• “sürekli krizler yaşardı, ölmüş bir karga, ezilmiş bir kedi ya da gökyüzünde karanlık bir bulut görse ağlamaya başlardı. öte yandan, fiziksel acıya karşı acayip bir direnci vardı: ağzını yaksa ya da bir yerini kesse, kural olarak ağlamazdı. onu mutsuz eden şey, kötü niyetti, evrenin kötü niyeti.” (s.121)

    (bkz: margaret atwood)
    (bkz: kör suikastçı)
  • "her hayat, daha yaşanırken bile, bir çöplük gibidir, bir ölünün arkasından temizlik yaptığınızda, bir gün sıra size geldiğinde ne kadar plastik çöp torbası doldurulacağını daha iyi anlarsınız."
  • "she imagines him imagining her. this is her salvation."
  • "i was sand, i was snow—written on, rewritten, smoothed over."
  • "başlangıçlar anı,aynı zamanda sinsi olur.kenarlardan gizli gizli yaklaşırlar,karanlık köşelerden gelir pusuya yatarlar.sonra, daha sonra, birden karşınıza çıkarlar."
    margaret atwood'un kör suikastçi ismi ile türkçe çevirisi bulunan güzel bir romanı.
    bu cümledeki gibi kitabın anlatıcısı iris başına gelecekleri geç görmüş olsa da biz, okuyucu olarak bunu hep gördük ve bu çok rahatsız ediciydi. romanı etkili kılan da bu sanırım. herkesin sahip olmak isteyeceği bir hayata doğan iki kız kardeşin talihsizlikler ile dolu hikayesi: bu talihsizlikler,çevreden,zamandan olduğundan daha çok kendi yakınlarından,ailelerinden gelse de bir noktadan sonra iris'i suçlamaya başladım çünkü bu kadar da pasif ve kör olunmaz -gerçi çok genç bir yaşta başına geliyor olaylar ama sonrasında da devam ediyor bu boşvermişliği-özellikle laura gibi değerli ve özel bir kız kardeşi varken! yani her şeyi de sonradan anlamazsın be abla.

    "hatırlayabildiğim hiçbir şey yoktu. ama hatırladıklarım ile gerçekten olanlar aynı şeyler miydi ? artık aynı şeyler: çünkü geride bir tek ben kaldım."
    "nefessiz kaldım,sanki batmışım gibi.ama neye batmışım.suya değil, daha yoğun,kıvamlı bir şeye:zamana. eski ve soğuk zamana,eski üzüntülere,bir havuzun dibindeki kum ve çamur gibi kat birikmiş üzüntülere."
    "her hayat, daha yaşanırken bile,bir çöplük gibidir, bir ölünün arkasından temizlik yaptığınızda, bir gün sıra size geldiğinde ne kadar plastik çöp torbası doldurulucağını daha iyi anlarsınız."
    "çocuklar küme halinde sahneye doğru ilerlediler. çirkin olanları bile güzeldi,asık yüzlü,şişman,sivilceli olanları bile.antipatik ,saygısız pozlar takınmak onlar için bir kural. ne kadar şanslı olduklarının farkında değiller. ama bu onların zırhıdır. o olmasa, nasıl kalırlar hayatta, nasıl ilerlerler ?çünkü yaşlı insanlar gençlerin iyiliğini ister ama kötülüğünü de ister: onları tüketmek,canlılığını içine çekmek ister,böylece kendileri ölümsüzlüğe erişsin diye. bu kaba tavırları olmasa, çocuklar geçmişin yükü altında ezilirler,baklalarının geçmişinin yükü altında, kendi sırtlarına yüklenen,bencillik onları kurtaran lütuftur."
    "sonsuza dek yaşayamayacağım anlaşıldı artık,gitgide daha grileşeçek, daha küçülecek ve daha tozlanacağım. çok zaman önce fısıldamıştım kendime ölmek istiyorum diye, şimdi bu dileğimin kesinlikle gerçekleşeceğini daha iyi anlıyorum. hem de er ya da geç değil, tez zamanda. bu konuda fikrimin değişmiş olmasına rağmen."
    "nasıl bir duyguydu bu,hergün yanıbaşında, gözlerinin önünde olan bir insanı arzuyla istemek ama asla erişememek?"
    "ne hayal ürünüydü bu anneler. bostan korkuluğuydular,üstüne iğneler yağıştırdığımız mumya bebekler,kaba saba şekiller gibiydi. onlara kendi varlıklarını yaşama fırsatını vermiyorduk,kendi keyfimize göre yaratıyorduk onları:kendi açık duygumuza,dileklerimize ve zayıflıklarımıza göre. şimdi onlardan biri olduğum için, daha iyi anlıyorum."
    "ölülerin adlarını söyleyerek onları hayata döndürürsünüz,dermiş antik mısırlılar: her ölünün bunu isteyeceğinden emin değilim."
    "aşk bir suçtur, ama olmaması daha büyük bir suçtur."
    "hatıralarınızı unutursanız asla intikam alamazsınız."
  • 67. sayfasına kadar sabırla okuduğum, ömrümü yiyen kitap. bu kadar mı ilerlemez bir kitap. bir konuya girse de ne olup bitiyor anlasak diyorum. tasvirden, betimlemeden midem bulandı. ödülü alan onlar ise ben almayayım. ne gerek var böyle ağdalı anlatıma, sade bir dil ve sürükleyicilik neyine yetmez ki? ödüllü bir yazar değilim ama şunu biliyorum, özgün olayım derken sıvamış bir anlatımı var. çok sinirliyim be sözlük! bu hafta beni hayata bağlayan kitap olacaktı kendisi, okuyacağız seve seve aldık bi kere.
  • bu kitap muazzam bir hayal gücünün ürünü, saygı duymamak elde değil.
    iç içe geçmiş, adeta ilmek ilmek örülmüş, hikaye içinde hikaye barındıran muhteşem bir roman.

    atwood aynı zamanda şairmiş, şiir yazdığını bilmiyordum.
    kitabı okurken dikkatimi çekti, anlatımı o kadar şiirsel ki tespitlerini ve vurucu yerlerini geçtim dümdüz bir olayı anlatışı dahi kafiyeli, şiirsel.
    böyle olunca da akıp gidiyor hikaye.

    öyle ki, hikayenin içindeki hikaye dahi merak ettiriyor kendini, ana hikayeymiş gibi.

    dönemin içinde kaybolduğum, anlattığı mahalle ve sokaklarda adım adım gezindiğim, keşke bitmese diye diye okuduğum bir 600 küsür sayfa oldu bu roman…
  • yıllardır baskısı bulunmayan margaret atwood kitabı kör suikastçi doğan kitap tarafından basılarak raflardaki yerini aldı. 90 tl olan sahaf fiyatı tahminimce düşüş gösterecektir.
  • hem anlatı olarak hem teknik olarak yerli yerinde, pürüzsüz bir roman.
    hikaye içinde hikaye tekniğiyle farklı okuma düzeyleri sunarken zaman sıçramaları ile takip mekanizmamızı hep kırıp hem diri tutmayı beceriyor atwood.
    ıris ve laura kardeşler üzerinden olayların geçtiği -bir savaşın sonrası ve bir diğerinin öncesi- zamanlarda kadınların bireysel olarak farklılıkları ve buradan toplum ve dünya genelinde kadınların kendilerine biçmek zorunda kaldıkları rolleri sorgulatıyor ve bu küresel çapta süregelen duruma bir de mikro çapta, bir aile özelinde tartışıyor yazar.
    sadece feminist perspektiften bakıp romanın perspektifini daraltmaya lüzum yok zira bu anlatının skalası oldukça geniş. küresel çapta meydana gelen dramatik boyutta etkileri olan olayların, bireysel, ailevi ve sonra sosyal olarak bozulmalara, yozlaşmalara nasıl varabileceğinin de altı çiziliyor.

    belki de anlatıların başat özelliği olan görünen - gerçek dikotomisini de bilhassa laura ve ıris kardeşlerin bir yerde kesişen ve ayrılıveren yazgı(?)ları üzerinden nasıl inşa edildiğini görüyoruz.

    kuşaktan kuşağa bilfiil yaşantılarına tanık olduğumuz bir ailenin nerede başlayıp ne şekilde ve nerede bittiğini ve belki de nasıl -her ne kadar kitabın içindeki bir kitaba sığdırıldığını görsek de-toprağa karışıp çözülebileceğini görüyoruz.

    atwood. şahanesin.
  • beni margaret atwood ile tanıştıran ikinci defa okuyacağım kitap.

    anlatım tarzı, iki kız kardeşin merak uyandıran ve birbirine zıt hayatlarıni okumayı sürükleyici kılıyor. okurken yaşlı bir kadının gözünden geçmişini sahne sahne ortaya döküp bunu son derece içten, çekinmeden, bir nevi itiraflar niteliğinde aktarabilmesini hissetmek bize sayfaların bir solukta azalıp bitebilecegini gösteriyor.

    son dönem hulu'da yayınlanan the handmaid's tale uyarlaması ile tekrar gündeme gelmesi bu kitabı hatirlamami sağladı ve diğer sevilen kitabı cat's eye da yazarın okunması tavsiye edilen kitaplarından.
hesabın var mı? giriş yap