan mühendisliğin ana prensiplerinden faydalanılarak oluşturulmuştur.dolayısıyla inşaat mühendisliği'nin bu önemli dalının prensiplerinin 1550 yılında oluşturulduğunu iddia etmek mantıkla bağdaşmamaktadır.

    * sultanahmet camisinin mimarı davut ağa değil, sedefkar mehmet ağa'dır ve bu üstat sinan'ın öğrencisi olmamıştır.

    * sedefkar mehmet ağa önemli bir san'atkar olup sultanahmet camisi taşıdığı sanatsal özelliklerle süleymaniye camisinden üstün sayılmaktadır. şöyle ki, sultanahmet camii'nin mimari tarzi öteki camilere göre, birçok bakimdan farklidir. mesela süleymaniye'de kubbeyi esit ve paralel kenarli dayanaklar tuttugu halde, sultanahmet camii'nin kubbesi yuvarlak ve iri sütunlar halindeki filayaklarina oturmaktadir. orta kubbe dört sivri kemer üzerine oturtulmus, köseleri pandantifle doldurulmustur. yarim kubbelerin kenarlari da sivridir. isik süzülmesini kolaylastirmak için pencere ve kemerler de degisik bir stilde yapilmistir. isigin cami duvarlarini süsleyen renkli çinilere degisik sekillerde yansimasi düsünülmüs, pencere camlarina buna göre renkler verilmistir. sultanahmet'in asil özelliklerinden biri, bol isikli, diger çinilerinin essiz birer sanat eseri olusudur. yüzyillar içinde eskiyen veya kirilan bazi camlari degistirilirken, ayni renkler tutturulamamistır. bu yüzden cami yapilisindaki zamana göre isik-enklerinden kayba ugramistir. buna ragmen sultanahmet'in iç aydinligi bugün hiçbir mabedde yoktur. sultanahmet camii'nin maliyeti, sebilleri, mektebi, hümayun kasri, dükkanlari, dükkanlarin üzerindeki odalari ve padisahin türbesi de dahil olmak üzere 1811 yük 2944 akçedir. 1 yük 100 bin akçe, 120 akçe de 1 altin oldugunua göre, bu saheserin yaklasik olarak 1.510.000 altina mal oldugunu söyleyebiliriz. cami 21.043 çini ile süslenmistir ve bu çinilerin herbirine 18 akçe ödenmistir.

    * dört işleme beşinci bir işlem ekleyerek denklem çözmeyi ise hiçbir şekilde anlamak mümkün değil sanırım.

    sonuçta büyük usta mimar sinan'ı ve sedefkar mehmet ağa'yı bu muhteşem eserlerinden dolayı yüceltelim, rahmetle analım ama bilimsellikten sapmadan, hurafelere, masallara kapılmadan...
  • 4. murat devri. padişah tarafından, mey *, afyon ve fal bakmak yasaklanmış. istanbul'da bütün meyhaneler ve keşhaneler underground takılmaya başlamış. 4. murat bi gece, tebdil-i kıyafet istanbul'a indiğinde, karşıya geçmeye karar verip bi sandal kiralamış.

    sandalcı müşterisinin sultan olduğunu bilmiyomuş tabii. bi ara, sandalın yanından sarkan bi ipi çekmiş. ipin ucunda bi testi! sultan, ne var o testinin içinde? diye sormuş. sandalcı ne olacak, mey işte diye gülerek müşterisine ikram etmiş. her ne kadar yasaklamış olsa da, 4. muratın alkolle arasının iyi olduğu bilinir. ikramı kabul etmiş ama yine de, mey yasak. hünkarımız görse kafanı vurdurtur diye korkmuyo musun? diye sormaktan da geri kalmamış. sandalcı da haliyle, yahu hünkar nerden görecek bizi denizin ortasında demiş.

    aradan biraz zaman geçmiş. sandalcı bu kez de, teknenin tahtalarından birini kaldırıp aradan afyon çıkarmış ve nargilesine atarak körüklemeye başlamış. gönlü zengin adam, hemen müşterisine de ikram etmiş. sultan yine kabul etmiş ama yasağı gene hatırlatmış. sandalcı aynı şekilde, kim görecek ki bizi denizin ortasında demiş. biraz daha vakit geçmiş. bizim sandalcı cebinden fal taşlarını çıkarmış. hünkara, ver 5 akçe de falına bakayım demiş. fal 4. muratın en kızdığı şeymiş, ama hadi biraz daha sabredeyim diye düşünüp, bak bari demiş.

    fal taşlarını elinde çalkalayıp atan sandalcı, efendi, sorunu sor bakalım demiş. padişah, hünkar şu anda nerededir? diye sormuş. sandalcı taşlara bakıp hünkar şu an denizdedir demiş. 4. murat güya endişelenmiş havalarına girip, sakın yakınımızda bi yerde olmasın diye sormuş sandalcıya ve tekrar iyice bakmasını söylemiş. sandalcı taşlara tekrar bakmış ve birden, 4. muratın ayaklarına kapanıp, affet beni hünkarım diye yalvarmaya başlamış. kıyıya dönene kadar yalvarmaya devam etmiş. padişah dayanamayıp, sana bi soru sorucam. eğer bilirsen seni affederim. bilemezsen boynunu anında vurduracam demiş. sandalcı sevinçle, padişahım çok yaşa demiş ve merakla soruyu beklemye başlamış.

    4. murat, sandalcıya, dönüşte istanbula hangi kapıdan giricem? diye sormuş. tabii sandalcı hemen itiraz etmiş, hünkarım, şimdi ben hangi kapıyı söylesem, siz başka kapıdan girersiniz. affinıza sığınarak, gireceğiniz kapıyı bi kağıda yazsam ve size versem; kapıdan geçtikten sonra okusanız olur mu? demiş. hünkar başını olur anlamında sallayınca, sandalcı tahminini yazıp kağıdı vermiş.

    padişah kağıdı alır almaz, daha bakmadan, yanındaki fedaisine, hemen boynunu vur şu kafirin emrini vermiş. sonra da, surlara yeni bir kapı açıla! istanbula oradan giricem demiş çevresindekilere. kapı 5-10 dakikada açılıp, padişah ve erkanı şehre girmiş. 4. murat bi ara, sandalcının kağıda hangi kapıyı yazdığını merak etmiş. kendinden çok eminmiş, laf olsun diye cebindeki kağıda bakmış. ama okuyunca hayretler içinde kalmış. sandalcı kağıda şunları yazmışmış: hünkarım, yeni kapınız vatana millete hayırlı uğurlu olsun.

    o gün bugündür de işte o kapı, yenikapı olarak anılıyormuş.
  • okuması yazması olmayan yaşlı bir teyze, otobüsle şehirlerarası seyahat edecektir. teyzeyi yolcu etmeye gelen yakınlarından bir tanesi muavini, "aman canım kardeşim afyon * 'a geldiğinizde teyzeye mutlaka haber ver. aman ha sakın unutma! " diye sıkı sıkı tembih eder. yolculuk başlar, gece olduğu için, yaşlı teyze de dahil olmak üzere yolcuların hepsi uykuya dalar.
    bir süre sonra muavin telaşla şoförün yanına koşar. bu esnada afyon çoktan geçilmiş, muavin teyzeyi uyandırmayı unutmuştur. "abi, afyon'da teyzeye haber vericektim unuttum ben, napıcaz şimdi. yaşlı kadın tek başına kaldı napsak ki?" der.
    şoför "git bak bakalım herkes uyuyosa çaktırmadan geri dönelim, yarım saat kaybederiz ama teyzeye yazık karda kışta açıkta bırakmayalım kadıncağızı" der. ve herkes uyuduğu için afyon'a geri dönerler.
    muavin gider teyzeyi uyandırır. "teyzecim kalk hadi afyon'a geldik" der. ve bomba teyzeden gelir :
    "saol evladım. şu ilacımı içecektim. saolsunlar ilaç içeceğim saati hesapladılar tam afyon'a denk geliyomuş. sana zahmet bi bardak su veriver."
  • bir de şöyle bi efsane vardır:

    amerika ile japonya teknoloji konusunda rekabet halindeymiş. ama japonlar sürekli bir adım önde oluyormuş.
    amerikalılar 'ne yapsak da japonları alt etsek' diye düşünürken, bi gün kılı ikiye bölen alet icat etmişler. işte bu oğlum, bundan daha iyisini, daha incesini kimse yapamaz diyerekten, böldükleri kıllardan birini japonyaya yollamışlar. alın size kapak olsun demişler.

    japonlar da o yarım kılın üzerine delik açıp geri yollamış.

    amerikalılar apışıp kalmış. japonların teknoloji alanındaki üstünlüğünü bir kez daha kabul etmişler. bükemediğin bileği öpeceksin diyerek, japonları tebrik etmek için iki külçe altını paket yapıp hediye olarak japonlara göndermişler.

    japonlar da hediye pakedinin üzerine delik açıp geri yollamış.

    *
  • tuaf bi kız otururdu yan binada. uzaktan akraba işte dıdısının dıdısı..
    sabah saat 5 gibi birden uyanıyor bu. yattığı yerden odasında beyazlar içinde bir teyze görüyor inanamıyor bi besmele çekip kapatıyor gözünü.. açıyor ki kadın hala orda ve "korkma yavrum-korkma kızım" diyerek yatağa yaklaşıyor.. kız "gelme gelmeeee lan!!!" die bağırıyor ama beyazlar içindeki kadın acıklı bi gülümsemeyle yaklaşmaya devam ediyor kız yatakta sıkışıyor ve "git burdaaaaan!!!" diye bir tane geçiriyor teyzeye..
    teyze yere düşüyor allah allah diye bağırarak kız da köşeye çekilip bekliyor dualar okuyarak..
    sonra birden aynı gün anneannesinin onlara misafir geldiğini hatırlıyor.. kadıncaaz namaza kalkmış, o sırada kızın üstü açık mı diye bakmaya gitmiş odasına..
    çok yaşamadı o darbeden sonra zaten teyze..
  • japonlar, selimiye camii'ni incelerken, delirmişler.
  • vehbi koç ölmeden evvel oğlu rahmiyi çağırıp, beni mezara mutlaka çoraplarımla gömeceksiniz, yoksa hakkımı helal etmem diye vasiyet etmiş ve bir de mektup vermiş. bu mektubu ben öldükten sonra ilk başın sıkıştığında açarsın demiş.
    gün gelmiş vehbi koç hakkın rahmetine kavuşmuş. oğlu, vasiyeti gereği babasını çoraplarıyla gömmek istemiş. fakat caminin imamı bunu kabul etmemiş, ille de çoraplar çıkacak, yoksa namazı kıldırmam demiş. başka bir imam getirmişler ama nafile, dinimize ters diyerek o da kabul etmemiş. başka bir hoca daha. yok. o da kabul etmemiş.

    rahmi koç çaresizlikten kıvranıyomuş. düşünmüş taşınmış ama bir çözüm bulamamış. birden aklına, babasının ilk başın sıkıştığında açarsın dediği mektup gelmiş. rahmi bey hemen mektubu bulup heyecanla açmış. mektupta aynen şöyle yazıyormuş: gördün mü oğlum rahmi! ben ki türkiyenin en zengin adamıyım. ama mezara bir çorap dahi götüremedim. eee, hani nerede benim zenginliğim?
  • düş sokağı sakinleri grubunun yeni kurulduğu dönemlerdir.murat yılmazyıldırım ve murat çelik , normalde çok iyi anlaşmalarına rağmen küçük bir konu nedeniyle tartışırlar.birbirleriyle konuşmamaya ve trip yapmaya başlarlar.
    birkaç gün böyle geçtikten sonra daha önceden dost meclisiyle planlanmış olan pikniğin günü gelir çatar.herkes pürneşe doğayla bütünleşirken,elemanlar birbirlerine yaptıklarından dolayı ve aralarının kötü olması nedeniyle üzgündürler.bu ruh haliyle iki ayrı ağacın altında,ellerinde gitarlarıyla bunalım bunalım takılan elemanlardan murat yılmazyıldırım o an bi beste yapar.yeni yaptığı şarkının heyecanıyla diğer muratın yanına koşar ve bi şarkı yaptım der.eleman buna sevinir ve kendisininde bi şarkı yaptığını söyler.
    bi bakarlarki aynı anda,farklı yerlerde aynı sözleri ve aynı melodileri yakalamışlardır.ortaya çıkan üründe genç sevgililerin dillerine pelesenk olmuş sevdan bir ateştir

    (bkz: yok ebenin amı ali sami)
hesabın var mı? giriş yap