• max payne'den yaklaşık 10 sene sonra çıkmış olsa bile kilitli kapıları açmaya çalışınca çıkan ses max payne'deki ile aynıdır.
  • eli yüzü düzgün bir inceleme yazısı yazmaya çalışacağım. ama öncesinde oyunun atmosferine girebilmeniz için size şöyle oyunun soundtracklerinin bulunduğu bir link vermek istiyorum:

    https://www.youtube.com/…2a&list=pl0fdd4b55498cc468

    steam'den winter sale esnasında aldığım ve bugüne kadar oynamadığım için gerçekten pişman olduğum oyun.

    sıkı bir max payne hayranıyım. fanlarının aksine ben max payne 2*'i, ilk oyun max payne'den daha çok severim. max payne 2'yi benim için bu denli sevilebilir kılınan şey elbette ki yine oyunun senaryosu ve max'in hislerini bize gerçekten yaşatabilmesiydi. atmosfer her oyunda gerçekten çok önemli. çocukken max payne 2'yi internet kafede oynadığımda max'in daha ilk giriş bölümünde, karşısına çıkan ilk kişiyi ağır çekimde öldürdükten sonra yaşadığı baş dönmesi geceleri beni korkuturdu. neden bilmiyorum. ama atmosfer dediğimiz şey de bu. eminim ki alan wake daha erken çıkmış bir oyun olsaydı ve ben oynamış olsaydım, zaten oynayamazdım da hadi oynamış olsaydım, uzun bir süre etkisinden kurtulamazdım.

    aslında ben oyunun max payne gibi bir oyun çıkacağını düşünerek satın almıştım. indirim esnasında oyunun fiyatı o kadar düşmüştü ki doğru dürüst senaryoyu okumadım bile. sonradan gerilim ve korku oyunu olduğunu öğrendiğimde içten içe pişmanlık yaşamıştım. kendimi bildim bileli gerilim ve korku filmleriyle, oyunlarıyla, dizileriyle aram iyi olmadı. birisi neden izlemiyorsun, oynamıyorsun diye sorduğunda da verdiğim yanıt hep aynı oldu. "çünkü korkuyorum!?" evet.

    ama bu oyun korktuğuma değdi. ayrıca bir süre sonra korkmamaya başladım. alan wake gibi ben de içine düştüğüm atmosfere uyum gösteriyordum.

    oyunun artıları:
    + günümüzde hâlâ daha tam olarak çözülememiş inanılmaz senaryosu. ileride daha da ayrıntıya gireceğim, şimdilik bu kadarını söyleyeyim.
    + düşmanı ışıkla önce zayıflatma, daha sonra zayıflamış düşmanı öldürme üzerine kurulu harika çatışma mekaniği.
    + gerilimi sonuna kadar verebilmesi ama bunu cam scare diye bildiğimiz ucuz yolla değil müzikler ve atmosfer yoluyla yapması. (sonlara doğru 3-5 cam scare olmadı değil ama tüm oyunu bunun üzerine kuran şirketler varken o kadar da olsun dedirtiyor.)
    + ana yolu takip etmeyip yan yollara da biraz baktığınızda bulabildiğiniz radyolarda, siz karanlığın peşindeyken (ya da o sizin peşindeyken) kasabanın geri kalanında nelerin döndüğünü ve insanların ne düşündüğünü duyabilmeniz. radyo programına katılıp anlatıyor insanlar. adını unuttum programın maalesef.
    + oyuna devam ederken karşımıza çıkan sayfalarda birazdan olacakların yazması. ya da zaten yaşanmış bir olay esnasında, orada bulunan bir karakterin gözünden olayı anlatması.
    + night springs programının abukluğu. night springs ne lan tepkisi verdiyseniz televizyonları izleyin.
    + alan wake'in yazdığı polisiye romanın baş karakterinin new york polis departmanı'nda polis olması. (max payne lan işte)
    + bulduğumuz sayfalardan birinde büyük harflerle late goodbye yazması ve yine max payne 2'nin sonunda çalan poets of the fall parçasına selam çakması.

    oyunun eksileri:
    - oyunun kendisini çok tekrar etmesi. gelen taken lara el fenerini tut, zayıflattıktan sonra ateş et. ara sıra flaş bombası, işaret fişeği tabancası gibi değişik silahlarla bunu tekrarla. oyunun sonuna kadar durum bu.
    - barry karakterinin gerçek olamayacak kadar neşeli olması. (bunun bir başka sebebi olabilir ama spoiler içeren ilerideki kısımda yazacağım.)
    - hiçbir karakterin derinliğinin bulunmayışı. buna alan wake'in dahil olması.
    - elimizde ışıldak diyebileceğim büyük el feneri varken, oyunda cutscene devreye girince bunun normal el feneri olarak görünmesi. bunlar ufak ama önemli detaylar maalesef.

    buradan gerisi ağır spoiler.

    --- spoiler ---
    couldron lake diye bilinen bir göl var ve tüm olaylar bu gölün etrafında gelişiyor. bestseller listesine giren kitaplar yazan yazarımız alan wake son zamanlarda ilham bulamıyor ve hiçbir şey yazamıyor, yazmak da istemiyor. böylece tatil yapmak amacıyla kasabaya geliyorlar.

    alan'ın eşi alice karanlıktan çok korkan bir kadın. öyle ki kalacakları göl evine geldiklerinde önden alan'ı yolluyor ve evdeki ışıkları yakmasını istiyor. sonrasında da alan ile kalacakları odaya daktilo getiriyor ve alan'a sürpriz yapmaya kalkıyor. belki burasının havası sana iyi gelir ve bir şeyler yazarsın diye. ama baş karakterimiz alan (bu adam çok itici yahu bu arada. bunu eksi listesine eklemeyi unutmuşum. neyse.) karısına ters bir tepki verip evde onu tek başına bırakıyor ve dışarı çıkıyor. bir süre sonra karısının evden gelen çığlıklarını duyup içeri koşturuyor. balkondan aşağı, göle atladığını görüyor ve peşinden o da dalıyor. devamı ise yok. kendini aradan bir hafta geçmiş şekilde, ormanın derinliklerinde arabayla kaza yapmış şekilde buluyor ve dananın kuyruğu da tabiri caizse burada kopuyor.

    alan, yolculuğu boyunca yerlerde, sağda solda sayfalar buluyor. bu sayfalarda henüz yaşanmamış olaylar da yazıyor ve olaylar tam da yazıldığı şekilde yaşanıyor. alan'ın bu sayfaların bir çeşit büyüye sahip olduğunu ve kendisinin yazılmış bir senaryoda oyuncu olduğunu anlaması uzun sürmüyor.

    alan karısının peşine düşüyor, arıyor tarıyor ama bulamıyor. "the kidnapper" diye bildiğimiz yerel bir avcıdan aldığı mesaj sonucunda karısının onun tarafından kaçırıldığını öğreniyor. kaçıran bu kişi bu büyülü olduğuna inandığı sayfaların tamamını istiyor.

    bu arada öğreniyoruz ki bir haftalık kayıp olduğu sürede alan göl evinden hiç ayrılmamış. karanlık karısının öldüğünü ve onu yeniden hayata döndürmenin tek yolunun alan'ın daktilonun başına oturup, karanlığın iradesine uygun şekilde yaşanacakları yazması olduğunu söylemiş. alan başta buna inanıyor ve boyun eğiyor ama daha sonra, oyun esnasında televizyonda gördüğümüz alan'ın göl evindeki kamera kayıtlarından, alan'ın karanlığın kendisini kandırdığını anladığını fark ediyoruz. alan böylece senaryoya, oyunu oynarken kim olduğunu öğrendiğimiz ve bizim başımıza gelenleri birebir yaşamış yazar thomas zane'i dahil ederek kendisini karanlığın elinden kısa süreliğine kurtarıyor.

    thomas zane ise bunun bedelini karanlığın daha da derinlerine itilerek ödüyor.

    buradan gerisi genel olarak alan ile karanlığın çatışması üzerine kurulu. o yüzden çok da uzatmak istemiyorum ve karışık noktalara geliyorum.

    thomas zane'in zamanında karanlığa karşı verdiği savaşın başarısız olmasının sebebini son sahnede alan, thomas zane'in yazdığı korku senaryosunda "denge" olmaması olarak açıklıyor. o gölün üzerinde yazılan senaryolar gerçeğe dönüşüyor evet bu gerçek ama onu gerçeğe dönüştüren şey yalnızca yazarın iradesi değil aynı zamanda karanlığın da, gölün de onaylaması gerekiyor. onaylamadığı ve çok "aydınlık" bulduğu senaryoları kendi iradesi doğrultusunca değiştirmeye çalışıyor.

    oyunun sonuna yaklaşırken, lady of the light olarak bilinen cynthia'nın başından beri yazar thomas zane'e aşık olduğunu ve thomas zane'in bundan faydalanarak ona karanlığı tamamen defedebilecek "the clicker"ı verdiğini öğreniyoruz.

    bu the clicker, tamamen önemsiz aksesuar. tek önemi alan geceleri uyumaktan korkarken, yanlış hatırlamıyorsam annesinin kendisine ona şans getirmesi ve koruması için vermiş olması. alan da oyunun başında gördüğümüz üzere bunu alice'e veriyordu. fakat yine oyunun sonunda, alice'in elinde olması gereken the clicker'ı, cynthia'nın sakladığını görüyoruz. aynı alet aynı anda iki yerde nasıl olabiliyor?

    çünkü alan öyle yazıyor. karanlığın ve onun bedeni olan barbara jagger'ın (thomas zane'in o dönemki sevgilisi) alan'a zorla yazdırdığı senaryonun bir parçası bu da. alan yazdığı senaryoda bunun karanlığı bitirecek kadar güçlü bir şey olduğunu yazdığı için, gerçekten de o kadar güçlü oluyor. çünkü bunu hem o daktiloda kendisi yazmış hem de göl ve karanlık müsaade etmiş oluyor. tabii burada karanlığın hesap edemediği şey, alan'ın hikayeye thomas zane'i dahil ederek kendisini kurtarması.

    yalnız burada unutulmaması gereken ayrıntı, ki hiç bahsetmemişim o kadar ayrıntı var ki neyi nereye koyacağımı şaşırdım, the clicker denen şeyi en başta yazarak yaratanın thomas zane olduğu. thomas zane'in yazdığı son sayfada, yedi yaşındaki alan'a annesinin the clicker'ı verdiği yazıyor. yani aslında alan karakterini, karanlığı yok etsin diye tamamen thomas zane bile yaratmış olabilir. yani bir ihtimal yaratmış olduğu ama kesinlikle hayatına müdahale ettiği alan, yine kendi yaratıcısını ya da kaderiyle oynayan kişiyi olaya müdahil ederek kendisini kurtarmayı başarıyor.

    yine oyunun sonlarında alan, thomas zane ile konuşurken, thomas zane kendisini alan'ın sahtesiyle tanıştırıyor. arkadaşlarınla o muhatap olacak bundan sonra tarzında bir şey söylüyor. yani bir çeşit ikiz. mr. scratch olarak tanıyoruz biz kendisini. oyunun sonunda alan the clicker ile barbara jagger'ın bedenini kullanan karanlığı yok ettiğinde (yalnızca bedenini yok ediyor sanırım çünkü gölün gücü yerinde) ve odaya girip, alice'i kurtarmak amacıyla son sayfayı tamamladığında yeni bir cutscene giriyor. eskiye dönüyoruz. alan suya atlıyor yine ama tek fark olarak, alan orada kayboluyor. sudan yalnızca alice çıkıyor. hemen bir sonra gelen sahnede ise alan'ın sanki suya hiç atlamamış gibi göl evinde oturduğunu ve yazmaya devam ettiğini görüyoruz. daha sonra birden "göl değil, okyanus bu." diyor. oyun da burada bitiyor. henüz alan wake: american nightmare'i oynamadım lakin, ana senaryonun devamı niteliğinde olmadığı söyleniyor.

    şimdi burada internet genelinde dönen ve kendi düşündüğüm birkaç teori var.

    1- alan, oyunun ortasında iddia edildiği gibi sahiden akıl hastası ve dr. hartman ile konuştuktan sonra yine nöbete giriyor.

    2- her hikayede bir denge olması gerektiğini söyleyen ve thomas zane'in bu yüzden başarısız olduğunu iddia eden alan (thomas zane'in denge yaratamamasının sebebi hem kendisini hem de sevdiği barbara jagger'ı hayatta tutmaya çalışmasıydı) bu defa yazdığı son sayfada alice'i kurtarıyor ama kendisini karanlığa feda ediyor. böylece bir korku senaryosunda olabilecek dengeyi sağlamış oluyor. ki en popüler teorinin bu olduğunu belirteyim.

    3- bu pek popüler bir teori değil. çok detaylı bir teori. elimden geldiğinde açıklamaya çalışacağım ama benim en çok aklıma yatan teorilerden birisi de bu.

    bu teoriye göre alan göl evinden hiç ayrılmıyor. thomas zane'in onu kurtarmaya gelmesi, yalnızca karanlığın etkisinden kurtarması anlamını taşıyor böylece alan senaryoyu istediği gibi tamamlayabiliyor. oyunun sonunda thomas zane'in mr. scratch ile bizi tanıştırdığını ve mr. scratch'in bizim sahte versiyonumuz, ikizimiz olduğunu söylemiştim. ama durum şu ki, thomas zane bu senaryoda yoktu. thomas zane'i yeniden var eden ve dahil eden kişi alan. bundan dolayı her ne kadar oyunun akışı içerisinde, mr. scratch'i yaratan thomas zane gibi gösterilse de, en başta senaryoda thomas zane'i binevi yaratan alan olduğu için, thomas zane'in mr. scratch'i yarattığını yazan ve dolayısıyla mr. scracth'i de yaratan alan'ın ta kendisi. aslında alan göl evini hiç terk etmiyor.

    alan'ın kaza yapmış araçta uyanması ve önceki bir haftaya yönelik hiçbir şey hatırlamamasının sebebi, bir hafta öncesine kadar var olmaması. alan yazınca hayata geliyor ve arada, sıra onun yaratılmasına gelene kadar geçen başka olaylar sebebiyle boşluk yaşıyor. oyunu oynarken televizyonlarda alan'ın göl evinde olduğunu ve kendisiyle konuştuğunu, karanlığın nasıl kendisini manipüle ettiğini anlattığını görüyoruz. aslında biz bunları, alan'ın bir haftaki boşlukta göl evinde bulunduğu süreçte çekilmiş kamera kayıtları olduğunu varsayıyoruz ama alan hiç oradan ayrılmadı ki. aslında biz oyunun başından sonra alan'ın evde yarattığı mr. scratch karakterini yönetiyoruz. karakterin derin olmadığını söylemiştim. sebebi de karakterin alan tarafından derin yazılmaması olabilir. barry de aynı şekilde. karakterin sanki tek varlık sebebi, tek geçmişi alice'ı kurtarmak üzerine kuruluydu. çünkü gerçekten de senaryoya alan tarafından eklenmesinin tek sebebi oydu. alan, yani mr. scratch ile oyunda ilerlerken televizyonda gördüğümüz alan'ın görüntüleri anlık görüntüler ve alan hâlâ daha göl evinde.

    bunu destekleyen bir diğer kanıt olarak, en sonunda mr. scratch ile alice'i kurtarmak için göle atladığımızda mr. scratch hiç geri çıkmıyor. ama alan'ı göl evinde yazmaya devam ederken görüyoruz. mr. scratch gerçekten de hiç çıkmadı çünkü, zaten var da değildi.

    okyanus, göl meselesine gelirsek. kişisel görüşüm bunun mecaz anlamda kullanılmadığı konusunda. yanlış hatırlamıyorsam okuduğumuz sayfalardan birinde gölün "portları" olduğundan söz ediliyordu. yani bu portlar aracılığıyla gölün gücü tüm dünyaya yayılıyor olabilir bu da onu bir okyanus yapıyor oyun mantığına göre. yine aynı şekilde eğer ilk teorilerimizden birisi doğruysa ve thomas zane, alan'ın yalnızca hayatına müdahale etmemiş ve onu komple yaratmışsa, nihayetinde bu gölün üzerinde doğmamıştı alan. dolayısıyla gölün gücü başka şehirlere ulaşmaya da yetiyor demektir bu da onun gerçekten bu portlar aracılığıyla okyanus gücüne ulaştığını gösteriyor.
    --- spoiler ---

    yazdıklarım tamamen yanlış olabilir, tamamen doğru olabilir. yalnızca bazı yorumların hatalı olabilir. her türlü görüşünüzü bekliyorum.

    son olarak diyeceğim şu ki, alan wake kesinlikle oynanması gereken bir oyun. puanım 8.5/10. hiç beğenmeseniz bile biraz poets of the fall dinlemiş olursunuz.
  • bu tip film tadında oyunları çok sevdiğim ve elimde xbox olmadığından youtubeda oynanışını bölüm bölüm izlemeye başladığım oyundur.
    (bkz: walkthrough)
    (bkz: gariban olmak)
    (bkz: ucuz popülizm)
    (bkz: sözlük bana para bul lan allahsız)
  • son zamanlarda oynadığım en sağlam senaryolu oyun. remedy iyi ki pc üzerinden de para kazanmaya karar vermiş dedirtiyor. sinematik oynanış, bölüm yerine episode'lardan oluşması, her şeyiyle, oyunların artık interaktif film/dizilere dönüştüğünün çok başarılı, ve fazlasıyla korkutucu bir kanıtı.

    --- spoiler ---
    oyun boyunca lovecraft adını mı duymuyorsunuz, stephen king alıntıları mı dinlemiyorsunuz, göndermeler havada uçuşuyor. ama bana kalırsa aralarında en muhteşemi, episode 4'ün başındaki das cabinet des dr. caligari göndermesi olmuş. hoş, oyunu o noktada bıraktım, daha neler gelir, merak içindeyim.

    --- spoiler ---
  • sinematik havasına ve bir dizi gibi ilerleyişine sözüm olmayan ama oynanışında ciddi sıkıntılar barındıran oyun. peşimizden gelen taken dediğimiz ibneler çevikken atlayıp zıplarken kazma kürekle delik deşik ederken ben sınırlı pil sayım ve yok denecek kadar az kurşunumla onlarla mücadele etmeye çalışıyorum. kamera açıları o kadar kötü ki ne nişan alabiliyorum ne bişey yapabiliyorum. ha diyeceksiniz ki kabus dediğin böyle olur da bre aq bu yazar bozuntusu niye bu kadar karamsar? niye biraz olsun kabuslarını avantaja çeviremiyor anlamak güç. mis gibi karısı, arabası var, şöhreti de azımsanmayacak derecede sana ne oluyor da bu kadar mutsuzsun alan?
  • içerisinde "dünyada 65 milyar tavuk vaaaaaaaaaar!" diye saldıran bir taken çiftçi barındıran oyun. korku genre'lı bir oyunda gecenin bir yarısı kendi kendime kahkaha attım.
  • kötülüğü, gözüne fener tutarak yok ettiğimiz oyun. kanımca normal bir insanın da gözüne yeteri kadar fener tutsak yok olur.
  • bayıldım ben bu oyuna, bayıldım. buram buram stephen king kokuyor. ulan remedy, verdiğin sözleri tutmamış olsan da gözüme girdin it, bravo sana..
  • atmosfer mükemmel (haddinden fazla mükemmel hatta), hikaye bir harika, efektler muntazam, evet evet evet. oyun yeterince övülmüş. taze bitirmiş biri olarak her birine katılıyorum. gerçekten müthiş bir oyun. ancak defalarca dile getirilmiş övgüleri tekrardan yazmak yerine kendisinin kulağını biraz çekmek istiyorum.

    oyunu xbox 360'ta, full hd çözünürlüklü ve hdmi girişli monitöre bağlayarak oynadım. çözünürlükte ciddi bir sıkıntı vardı. kenarlar bir acayip ve bulanık, resmen küçük resme zoom yapılmış gibiydi. ve ortaya çıktı ki remedy oyunun 720p olduğunu iddia etse de (ki hud ve dolayısıyla frame buffer gerçekten de 720p) normalde çözünürlüğü tanımlamakta kullanılagelen opak geometri aslında 960x540'lık bir buffer'a çiziliyor. oysa oyun motoruyla kaydedilmiş ara videolar gayet 720p, gayet mükemmel, detaylı, harikulade. yani oyun motoru bunu yapamıyor değil. dolayısıyla daha beşinci dakikada, oyun daha açılışını doğru dürüst yapamamışken bir hayal kırıklığı, bir can sıkıntısı başgösterdi. oyun boyunca da maalesef yer yer bu duruma ve etkilerine takılmadan edemedim. zaten konu oyunseverler arasında da alevlenmiş. remedy'den markus maki ise çıkıp "bugün oyunlar tek render target kullanmaz. biz elli tane target kullanıyoruz, bunlar 20 tane 720p kadar bellek harcar haberiniz var mı sizin" demiş (n4g.com) ancak değişen birşey olmamış elbette. ben de markus'a sormak isterim, alemin bir grafik uzmanı siz misiniz? ekranın dörtte birine resim çizdirip tamamına gerdirip next-gen oyun yaptım diye ben çıksam, 50 target'ı ben kullansam, video belleğini bilmemkaç kat aşmaya kalksam; optimizasyon yapmasını bilmiyorsun, bu ne biçim programlama, senin eline kod teslim edenin kafasına sıçsınlar diye ayar yerim.

    bir başka sıkıntı alan'ın yere sağlam basmamasıydı. daha doğrusu bir yerden atladıktan sonra biraz eğimli bir taşın, uçurumun, balkonun kenarına -yine de gayet rahat durabileceği bir noktaya- inen alan'ın zaman zaman aşağı kaymayı hobi edinmesi. hatta bazen, durmayı başardıktan sonra geriye dönüp koşmaya çalıştığımda kenardan bir karış içeride olan ayakların bir anda kenarın bir karış dışına ışınlanması, çizgi film fizik kurallarına uyarcasına bir an kalakalması ve akabinde inişe geçmesi. paha biçilemez.

    bir de şu "sakince yürürken bir anda etrafımı sarmışlardı" anlatımlı, zamanın yavaşladığı, kameranın uzaklaşarak ağaçların arasından fırlayan, yandaki çitlerden tırmanan, üst pencereden atlayan gölgeleri gösterdiği "şimdi sıçtın" sahneleri. hayır sahnenin kendisi, girme sıklığı, kamera açısı falan değil sıkıntı. benim derdim, bu sahne oynarken kontrolün elimden alınmakta, fakat yavaş da olsa zamanın akmaya devam etmekte olduğu gerçeği. normalde refleks dahi gerektirmeyen bir hareketle saldırıdan kaçabilecek veya bir fişek yakabilecekken, bir taken'ın bu sahne boyunca depar atıp kontrol bana geçtiğinde çoktan yanıma varabiliyor hatta vurabiliyor olması can sıkıyor. bir değil iki değil, defalarca bu terbiyesizin kombo vuruşlarını yiyerek etrafımı sardırdım, hatta öldüm.

    bütün bunlara rağmen oyunu ve 2 dlc'yi çatır çatır oynadım bitirdim, gayet de keyif aldım. alın oynayın.
  • pc versiyonunda kamera açısına bir türlü alışamadığım oyun.adamı sanki ekranın sağına hayrına yapıştırmışlar.

    ek:tab ile yer değişebiliyormuş..thanks to (bkz: silhouette)
hesabın var mı? giriş yap