• edward said'in apolitik yasamini anlattigi okunasi hatiralari. kitap, said'in 1967 yilindaki arap-israil savasina kadarki donemdeki genclik yillarini anlatir. super bir dil, ince bir mizah, ve durustluk kitabin her satirinda hissedilir. ve said'in hastanede olecegini sandigi bir anda yazdigi su sozlerle biter:

    "sleeplessnes for me is a cherished state to be desired at almost any cost; there is nothing for me as invigorating as immediately shedding the shadowy half-consciousness of a night's loss, than the early morning, reacquainting myself with or resuming what i might have lost completely a few hours earlier. i occasionally experience myself as a cluster of flowing currents. i prefer this to the idea of a solid self, the identity to which so many attach so many significance. these currents, like the themes of one's life, flow along during the waking hours, and at their best, they require no reconciling, no harmonizing. they are "off" and may be out of place, but at least they are always in motion, in time, in place, in the form of all kinds of strange combinations moving about, not necessarily forward, sometimes against each ither, contrapuntally yet without one central theme. a form of freedom, i'd like to think, even if i am far from being totally convinced that it is. that skepticisim too is one of the themes i particularly want to hold on to. with so many dissonances in my life i have learned actually to prefer being not quite right and out of place."
  • oryantalist yazar/elestirmen/muzisyen edward said'in, losemi oldugunu ogrendigi ilk yillarda yazmaya basladigi otobiyografisi. iletisim yayinlarindan cikti.

    cocukluk ve ergenlik yıllarini en ince ve hassas ayrintilariyla ortaya koydugu kitap, yer yer bir tarihsel roman gibi de okunabilse de, bir entellektuelin kisiliginin kendi-analizini, bir cesit kendisi ve ailesiyle hesaplasmasini irdelemek acisindan okumasi cok zevkli bir eser.
  • edward saidin otobiyografik kitabı.

    "yersiz yurtsuz, said'in otobiyografisinden bir kesit: çocukluk ve ilk gençlik yıllarının muhasebesi, kanser olduğunu öğrendiği 1991'de yazmaya başladığı anılarının arka planında, dünyamızın bir dönemi resmi geçit yapıyor: ikinci dünya savaşı, filistin'in yitirilişi, israil'in kuruluşu, mısır'daki krallık rejiminin sona erişi, nasır yılları, 1967 savaşı, filistin hareketinin doğuşu, lübnan iç savaşı ve oslu barış süreci... önde ise, said'in 'özel' dünyası: kendisine tiyatro, edebiyat ve müzik sevgisi kazandıran, bir çeşit aşk-nefret ilişkisi yaşadığı annesi; korumacılıkla bilinçli bir viktorya dönemi kararlılığını inatla kişiliğinde birleştirmeye çalışan babası, kardeşleri ve diğer yakınları...
    kudüs'te doğan, mısır'da ingiliz eğitimi alan, abd'de öğrenim gören ve yersiz yurtsuzluğunu bir zenginlik olarak benimseyen said'in, benliğini her yerde "dışarıdan" biri olarak kuruşunun hikayesi."
  • aynı zamanda ingilizcede 'manasız', 'yersiz', 'uygunsuz' anlamlarına gelen ifade.
  • out of place ya da türkçe'deki ismiyle yersiz yurtsuz, edward wadie said'in kişisel tarihinin; amerika ve ortadoğu tarihiyle* örtüşen nefis bir hikâyesi.

    bilindiği üzere said, kudüs’te doğmuş, kahire’de büyümüş, üniversiteyi amerika’da okumuş, anadili arapça, eğitim dili ingilizce olan filistinli hıristiyan-arap kökenlerine sahip meraklı bir insandır. said bu renkli hayatına bir de tuncay birkan’ın ifadesiyle, “...gramsci’nin ve lukacs’ın tarihselciliğini, foucault’un arkeolojisini, marx’ın radikalizmini...” ekleyince kışkırtıcı bir zihinsel donanıma sahip olmuştur.

    bu biricik ve özel birikimiyle edward said sanki şarkiyatçılık kitabını yazmak için doğmuştu. tabii said yalnızca kitap yazan bir entelektüel değil, elinde mikrofon filistin bayrağı altında bildiri okuyan, israil askerlerine sembolik de olsa taş atan yani harekete geçen bir aydın olarak filistin davasının / sorununun dünya çapında takipçisi olmuştur.

    işte böyle bir yaşanmışlığın ve bunların etrafında örülmüş yüzlerce ayrıntının yer aldığı, 1999 yılında tamamlanan eser, yazarın ifadesiyle “yitik ya da unutulmuş bir dünyanın çetelesi; arap dünyasında ve amerika’da yaşanan hayatın öznel bir muhasebesi” niyetine okunabilir.

    kitap türkçe'ye aylin ülçer tarafından gayet hoş bir dille çevrilmiş olup iletişim yayınları'ndan çıkmıştır.
  • otobiyografinin tür olarak çok yeni popüler olduğu ülkemizde hem edward said' in dünya mücadele tarihindeki yeri hem de mizahın alttan alta yer bulduğu kendini yergi ile doğallaşan bir eserdir bence. siyasi bir bakış yoktur belki ama belki de edward'ın siyaset tarihindeki yerinin hazırlayıcı sebepleri gizlidir bu romanda. annesinin onayını alamadığı için vazgeçtiği aşkından sonra evlendi ise de asla hayatı boyunca bir başkasına aşık olamayarak bu teslimiyetini ödemiştir. bu roman bana hemen d.h. lawrence'ın sons and loversadlı otobiyografik eserindeki paul miriam aşkına annenin dahlini hatırlatmaktadır. ama en azından yaşamının ilerleyen vakitlerinde paul'den itiraz yükselmektedir. ve yine büyük felsefeci schopenhauer'ın bu kez aşırı ilgisiz ve kendine dönük anne figürüne karşılık ömür boyu içten içe kadın nefretini hatırlatmaktadır. en azından felsefeci yazdığı kitaplarda bu kini dışa vurmuştur. oysa tek çocuk olan edward dünyanın aktivist olarak tanıdığı edward kendi yaşamında dayatmaya rıza göstermiştir. kimbilir kavuşamadığı sevgilinin tüm itirazı filistin mücadelesinin yapı taşları olarak sonradan dünyayı saran bir mücadeleye dönüşmüştür belki de. ama yüzündeki hep çocuk hep mahsun ifadede kendinin de itiraf ettiği mutsuzluk ona yadigar kalmıştır. bu sebeple itiraz edebilseydi yüzündeki ifade ve filistin direnişi nasıl olacaktı hep merak edeceğim. ne zaman yüzünü bir kitap kapağında görsem bayram gelmiş neyime türküsü ile doktor şarkısını hatırlarım.
  • "arap olmasına arap değildi artık. ama bir başkası da olamıyordu. tedirgindi. nasıl ve nereye yerleştireceğini, nasıl ve nerede yumuşaklığa dönüştüreceğini bilemediği, yıkıcı bir sevgi taşıyordu yüreğinden, yersiz yurtsuz, köklerinden koparılmış hissediyordu,müthiş bir kin duyuyordu kendine karşı,insanın ruhunda açılmış bir yaraydı sanki, nietzsche okuttu bana,on yedi yaşımdaydım.."

    giuseppe ungaretti'nin batık liman'ının açılışını yapan şiiri in memoriam'ı ithaf ettiği çocukluk arkadaşı moammed sceab hakkındaki işbu kelamları, said'in yersiz yurtsuzluğunun, henüz o doğmadan bu dünyada varolduğunu kanıtlıyor. ait olamamaları ortak kaderine bambaşka cevaplar vererek yaşamış bu iki farklı ruh, ungaretti'nin yalın dizelerinde buluşuyor:

    "..

    soyu
    emir ve göçebeler
    intihar etti
    çünkü yoktu artık
    vatan'ı

    ..

    ve bilmiyordu
    çözmeyi
    kendini bırakmışlığın
    şarkısını

    ..."
  • bir gus gus parcasi. yine buz gibi klip, ic giciklayan muzik. yaptiklari her sey obnoxiously sexual.
  • edward said'in, ölüme yaklaşırken geçmişiyle adilce hesaplaşıp yekününü gözler önüne serdiği etkileyici otobiyografisi, aynı zamanda "büyük ölçüde yitik ya da unutulmuş bir dünyanın çetelesi". çok iyi bir gözlemcinin elinden çıkmış bir büyüme hikâyesi. coğrafyanın yakın geçmişine de o günleri yaşayan birinin gözünden bakma fırsatı. hepsinden önemlisi de bir entelektüeli yakından tanıma, onu o yapan şeyleri görme imkânı.

    e. said'in "yersiz yurtsuzluğu"nun en büyük ifadesi benim için, annesinin onu eve sığdıramaması ve daha çocukken tatillerde garip bahanelerle onu uzaklaştırmaya çalışmasıydı: "her günkü başlıca amacı beni evden çıkartmak..." (208). devamındaki sayfalarda annesinin verdiği angaryaları hallederken düştüğü ruh halini öyle güzel betimliyor ki, ıssızlığın ortasında sıcaktan bitap düşen edward'ın eve varınca balkonda kendisini bekleyen annesinin aslında onu merak ettiği için değil angaryayı sürdürmek için beklediğini anladığında yaşadığı hayal kırıklığının, "yersiz yurtsuzluk"un en acı tarifi olduğunu anlıyor insan. evi olmayan bir çocuk...

    --alıntı--
    hikâyemde belirleyici olan alt izlekler, annemle babamın inşa etmeye çabaladıkları, benim de arada bir "edward" olarak sözünü ettiğim benliğe ait olan, çoğu zaman ustalıkla kuşanıp kullandığım toplumsal özelliklerin altında uzun bir zaman gömülü kalarak kendini gizlemiş olan ikinci bir benliğin belirişi ve giderek artan sayıdaki göçlerin çocukluk yıllarımdan itibaren yaşamımı nasıl allak bullak ettiğiydi.
    (...)
    yolculuğa çıktığımda yanıma hep gereğinden fazla şey alma alışkanlığında olduğumu, şehir merkezine giderken bile çantamı hem boyutları hem sayıları bakımından gezimin süresiyle hiç bağdaşmayacak bir yığın ıvır zıvırla doldurmadan edemediğimi yazmıştım. bunun altında yatan nedene inmeye çalıştığımda, içimde gizli ama asla silinmeyen bir geri dönmeme korkusu olduğu sonucuna vardım.
    (...)
    şöyle diyorum kendime: bu yolculuğa şimdi çıkmazsan, devingenliğini kendine kanıtlamaz da meydanı yitip gitme korkuna bırakırsan, evcimen yaşantının alışıldık ritmini şimdi bozmazsan, bunu yakın bir gelecekte bir daha yapamayacağına kesin gözüyle bakabilirsin. (290-1)

    --alıntı--
hesabın var mı? giriş yap