ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
uzaya belki biz de astronot vesaire göndereceğiz
-
ben uzaya astronot göndereceğiz demedim, uzağa astronot göndereceğiz dedim.
(bkz: beylikdüzü metrobüs durağında görülen astronot)
sokak hayvanlarına selam veren insan
-
sabah sabah 3 kediye, bir adet köpeğe selam verdim. kendi dillerinde selamı aldılar. ama bazı insanlar var ki, hayvan kadar bile olamıyor.
bir demet tiyatro'dan akılda kalanlar
-
"içimde lise son sınıfın son cumasının ince kederi var."
hayata dair iç burkan detaylar
-
"bu hayatta her şey sahte bi sen gerçeksin" diyerek hüzünlenen adamın içtiği rakının sahte çıkması ve ölmesi...
üniversitede statü farkı yaratan nesneler
-
araba:
+20 speed
+5 friendship
+1 charisma
ders notları fotokopisi:
+5 intelligence
+3 respect
fazla kalem, hesap makinesi:
+5 respect
+3 friendship
her geçilen sınıf:
+1 level
her kalınan ders:
+10 experience
-3 respect
diploma:
+10000 experience
+100 level
-10000 gold
a101 çalışanlarının isyanı
-
her türlü hak arayışına destek vermek gerekir, birileri de beğenmiyorsan çık demiş. o çıksın da kalanlar eşek gibi çalıştırılmaya devam etsin yani dert değil.
ölü bedene dokunmak
-
gecenin kör bir vakti vefatını öğrendiğim babam, evin küçük bir odasında soğuk beton üzerinde yatıyor. beyaz bir örtüye sarınmış, kefen değil. dudağının kenarında bir tebessüm var, hala aklımda... her daim çatılmış kaşları ve kesmeye kıyamadığı sakalları yok. yanakları kırmızı. sanki her an olduğu yerden kalkıp "öğlene ne yiyeceğiz" diyecekmiş gibi, uyuyor gibi, şekerleme yapıyor gibi yüzüne bakınca. ama kımıldamıyor, konuşmuyor, susuyor.
odanın kapısından bakıyorum. o yerde yatıyor ben onu izliyorum. hala bir rüyanın içindeyim gibi hissediyorum. biri beni dürtüp uyandırsın istiyorum. orda bekliyorum. çatılmış kaşları gevşemiş, dudağının kenarındaki tebessüm büyüyor gibi baktıkça.
birileri omzuma dokunup dostça gelip geçiyor. kapıya dayanıyorum hala, bir yere dayanmam lazım, yıkılırım yoksa...
hastalandığımız zamanlarda "durun ben sizi bir terletirim bişeyciğiniz kalmaz" diyen babam, buz gibi yatıyor. yanına sığışmak istiyorum. usulca yaklaşıyorum. elimi tereddütlü. korku değil bu, onun öldüğü gerçeği ile yüzleşmek. hani filmlerde görürüz ya öyle işte, dokunmakla, dokunmamak arasında kalıyorum. gözlerimi kapatıp elimi yüzünde gezdiriyorum. hala sıcak... bembeyaz, pırıl pırıl parlayan saçlarına dokunuyorum. bir ölüye dokunmak gibi değil bu. ölü gibi değil, ölmüş gibi değil. gözlerimi açıp saçlarını düzeltiyorum, kaşlarını. o kesmeye kıyamadığı sakallarından arta kalanları seviyorum. belki yaşarken sevemediğim kadar çok seviyorum babamı. o yatıyor, ben ağlıyorum. usulca çekiyorum elimi, elimde onun sıcaklığı, içimde ölümünün soğukluğu... ılık ılık ağlıyorum...