hesabın var mı? giriş yap

  • videodaki iki genç sahilde takılırken aniden dev bir parmak izi beliriyor üstünde de yeni çağın başlangıcı yazıyor, ne anlama geliyor olabilir altından ne çıkacak merak ederseniz takipte kalın
    bkz: esrarengiz parmak izi
    edit: altından hangi dizi, hangi olay çıkacak akıllara sorular düşürür.
    edit 2: gökyüzünde bir anda beliren parmak izi ipucu olabilir.

  • her ne kadar başlık sahibi linç edilmeye çalışılsa da katıldığım önermedir.
    anlatayım: öncelikle çocuk bu ağlar, zırlar genellemesine katılmıyorum. uzun yıllar amerika’da yaşadığım için buranın çocuklarını referans gösterebilirim. geçen markette 5 yaşındaki bir çocuk babasıyla sakince kendisinin istediği şekerlemeyi neden almadığı konusunda 10 dakika tartıştı. haksız olduğunu anlayınca da sustu. buradaki birçok çocuk böyle. yani bir çocuğun ailesinin yanında derdini anlatmak icin seçtiği zırlama yöntemi tamamen anne ve babasının yanlış iletişiminden kaynaklanmaktadır. lütfen şu çocukları düzgün yetiştirin.

  • yalnız tutuklayan kadın polis de türbanlı. bildiğin mesaj veriyorlar. şeriat böyle böyle geliyor.

    arap yalaya yalaya arapları geçtik.

  • 2 ay önce tekrardan seferlere başlayan ama halen zorbalıklarla karşılaşan firmaya destek olacağımız kampanyadır.
    bilindiği üzere ankara'nın değerli belediye başkanı, esenboğa havaalanına ulaşım için kullanılan pazarı tek başına domine etmek için havaş firmasına yapmadığını bırakmadı.
    sırf benim karşılaştığım bir kaç köpekçe oyun bile oynandı. (havaş aracına polis çevirmesi yaptırmak, müşterileri uçaklarına 15 dakika geç bıraktırmaya çalışmak vs..)
    bunun yanında kendi sundukları belkoair tamamen dolmuş mantığında çalışmakta, kafalarına göre güzergah uydurmaktadırlar.
    daha dün karşılaştığım olayda; şöföre soruyorum kızılaya uğruyor mu zamanım az ona göre hareket edeceğim diye, bilmiyorum vs.. diyor. amk 5 dakika sonra yola çıkacaksın senin güzergahın nasıl belli oluyor? sonra uğramaz diyor, sonra yolda telefon gelip kızılaya dönüyor ve ben kavga ediyorum bütün çalışanlarla. uçağa saliselerle yetişsem bile yaşadığım sinir harbi beni 2 sene yaşlandırıyor.
    dönüşte bir baktım, kapıda o özlem duyduğum havaş aracı duruyor. abi dedim hayırdır; 2 ay önce başladık ama halen zorbalık yapıyorlar bize, istediğimiz güzergahtan gidemiyoruz, çevre yoldan gidiyoruz dedi. (40 dakikaymış bilginiz olsun.)
    senin ağzını burnunu yerim diyerek havaşa atladım.
    şer..sizlere 5 kuruş daha kaptıracağıma, bundan sonra her zaman havaşa bineceğim.
    siz de 1 kuruşunuz bile bu yolda gitmesin diyorsanız;

    ankara aştiden; yine yarım saatte bir; 154 no lu perondan.. (gelen otobüs peronu.. şer..sizler onda bile en köşe peronu vermiş adamlara)
    esenboğa'da zaten kapı çıkışında. (kaldı ki bu belkoair çalışanları havaalanında müşterileri diğer tarafa çekmek için çığırtkanlık bile yapıyor. gülüyordu havaş çalışanları, şu kepazeliğe bak diye.)

    tamam arakadaş rekabeti anlarım, fiyat avantajı ve kalite sağlar müşteriye. ama bu mafya vari yaklaşım, bu şerefsiz yaklaşıma destek olmayalım lütfen.
    azıcık daha yürüyelim aştide 154 no lu perondan binelim.
    tekrar ediyorum, havaalanı aşti arası 40 dakikadır havaşla. belkoair dolmuşu ile dün 1 saat 10 dakika sürdü
    destkelerinizi beklerim.
    başka bilgi olursa editlerim.

    kullanabileceğim en düzgün dil buydu, kimse kusura bakmasın!

    edit: ücret 8 tl'dir.

    edit 2: aştiden kalkış saatleri çeyrek kala ve çeyrek geçe imiş.

    deep edit: ulan yorumların bazıları cidden komik. hee amk bi siz biniyorsunuz 15 senedir uçağa. lan havaşın tekel olduğu zamanlarıda biliyoruz, herşey tıkır tıkırdı, evet pahalıydı ama hizmetinin karşılığının ederiydi. bunu şimdi çok net görür olduk.

    deep edit 2: ulan belediye geldi belediye geldi fiyatlar acaip ucuzladı diyenler; belediye otobüsünden bahsedersen anlayacağım(55 tane durak olan, 40 dakikalık yolu 1 buçuk saatte ayakta gidebildiğin), ama amk belkoairi bunu 8 lira yaptı zaten, aradaki 2 lira için hayatını verenleri görüyorum. diyecek lafım yok lan size, size her şey reva amk, sürünün amk.

  • eger 0,74 gibi bir faiz orani yakalarsaniz, kredi ile ev almak diyorum. 1500 tl lik bir evde kiraci oldugunuzu ve kiraniza yilda ortalama yuzde 12 zam geldigini farz edelim. 15 yilin sonunda 671.000 tl odeme yapmis oluyorsunuz.

    yuzde 10 pesinatla 365.000 tl lik ev icin 15 yilda, pesinat dahil odeyeceginiz miktar 635.000 tl. yani 36.000 tl kar ediyorsunuz birde mulk sahibi oluyorsunuz.

  • o güzel atlar o guzel gökyüzünün yeşil cayirlarında kosturuyor şimdi.

    atın eşşeğine jokeyin picine kaldik

  • futbolu zerre takip etmeyen şahsım tarafından daha iki gün önce öğrendiğim gerçektir.

    slaven bilic'in gelişini de ligin 3. maçında öğrenmiştim.

    her neyse, lan adam roberto carlos, sivas'ta oturuyor şu anda. brezilya'nın kumsallarından sivas'ın soğuğuna bir hayat hikayesi. kangallarla dans.

    her şeyi geçtim, bu adam nereye sıçacak lan!

    not: insanın aklına ilk "ağzına sıçsın amua goduum" demek geliyor, biliyorum.

  • istanbul'da sene 2005 veya 2006. rahmet enişteyle notere gittik. evde yaşlı var, vekalet işlemleri için eve getireceğiz noteri. noter eniştenin kafasındaki kasketi görünce "bu ne böyle? gavur icadı şapka takmışsın" diye azarladı. sonrasında ise gavur icadı bilgisayarından çıkarttığı kağıtları ve gavur icadı tükenmez kalemini alıp, gavur icadı arabasına bindi. laf söylesen kelimeler kifayetsiz, siksen yetersiz.

  • yabana atılmaması gereken bir ölüm türüdür. biraz şöyle işler.

    arkadaşlarınızla birlikte bir ormanda kamp kurduğunuzu düşünelim. gece geç saatlere kadar ateş başında muhabbet etmenin gerçekten iyi bir fikir olacağınızı düşündünüz ve bunu hayata geçirdiniz. bir müddet sonra bu fikrin aslında yanıbaşınızdaki göle girmek kadar çılgın olmadığını düşünmeye başladınız ve bunu da hayata geçirdiniz. bir süre gölü lıkırdattıktan sonra çadırlarınıza geçiyorsunuz. uyumak üzereyken mükemmel bir geceyi, yaprak hışıltıları ve dalların kırılma sesleri bir anda huzursuz bir geceye çeviriyor. bir şeyler yaklaşıyor ve aniden yalnız olmadığınızı hissediyorsunuz. nefesin mi kesiliyor yoksa tutuyor musun farkında değilsin. kafanı ürkekçe dışarı uzattığında gördüğün şey bir boz ayı. amerikan korku filmleri senin için gerçek oldu. aklınız anında, aynı oranda klişe bir hayatta kalma tavsiyesi veriyor. boz ayıların savunmacı bir şekilde saldırdığını düşünüyorsunuz ve ölü numarası yapmaya karar veriyorsunuz. bu şekilde ayı için çoğunlukla bir tehdit gibi görünmeyeceksiniz ve bu ayı, tercihen ayısız bir otel bulana kadar size zaman tanıyacak.

    peki ya korkudan cenin pozisyonunda yere yatsaydınız ve ölü numarası yapmak için iyi bir oyunculuk yeteneğiniz olmasına gerek kalmasaydı? cenin pozisyonundayken kendi kendinize ölerek ayıyı bu zahmetten kurtarma ihtimaliniz nedir? mesela annelerimizin çoğu öyle düşünüyor. küçük bir çocukken isteyerek veya istemeyerek, sokakta bir anda onların görüş alanlarından kaybolduğumuzda ve ardından bizi bulduklarında; "kalbime inecekti" veya “korkudan ölecektim!” cümleleri, kendilerinden bolca duyduğumuz, ironik bir şekilde rahatlama cümlesi olarak ağızlarından çıkıyor. daha da kötüsü, “beni yarı yarıya korkuttun!” diye tepki veren annenin umudu! bu sadece yarı ölü, yarı yaşayan anneler tarafından yapılan bir suçluluk taktiği mi olurdu yoksa annelerimizi gerçekten mezara göndermek konusunda endişelenmeli miyiz?

    anneniz sizi kaybettiğinde ya da kamptaki ayıyı gördüğünüzde vücutta çok özel şeyler oluyor. bu özel şeylerden biri vücudunuzun korkuya fiziksel tepkisi olan fight or flight tepkisi. yani ya kalıp savaşacağız ya bu durumdan sıvışacağız. kaslarımızın korku anında gerilmesinin sebebi her iki duruma da hazırlanmaları.
    çoğu durumda tehdit ortadan kalktığında, vücut normale döner. ancak bazen, korku yeterince büyükse; korku anında kan dolaşımına pompalanan 30'dan fazla horman kalbinizi sarsmaya başlar ve ayının önünde, cenin posizyonundayken gerçekten ölürsünüz. yine de ölüm belgenizde korku yerine kalp krizi yazması daha yüksek bir ihtimal olur.

    baskerville etkisi
    20. yüzyılın başında, sir arthur conan doyle, "the hound of the baskervilles" (baskerville'nin köpeği)ni yazdı. romandaki baskerville ailesi, yüzlerce yıldır hayaletvari bir köpek tarafından öldürülüyordu. köpeğin en son kurbanı da bahtsız sir henry baskerville idi. bu gizemi çözebilecek tek bir kişi var: sherlock holmes! romanı anlatıp aralarındaki bağlantıyı tek cümlede kurmayı isterdim ancak spoiler vermemeyi tercih ediyorum. korku ile baskerville'nin köpeği arasındaki bağlantıya geçelim.

    isviçre'ye 8.000 kilometre mesafedeki bazı bilim adamları, bazı önemli şeyler keşfedebileceklerini umarak, baskerville'nin köpeği'nin sadece bir kurgu mu yoksa gerçek hayatta da yaşanıyor mu merak ettiler. daha sonra adını "baskerville effect" koydukları bir tespit ile bu meraklarını giderdiler. bu onlar için zahmetli ve tuhaf olmuştu çünkü "baskerville etkisi" dedikleri şeyi yani "yoğun psikolojik stresin neden olduğu kalp krizi kaynaklı ölümleri" incelemek isteyen araştırmacılar; korkunun ölüme yol açıp açmadığını görmek için yüzbinlerce ölüm belgesini inceledi. ne mi buldular? gerçek hayattan bir kesit vererek devam edelim.

    çin ve japon kültürlerinde dört sayınının son derece kötü çağrışımları var çünkü telaffuzu "ölüm" kelimesine çok benziyor. dünyanın başka yerlerinde yaşasalar bile bazı çinli ve japonlar, ayın dördüncü gününde seyahat etmekten ya da dışarı çıkmaktan kaçınmaya çalışıyorlar. öyle ki bazı yerlerde 4. katı olmayan binalar veya 4. sayfası olmayan menüler bile var. araştırmacılar, bu garip kültürü 25 yıllık periyotta; 200.000 çinli ve japonun ölüm belgelerini, bu kültürle alakası olmayan 47 milyon batılı insanların ölüm belgeleriyle karşılaştırarak araştırdılar. her şey bittiğinde sonuç şuydu: çinli ve japon ölümlerinin, ayın dördüncü gününde batılı kontrol grubuna göre gerçekten de çok daha yüksek olduğunu buldular. çinli ve japon grubunda, her ayın dördüncü gününde diğer günlere göre %13 daha fazla kalp krizi kaynaklı ölüm vardı. 47 milyonluk batılı kontrol grubunun ise uçarı kaçarı yoktu, stabil sayılacak şekilde ölüyolardı.

    baskerville etkisinin incelenmesi çok kolay olmuyor çünkü "korkudan ölüm" üzerine araştırma yapmak başlı başına riskli ve etik dışı. korkunun öldürme gücü mevcut kalp rahatsızlıkları olan insanlar üzerinde daha etkili. peki ya hiçbir kalp rahatsızlığı olmayanlar? ani ölümün en ünlü raporlarından biri 1942'de harvard fizyoloğu walter b. cannon tarafından yayımlanmış. cannon, " voodoo death " olarak adlandırdığı bir fenomenden bahsetmiş.

    ani ölümlerin vodoo ve kara büyü inançlarının olduğu yerlerde daha sık meydana geldiğini fark eden cannon, güney amerika, afrika, avustralya ve yeni zelanda gibi yerlere odaklanmış. lanetlendiği söylenen gıdalarla yüzünden ve büyülü olduğu söylenen mızraklar tarafından yaralanan sağlıklı, yabancı erkeklerin ani ölümlerini incelemiş. cannon, birçok insanın yiyecek ve suyu reddederek kendi ölümlerine neden olmuş olabileceğini belirtmiş olsa da, esasen toplumlarının yaşadığı bir korku yüzünden öldüler. bu şöyle bir şeye benziyor. bir hollandalı van'a geliyor ve buraya gelirken van gölü canavarı fenomeninden de haberi vardı. gece salla göle açılıyor ve bir su sesi eşliğinde dev bir silüet görüyor. o an, o hollandalı için o varlık van gölü canavarı. unutmayın korku anında beyniniz sizi olabilecek en muhtemel tehlikeye göre düşünmeye zorlar. low road'da alacağınız ilkel tepki budur. (korkunun işleyişi için sizi şuraya alayım.)

    korku bizi öldürebilir ve işin özü şöyle. temel olarak, sempatik sinir sistemi daha önce bahsettiğimiz fight or flight tepkisini harekete geçirir. korku geçtikten sonra bu tepkinin kapanması gerekir ancak bazen kapanmaz. kapanmadığı sürece adrenalin ve diğer hormanlar salgılanmaya devam eder ve kalp yüksek doz kokain almış gibi yoğun stres altında ezilir. damarların daralmasına neden olur, oksijen kalbe gitmekte zorlanır. bu durum vücudun rahatsızlığını daha da artırır. bir süre sonra da kalp kendini kapatır.

    yüksek derecede hissedilen korkunun bizi öldürebileceği gibi yüksek sevinçte bizi öldürebilir. makalenin başındaki annenin çocuğunu hemen değil de 30 yıl sonra bulmuş olduğunu varsayalım. uzun süredir kayıp olan çocuğunu bulduktan sonra ilk gördüğünde de anne benzer reaksiyonlara maruz kalabilir. çünkü ikisi de hem duygusal hem de fiziksel açıdan şok edicidir. siz yine de birilerinin kalbine indirecek seviyede şaka yapmayın çünkü gerçekten inebilir.

  • istanbul'da işle ev arası mesafeyi yürüyerek kateden şanslı azınlıktanım. kışın biraz zor oluyor ama alıştım.
    annemle babamın haklı telkinlere rağmen kahvaltı yapmadan evden çıkmayı tercih ediyorum, hem uyku daha tatlı geldiğinden hem de sabah uyanır uyanmaz yemek yeme fikrini bir türlü benimseyemediğimden.
    evden kahvaltısız çıktığım için her gün aynı pastaneden iki tane peynirli poğaça alıyorum. midem ezilmeye başladığında yemek için.
    pstanedeki çalışan kızlar birkaç kez değişti. sonuncu epeydir duruyor. her gün aynı şeyi alınca beni kapıda gördüğü an hazırlıyor poğaçaları sağolsun.

    bir gün, klasik "günaydın" "kolay gelsin" "hayırlı işler" vb diyaloglar dışına çıktık:

    "abla sen kaçıncı sınıfa kadar okudun?" diye sordu.
    "neden" dedim.
    "hiiç, merak ettim" dedi.

    meğer okutmamış ailesi mihriban'ı. ilkokul 4 sınıfa başladığı senenin ilk döneminde okuldan alıp çalıştırmaya başlamışlar. evin yemek, temizlik işleri de ona aitmiş. ama bir yerlerden 'dışardan bitirme' diye bir şey duymuş. bilgim varsa yardımcı olabilir miymişim, çünkü işten pek vakti kalmıyormuş soruşturmak için. zaten nereye sorması gerektiğini de bilmiyormuş. hem diploması olursa daha iyi bir iş bulabilirmiş, öyle demişler.

    -----------------
    hayatınızda kaç kişi size "kaçıncı sınıfa kadar okudun" diye sordu.
    -----------------

    olayın güzel kısmı doğru kişiye sormuş olması. belediyenin ilgili birim başkan danışmasıyla çalışıyorum. hemen anlattım kendisine durumu. ertesi gün görevli arkadaşlar pastaneye gidip mihribanla tanıştılar. işten arta kalan zamanlarında ders çalıştırdılar. diğerleri kolaymış ama matematik biraz zormuş, öyle dedi mihriban.
    girdiği tüm sınavlardan en yüksek notu o aldı.
    geçme notu 45 iken 60 aldığı için üzüldü. (sınıfta alınan en yüksek not 60 bu arada)

    ailesi hoşlanmamış, öyle ders çalışmalardan sınavlara girmelerden, izin vermemişler, önünü kesmişler ama kafa tutmuş, kavga etmiş. bazı sabahlar gözleri dolu dolu oluyordu, ama soramıyordum..

    velhasıl, geçen hafta ilkokul diplomasını aldı mihriban. yüzünde kocaman bi gülümsemeyle, her günkü iki poğaçamı almaya gittiğimde söyledi. şimdi sıra orta okuldaymış. daha da zorlanacağının farkındaymış ama yapacakmış.

    aferin sana. ben de inanıyorum yapacağına.

    seneler sonra editi: mihribanla iletişimimiz kesildi maalesef. en son iki çocuk annesiydi. yolu, bahtı açık olur umarım.