• agota kristof un harika üçlemesinin birincisi.* ** savaşta anneleri tarafından anneannelerine bırakılan ikizlerin kendi başlarına acı çekmeyi, öldürmeyi, ve hayatı öğrenişini anlatan bir kitap.
  • (bkz: defterikebir)
  • ticari kuruluşların aylık bilanço hesaplarını gösteren defter, ana defter, defterikebir.
  • çok net söyleyebilirim ki hayatımda okuduğum en iyi kitap. ve çok fazla okurum.

    üçlemenin tamamı çok çok iyidir. ancak ilk kitap akıllara durgunluk verecek kadar şoke edicidir.

    hiç ummadığınız bir anda suratınızda bir tokat patladığını hayal edin. tam öyle bir şey.

    ekşisözlüğe bu filmi beğendim, bu kitap kötü gibi kimseyi ilgilendirmeyen kişisel fikir beyanında bulunmaktan pek haz etmemekle beraber gerçekten kitabı tarif etmek zor olduğu için kitap okumadan edemeyen herkese bu kitabı okumalarını söylemeden geçemeyeceğim.

    yıllardır niçin yazmamışım cidden hayıflandım.

    edit/ edebi olarak değil kurgusal anlamda
  • severek okuduğum kitap. metinler her açıdan şaşırtıcı.
  • henüz bitirdim. metnin sahip olduğu kuru ve objektif aktarım, söz konusu ikiz çocuk kardeşler olduğundan yer yer gerçekten yüze soğuk su çarpıveriyor.

    örneğin dilencilik alıştırması sonrası yüzde yüz bir nesnellikle söylenen her şeyi attık ancak saçlarımızdaki okşayışı atmak mümkün değildi sözü gibi. başka bir yerde "çağrıldığında hiç gelmez ki ölüm" ifadesi de bir o kadar çarpıcıdır.

    tüm bunların dışında anneanne karakteri, gerçek hayattan tanıdığım birisine o kadar benziyor ki. "doktor ha! doktor, aptal herif!! ömrümün sonuna kadar felçli kalacakmışım ha! ben gösteririm ona!"

    hayata karşı böylesine bir duruşu hangimiz gösterebiliyoruz ki artık?

    bir ameliyat öncesi aynı odayı paylaştığım ve ertesi gün ölüm riskli bir ameliyata girecek yaşlı bir adamın sözleri geliyor aklıma: "biliyor musunuz beyefendi, ben mental olarak kuvvetliyim, böylesi bir ameliyattan korkacak değilim."
  • agota kristof’un büyük defter-kanıt-üçüncü yalan serisinin ilk kitabı. yapı kredi üçlemeyi tek kitap olarak basmış, ben de okumayı henüz bitirdim.

    bir edebi eserin iyi olarak yorumlanmasında hiçbir zaman salt, “o kitabı elimden düşüremeden okumak” kriterinin yeterli olduğunu düşünmedim. bu kitap elimden düşüremeden okuduğum bir eser oldu ancak onu nazarımda iyi yapan unsur bu değildi. kolay okunabilir kitaplar elbette genele hitap etmesi açısından avantajlı ancak bu kitap kolay sindirilecek bir kitap değil.

    kitap okuma alışkanlığımın kendiliğinden gelişmesinin yarattığı ve çocukluğumdan beri çok aşina olduğum bir durum var. ben kitap okurken o pencereden o adama bakıyorum, o evin odalarını geziyorum, o bankta oturuyorum, ne tarif edilmişse aklımın odalarına doluyor. o kitaba bir son da benim aklım yazıyor okurken, sonra bu kitapta olduğu gibi bir anda hiç görmediğim bir kapı açılıyor. o kapıdan içeri girmenin çoşkusu bana kitapları çok sevdiriyor.

    bu kitap kafamda yeni bir kapı açtı. birkaç gündür sürekli oralarda dolaşıyorum. bir eseri derinlemesine edebi olarak yorumlayacak teknik eğitime sahip olamamakla beraber, ancak kendi okuma zevkime göre yorum yapabiliyorum. benim açımdan betimlemeler ya da anlatı yönünden yüksek tatmin yaratacak bir kitap değildi. ancak bilhassa ilk kitabın üzerimde yarattığı etki, “ben ne okudum az önce” oldu tam olarak.

    kitap beni paramparça edip parçalarımı çok farklı yerlere bıraktı. bin yıldır insan eliyle ördüğümüz medeniyet duvarının kırılganlığı ve yine insan eliyle çok kolay yıkılışını bir kitaptan izlemek çok etkiledi beni. her gün bir başka yönüyle övündüğümüz kişiliklerimizi oluşturan etkenlerin ne kadar yaşadığımız koşullara bağlı olduğunu düşündüm en çok. başka bir gerçekliğin içinde doğsaydım nasıl şekillenirdim? merhamet etmeyi hangi koşullarda belledim acaba? mesela bir insanın o anda gerçekten ihtiyacı olan şey onun canını almaksa, onun isteğini yerine getirebilir miydim herhangi bir paralel evrende? bazen bir şey okuyorum ve o cümle benim zihnimde çok uzun zaman boyunca dönüp dolaşıyor. bu kitapta da belki de en çok aklımda kalan cümle, bir idam mahkumunun infaz gerçekleşeceği zaman orada olmasını istediği dostunun buna cesaret edememesi üzerine bir diğerine sorduğu sen olsaydın gider miydin sorusuna cevap oluyor, “eğer benden gerçekten istemiş olsaydı yapardım.” birisi için bir şeyi sadece gerçekten benden istemiş olduğu için yapabilir miyim?

    kitabın bana kalırsa en vurucu yönü anlattıklarının hiçbir süse, ağdalı cümleye ve derin analize ihtiyaç duymamasında yatıyor. insan olarak böbürlendiğimiz bu medeniyet duvarının altında kalışımız sadece insan eliyle yapılmış bir havan topuna bakıyor. ahlak, kural, merhamet, vefa paramparça da olsa geriye o en büyük ihtiyaç kalıyor, sevmek ve aidiyet ihtiyacı. bu kitaptaki o pencerelerden bakmak ve o sokaklarda gezinmek benim için biraz daha zaman alacak, hızlıca okuyup uzun zamanda sindireceğim sanırım.
  • bilinmeyen bir ülkenin, bilinmeyen bir savaşında, hayatta kalabilsinler diye anneleri tarafından “büyük” şehirden “küçük” şehire anneannelerinin yanına bırakılan ikiz erkek kardeşlerin hayatını anlatan üçlemenin ilk kitabı. yazarı agota kristof kendisi macar doğumludur. her ne kadar ülke adı verilmese de anlatılanlardan yaşananların balkanlarda geçtiği çok açık bence. hatta sovyetlerin de işin içinde olduğunu anlıyoruz özellikle de

    --- spoiler ---

    ilk kitabın sonuna doğru savaşın bitişi ve karşı tarafın ülkeye girmesinin ardından bir dizi yasakların gelmesiyle. her yere lider fotoğrafı asılıyor, eğitim zorunlu hale geliyor vs. bunlar bana ciddi anlamda sovyetleri çağrıştırdı bilmiyorum kişisel çıkarım da olabilir. ama çok eminim savaş balkanlarda, konuşulan pek çok yabancı dil de zaten bunun bir kanıtı gibi. hangi ülkede geçtiğinin gerçekten bir önemi yok ancak yahudilerin (ayakkabıcı ve ikizlerin “yeğenleri”) öldürüldüğü bir savaş olduğu da açık. gerçi yeğen öldürülmemiş olabilir henüz daha ilk kitaptayım birileri aldı götürdü ama açık bırakıldı.

    ilk kitabın sonu dehşet vericiydi gerçekten. parçalanan annelerini ve kardeşlerini gözlerini kırpmadan gömmeleri, sonra mezardan çıktıklarında kemiklerini parlatıp birbirine monte etmeleri, gerçi yine bebeğin iskeletini annenin kucağında bırakmaları, tavşandudağın annesinin boğazını kesmeleri (gerçi bu bir merhamet göstergesiydi(?) ve tabii ülkeyi terk etmek için babalarını mayına kurban etmeleri… bana biraz sineklerin tanrısını anımsattı çocukların dönüştükleri vahşilik halleri.

    --- spoiler ---

    kitap o kadar güzel ki. şu an iş yerindeyim ve bir an önce eve gidip üçlemeyi bitirme planı yapıyorum gerçekten çok basit, anlaşılır ve akıcı bir üslubu var kitabın.

    bu arada sansürlüymüş türkçe çevirisi özellikle tavşandudak kısımları. şaşırdık mı? hayır. ingilizcesine bakacağım zira kitabı orjinal dilinde maalesef okuyamıyorum.

    kitap bitti editi: bu nasıl bi kitap bu nasıl bi üçleme abi? 2 gündür kafam allal bullak geziyorum. okuyun ve okutun.
  • yky nin büyük defter, kanıt, üçüncü yalan şeklinde birleştirilmiş olarak bastığı, muazzam bir yalınlığa, sadeliğe ve sürükleyicliğe sahip kitap. çocukların gözünden ve dilinden savaşı, kimsesizliği, acımasızlığı ve yoksulluğu anlatan, kimi zaman nikolai hell izleri barındıran, kimi zaman kinyas kayra tadı bırakan lucas ve claus'un hikayesi. soğuk gerçeklerin kitabı.
hesabın var mı? giriş yap