hesabın var mı? giriş yap

  • “zavallı” diyorum çünkü müşteriden paket iptali için fax istemek için baya düşmüş olmak lazım.

    bir paketi iptal edeceğim. telefon ettim digiturk’e. kimliğimin fotokopisiyle dilekçeyi faxlamam gerektiğini söylediler. email olmuyormuş. hayır, memlekette fax diye bir şey kalmadı. işi yokuşa sürüp zaman kazanacaklar akılları sıra. 3 saattir fax makinesi arıyorum.

    her zaman yavşak bir işletmeydiniz. hiç de bir şey değişmedi.

    edit: hellofax.com digiturk’un numarasını kara listeye almış. gönderemiyorsunuz. digiturk hellofax’ı satın almışsa şaşırmam.

  • benden bir 10 yıl erken davranmıştır. 35 yaşında yeniden girmeye niyetim var şahsen. emekli olmama 26 sene var. 26 sene boyunca sevmediğim işi yapamam, sizi bilmem ama zararın neresinden dönsem kardır diyorum ben. çünkü artık psikolojim iyice bozuldu. sürekli kendine yabancılaşma atakları yaşıyorum. tarif edeyim o hissi size: bir kaç saniye boyunca bedeninize dışarıdan bakmak gibi bir şey. bu sürede adınız, aynadaki görüntünüz, geçmişiniz, her şey yabancı geliyor, başka birine ait gibi. ben bunu her gün bir kaç defa yaşar oldum. çalışırken dağ, bayır, çayır flashback'leri görmeye başladım. bir şey yapmazsam ya delirecek ya da alkolik olacağım. o yüzden kimin ne düşündüğü veya düşüneceği zerre umurumda değil.

    edit: en beğenilenlere girmişim, gerçekten ilk kez bir entry'm en beğenilenlere girince bu kadar mutlu oldum. çok teşekkür ederim desteğiniz için.

    büdüt: eveeet üniversiteye iki yıllık açık öğretim olarak girdim. laborant ve veteriner sağlık bölümü. son senede anne olduğum için bir ders kaldı okul uzadı ama inşallah bitecek. şu an için huysuz bir kolik bebe ve 2 kedi annesi olarak tam zamanlı profesyonel annelik yapıyorum. günüm o huysuz bebeye yastık olmakla geçiyor. ama hayalim bitmedi. bu okul bitecek ben de veteriner olmak için işi büyüteceğim, varsın 50 yaşında bitsin.

  • büyük düşünür, yüce filozof sinan engin'in; "tokyo ne kardeşim! ne başarısı var. ne yapmış biri bana anlatsın yani, ne yapmış.." şeklinde inanılmaz temellere dayanan açıklaması..

    bir tarafta 2012 olimpiyatlarında 7 altın, 14 gümüş, 17 bronz toplamda 38 madalya alan japonya, bir tarafta 2 altın, 2 gümüş, 1 bronz toplamda 5 madalya alan türkiye.

    kısaca; başkaları adına utanmak

    edit; efes darth uyardı. bizim 1908 den beri katıldığımız olimpiyatlarda toplam madalyamız 88 adamlar geçen sene 39 tane toplamış toplamda 139 altın 435 madalyaları varmış.

  • eğer ''kadın haklı'' temalı entry girenler ak troll değilse gerçekten büyük bir sorun var.

    kimse ''seni gazetecilik yaptıgın için hapse atıyoruz'' demez. o kişiyi önce terörist, hain, ajan vs ilan eder ve daha sonra içeri atar.

    ece sevim öztürk sadece 15 temmuz dosyasını incelediği için içeri atıldı, ceza yedi ve 6 ay tutukluluktan sonra daha birkaç gün önce serbest kaldı. ancak şunu farkettim, siz böyle gazetecileri zerre haketmiyorsunuz.

  • hoşuma giden görüntülerdir. erzurum, 46'dan beri salak saçma partilere oy veriyor. artık şapkayı önüne koyup, düşünmek vakti gelmiştir

  • büyük yazarları diğerlerinden ayıran çok belirgin bir özellik var. kötü yazarlar genelde olaylara odaklanırlar. merkezde ya dünyayı değiştirecek bir buluş ya da insanlık tarihini etkileyen bir gizem olur. bu nedenle yazılan metinlerde gerçekçi bir anlatım ve derin karakterler göremeyiz. iyi yazarlar ise böyle şeylere ihtiyaç duymazlar. mesela gorki, muhteşem kitaplarında çocukluğunu, öğrencilik hayatını falan anlatır. tolstoy, insanın çelişkilerine yönelir. aradaki fark ise bu yazarların insanın duygularını ve düşüncelerini aktarmadaki yetkinleriyle ortaya çıkar. burada önemli olan sadece bu düşüncelere sahip olmak değildir. çünkü kendisini azıcık sorgulayan insan bunlara ulaşabilir ancak herkes bir insanın ne düşündüğünü düzgün bir şekilde ifade edemez.

    netflix'te yer alan violet evergarden da temelde bu konuyu işler. bir karakterin hayat deneyimiyle, insanların yaşantısına dahil oluşuyla duyguları ifade etmenin ne olduğunu ve bunun insanlar için önemini anlatır. şimdi hayao miyazaki inceliğine yaklaşan animemiz, bu zarif anlatımı nasıl kurmuş bir bakalım.

    --- spoiler ---

    önce animenin ana karakteri violet ile başlayalım. çünkü serinin burada yaptığı çok dikkat çekici işler var. animeyi izlemeye ilk başladığınızda violet için sürekli tool ve doll ifadeleri kullanıldığı için kendisi savaş için tasarlanmış android gibi bir şey mi acaba diye düşünüyorsunuz. insanlara yaklaşımı, kullandığı kelimeler, yemeği yakıt, uykuyu şarj olmak gibi değerlendirmesi de bu şüphenizin artmasına neden oluyor. ancak durum böyle değil. kendisi ordu içinde büyüdüğü ve gerçek hayata hiç karışmadığı için ortalama insanın aşina olduğu en basit konuları bile öğrenmemiş öncesinde. dostluk, arkadaşlık, sevgi nedir bilmiyor ve bunları öğreten biri de çıkmamış karşısına. gilbert biraz deniyor ancak savaşın ortasında oldukları için çok bir fırsatı da olmuyor bunlara.

    biz de kendisinin duyguları keşfetme ve bunları ifade etmeyi öğrenme sürecini izliyoruz. animenin burada slice-of-life örneklerine benzer bir tarafı da var. slice of life animelerde genelde günlük hayattaki karakterlerin yaşadığı durumlara şahit oluruz. bu türdeki animeler kendi içlerinde güzel anlatımlara sahip olsalar da iki temel sıkıntıları var. birincisi anlatılan hikayeler sıradan olaylardan seçildiği için kimi zaman dramatik özelliklerini yitirebiliyorlar. violet evergarden ise savaş atlatmış bir ülkede geçtiği için herkesin derin kayıpları var. her bölüm neredeyse ricky gervais'in after life dizisi kadar etkili diyebiliriz. bu nedenle violet'in hikayesini diğer animeler gibi günde üçer beşer bölüm izleyemiyorsunuz. ben de mesela yedinci ve onuncu bölümden sonra ara vermek zorunda kaldım. ancak bunun nedeni serinin akıcı olmaması değil. bölümler sizi darmadağın ettiği için ara verip izlediğiniz olayları sindirmek daha güzel oluyor. çünkü bölümleri arka arkaya yutarsanız anlatılan hikayelerin unutulma ihtimali var. biraz zaman verip hikayenin içinize işlemesine fırsat vermek de emeğe saygı açısından daha mantıklı geliyor.

    slice of life'ların ikinci problemi de yine günlük olayları anlattıkları için çatışma eksiği yaşamaları. atıyorum bir slice of life, kasabada geçiyorsa buradaki herkes iyilik timsali oluyor zaten. bu nedenle karakterlerin mücadeleleri de çok sert yaşanmıyor. bir fullmetal alchemist'ten, bleach'ten falan çıkıp geldiğinizde bu çatışma eksikliği animeyi izleme isteğinizi azaltıyor. violet evergarden'da ise savaş aslında tam olarak bitmemiş. ayrıca kullanılan flashback'ler ile serinin ihtiyacı olan çatışma sağlanabiliyor.

    ayrıca anime karakter gelişimini de çok güzel yansıtmış. aslında ilk dört bölümde violet, neyle mücadale ettiğini bile anlayamıyor. beşinci bölümde iki ülke arasında diplomatik krize yol açabilecek bir göreve atanması ise gereksiz büyük bir adım gibi görünüyor en başta. ancak violet'in bir yerden sonra dönüşmeye başlaması lazım. mektup yazmanın önemi ve insanlar arasındaki yakınlığın nasıl kurulacağını öğrenmesini bu bölüme çok güzel dahil etmişler.

    karakter gelişiminin diğer adımlarını da violet'in geçmişiyle paralel yürütmüşler. yazdığı mektuplar ile hayatına dokunduğu her insan violet ile benzer anılara sahip. bu nedenle dışarıdan bakınca aslında violet onlara yardım ediyormuş gibi görünse de daha derinlerde bu karakterler violet'in duyguları anlamasını sağlıyor ve gelişiminde bir adım oluyor. böylece biz de birbirinden muazzam hikayelere şahit oluyoruz.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak anime'ler için hala genel bir ön yargı var insanlarda. ancak şu seri, netflix'in çoğu yapımından daha iyi diyebiliriz. ayrıca hollywood büyüklüğü nedeniyle hantal bir yapıya sahiptir. yeni türde karakterlerin anlatılması bile uzun zaman alır. mesela şimdilerde kadın karakterleri öne çıkarmaya çalışıyorlar ama miyazaki bunu 80'lerde yapıyormuş zaten. aynı şekilde hollywood, duygusal anlamda gelişmemiş karakterlerin insanlarla ilişki kurmaya çalıştığı hikayeleri irdelemeye başladı ama violet evergarden çıkmaya çalıştıkları zirveye bayrağını çoktan dikmiş durumda.