hesabın var mı? giriş yap

  • mmorpg dünyasına yepyeni bir soluk getireceğini düşündüğüm yeni bir devasa online oyun.

    irtica online oynamaya başlamanız için (ki ilk 20 günü de bedava) ilk önce kendinize bir sınıf seçmeniz gerekiyor.
    mürteci, nurcu, tarikatçı, yobaz ve neo-islamcı şimdilik seçebileceğiniz sınıflar arasında.

    yobaz, irtica online'da "tank" vazifesi gören, yani en ağır zırhları giyebilen sınıf. full-plate cübbe ve sarık giyebilen yobazlar partinin en önde gidip düşman laik birliklerini üzerine çekmekle sorumlu. giydiği kalın zırhlar sayesinde en az zararı alan yobazların başlıca silahları asaları olmakla beraber, bastonlarını da oldukça efektif bir şekilde kullanıp düşmanlarına korku salabilmekte ustalar. yaptıkları kombolarla yüksek aggro toplayan yobazlar, grubun diğer üyelerine zarar gelmesini önlemekte profosyoneller.

    nurcular ise irtica online'da spellcaster, yani ana büyü yapıcı sınıfları. giyebildikleri zırhlar çok sınırlı sayıda olsa da grubun gerisinde durup attıkları "nur topu" gibi büyülerle birden fazla düşmana zarar vererek partinin işini kolaylaştırdıkları gibi, açtıkları "town-portal" 'lar ile grubun üyelerini amerika başta olmak üzere bir çok yere de ışınlayabilmeleriyle oldukça önem kazanmış bir sınıf. en kritik zamanlarda ise ışık evlerinden summon edebildikleri yandaşlarla gruba tarifsiz avantajlar da kazandırdıkları için varlıkları çok kritik.

    mürteciler irtica online'ın görünmez olma, rakibi arkadan vurma, düşmanın elini kolunu bağlama ve kapalı kapıları açma konusunda profosyonelleşmiş sınıfı. yobazlar kadar ağır zırhlar giyemeseler de, yeşil hırkalarıyla kendilerini savunabilecekleri kadar korumaya sahipler. tespihleriyle düşmanın arkasından gerçekleştirdikleri ölümcül kombolarla onları etkisiz hale getirip daha fazla zarar almalarını sağlayabilmeleriyle fark yaratmadalar. tüm bu özellikleri onları pvp'de ölümcül düşmanlara dönüştürmekte.

    tarikatçiler ise irtica online'da bir grubun olmazsa olmazları. zarar görmüş grup üyelerini iyileştirmekle beraber, yaptıkları büyülerle grubun gücüne güç katmalarıyla beğeni toplamaktalar. grubun maddi çıkarlarını da gözeten tarikatçiler, herhangi bir düşman saldırısında yobazların hemen arkasında onlara destek vererek partinin uzun vadede çıkarlarını korumalarıyla irtica online'ın belki de en önemli yerini doldurmaktalar.

    neo-islamcılar her sınıfın özelliklerine sahip olmakla beraber, hiçbir konuda onlar kadar ustalaşmış sayılmazlar. shapeshift, yani şekil değiştirme yetenekleriyle bazen yobazlar gibi korumacı, nurcular gibi büyücü, mürteciler gibi görünmez, ve tarikatçiler gibi de iyileştirici yeteneklere sahip olabilmekteler. kendi başlarına görev yapmada çok yönlülüklerinin tüm avantajlarını kullanan neo-islamcılar giyebildikleri hafif zırhlarla yobazlar kadar olmasa da kendilerini koruyabilmekteler. savundukları savlarla ortalığı bulandırmakta da usta olan neolar, laik tarafın korkulu rüyaları. nurcular gibi aoe* büyülerine sahip olmasalar da, "türban polemiği" gibi ustaca hazırlanmış söylemlerle düşmanlarının kafalarını karıştırmalarıyle diğer sınıflara ettikleri yardımlar tartışılmaz.

    irtica online özetle böyle bir oyun. neden bilmem ama bana epey bağımlılık yapacakmış gibi geliyor...

  • yakın bir dostuma güzel bir müşteri memnuniyeti deneyimi yaşatmış market.

    arkadaşım kanyon'daki mağazalarında gezinirken yere düşüp kırılmış bir ürünün ıslak zeminine basarak kayıp düşüyor ve şans eseri fiziksel olarak ciddi bir yaralanma yaşamıyor (ama 2 hafta topalladım dedi) bu esnada cep telefonu kırılıyor vs.

    mağaza yetkilileri kendisi ile hemen ilgileniyorlar, özürler vs. neyse uzatmayalım dostum doktor kontrolüne gideceğim diyor, "beyfendi elbette gidin, her türlü masrafı karşılayacağız" diyorlar. türkiye şartlarında olayın sıcaklığı ile verilen bu tür sözler genelde tutulmaz ama duyduğu ağrı sebebi ile doktora gidiliyor, neyse bir şey yok.

    kırılan telefonunu tamir ettiriyor + doktor faturası mağazaya bir dilekçe ile veriliyor ve 10 gün içinde tüm masrafları ödeniyor.

    diyeceksiniz ki "ee yapılması gereken yapılmış", ekşi sözlükte o kadar çok rezalet okuyoruz ki, müşterisine gerçekten doğru muamele ve yaklaşım yapan yerleri de arada bir övmek lazım. hep sopa olmaz biraz da havuç verelim.

  • sabunla yıkanıldığında gıcır gıcır olan vücudun, duş jeliyle vıcık vıcık olmasından kaynaklanan duygudur.

  • var olan ve native speaker olmayanlar arasında en çok hataya sebep olan farktır.

    home: genel olarak yaşam alanı. bu bi tren vagonu falan da olabilir.
    house: müstakil ev.
    apartment: apartman dairesi

    mesela apartman dairesine house diyemezsiniz. ama home diyebilirsiniz.
    aynışekilde house da home 'dur.

    ama home dendiği zaman neyin kastedildiğini anlamak için house mu apartment mı diye sormanız gerekebilir.

    edit:
    yoğunlukla " flat nerde hacı" diye mesaj aldım.
    flat'i de ekleyelim madem.

    flat: yoğunlukla her odası aynı seviyede bulunan mimariye sahip mekanlar için kullanılır.
    house kavramı hem ingiltere'de hem amerika'da genelde dubleks olur ya da bi bodrumu falan bulunur. o yüzden çok fazla flat denmez.
    eğer house 'un bodrumu yoksa ve sadece zemin katı varsa ona flat denilebilir. fakat bu özelliğe sahip bi mekan çoğunlukla apartman dairesi olduğu için apartment 'a da sıklılkla flatdenir.
    adı üstünde; flat. düz. plaka.

  • ılık ile serin arası bir bodrum akşamı. "haydi sünger pizza'ya gidelim" diyoruz arkadaşlarla. terasa çıkıyoruz, masamıza geçmek üzereyken köşe masadaki gruba gözümüz takılıyor. "özhan canaydın değil mi o ya" diyorum, "haydi yanına gidelim." arkadaşlarım "ya hu ayıp olur" falan diyor, "yok be" diyorum, "gidip bir merhaba deriz, bir de fotoğraf; o kadar."

    yanına geldiğimizi gören özhan canaydın, büyük bir nezaketle ve insanın tüylerini diken diken eden bir beyefendilikle ayağa kalkıyor, "bir saniye çocuklar" diyor ve ekliyor "müsaadenizle ceketimi giyeyim." ben arkadaşlarıma bakıyorum, onlar bana. kaldı mı gerçekten böyle insanlar diye birbirimize boş bakışlarla soruyor ve dumurdan dumura koşuyoruz.

    "ee çocuklar nasılsınız, neler yapıyorsunuz?" diyor başkan bize. ve bunu o kadar içten yapıyor ki sanırsınız karşımızda koca galatasaray başkanı değil de kankamız var. "sağolun başkanım" diyoruz; "siz de iyisinizdir inşallah." "sağolun" diyor ve gözü o zaman kız arkadaşım şimdi ise eşim olan canıma takılıyor. "siz nasılsınız küçük hanım" diye soruyor; ya hitaba, klasa bakar mısınız. kız arkadaşıma o kadar içten ve sıcak bakıyor ki gören torununa baktığını sanır.

    biraz sohbet ettikten sonra bana dönüp "aman kaçırma bu güzel kızımızı" diyor, "yok efendim kaçırmam" diyorum. efendim hitabını yaparken önce kendime sonra bu saygın bilge adama şaşıyorum. kendime şaşıyorum çünkü o güne değin kullandığım bir hitap şekli değil; özhan bey'e şaşıyorum çünkü bir insanın böylesine bir zarafet içinde olabilmesini aklım almıyor.

    "kusura bakmayın çocuklar, yerimiz olmadığı için sizi masaya buyur edemedim, bir içecek ısmarlayamadım" diyor, bunu derken neredeyse kırılacak kibarlıktan. o bunları söylerken biz adeta şoktan şoka giriyoruz. "estağfurullah başkanım, ne önemi var, sizin elinizi sıkıp gideceğiz zaten" diyoruz.

    biraz daha sohbet ettikten sonra "aman derslerinizden, işinizden geri kalmayın" nasihatlerini de dinliyoruz başkandan. o an aklıma sürekli benim iyiliğimi isteyen ve her konuda bana yol gösteren babaannem geliyor, istemsizce gözlerim doluyor ılık bir bodrum akşamında.

    elini öpüp yerimize geçiyoruz. arkadaşlarla muhabbete dalıyor ve saatlerin nasıl geçtiğinin dahi farkına varamıyoruz. derken bir ses duyuluyor: "haydi iyi geceler çocuklar, iyi eğlenceler." bir anda okulun en disiplinli ama en sevilen hocası sınıflarına dalmış haylaz öğrenciler gibi ayağa fırlıyoruz ve "sağolun başkanım" diyerek teşekkür ediyoruz.

    aradan yarım saat daha geçiyor, masanın en büyüğü olarak garsona "hesap lütfen" diyorum. garson masamıza geliyor ve kulağıma fısıldıyor: "hesabınız kapandı efendim, özhan bey halletti." biz bir kez daha şoke oluyoruz, gözlerimiz doluyor adeta. "ne adam be" diyoruz. ama ödediği hesap için değil, bize davranışlarından ötürü elbet.

    sonra aradan seneler geçiyor, o güzel adam çok ama çok uzaklara gidiyor ve uğruna gece gündüz çalıştığı stadın açılışında şu an galatasaray'ın başkanlık koltuğunu açıkça işgal eden adnan polat tarafından adı dahi anılmıyor. sonrasında konuşan erdoğan bayraktar adlı basit bir müteahhit tarafından "karşımda naif ve güçsüz duruyordu" denerek sözde küçültülmeye çalışılıyor.

    benimse aklımda o rüya gibi gece; şimdi yukarılardan bir yerden bizleri izleyen bu güzel adamı anıyor ve soruyorum: ulan siz kim, sizin adınızın böyle bir adamla aynı cümlede dahi geçebilmesi kim? adnan polat, erdoğan bayraktar kim, özhan canaydın kim?

    elimizde takımlar üstü olan bir tek süleyman seba kaldı; bari onu kırmayalım ve iyi bakalım.
    adettendir editi: beşiktaş'lıyım.

  • ulker sokakin en kral travestilerinden olan ebru ile mahalle sakini ozlem konusmaktadirlar.

    ozlem : allahim.. yerim ben bu kedileri..
    (ozlem yerdeki tombis kediye dogru egilir)
    ozlem : bu ne zaman doguracak kac aydir sish geziniyor.
    ebru : kiz, ben ne zaman dogurursam o da o zaman dogurur. erkek o..

  • istiklal'de bira içmenin kişisel bir seçim, kamu üniversitesinde verilen yemeğin ise devlet hizmeti olduğunun ve her gelir düzeyinden kişinin rahatlıkla faydalanabilmesi gerektiğinin farkında olan bilinçli öğrencidir.

    ek: başlık başa kalmış.