hesabın var mı? giriş yap

  • polisin ne görevinden ne kişisel haklardan en ufak bir haberi yok umrunda da değil, mafyanın üniformalı hali gibiler.

  • yugoslavya yok olduğunda filistin neredeydi? siz neredeydiniz?

    not: evet o kadar saçma bir argüman. müslüman boşnaklara 4 sene sahip çıkmadınız şimdi arap kardeşlerinize sahip çıkıyorsunuz, bırakın bu din kardeşliğinizi, siz cidden araplara tapan varlıklarsınız ve sizin dininiz değil kanınız arap ki eğer dininiz müslümanlık olsaydı o zaman cevap verirdiniz bütün dünyanın gözü önünde.

    edit: favlamayın arkadaşlar çünkü siz favladıkça bana kalırsa biz banlanacağız.

    anarşist mod devrede: uygur türklerine yapılan zulüme siz ne zaman karşı çıktınız, madem o kadar türksünüz, müslümansınız ve haksızlığa karşı dilinizi yutturmayacağınız o şeytana karşı sürekli göğüs gerdiniz, peki neden onlar o kadar işkenceyi çekti? uygur türkleri gidip çin hava sahasına paraşüt ile asker indirtip turistleri ve masum insaları mı vurdurttu? kutsallarını karış karış satıp sonra bana geri ver mi dedi?
    düşünsene bir şey senin kutsalın mesela sevgilin, ailen, çocuğun, eşin veya en basitinden kardeşin, bunların hepsini satıp ve özellikle sevmediğin insanlara satıp sonrasında ise hak iddaa etmek nasıl bir saçmalık olabilir?

    daha azerbaycan muhabbetine dahi girmiyorum, allahınızdan korkun be! çünkü bizde bir tane var en azından.

  • sözlerini de yazayim tam olsun:

    world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around theworld around the world around the world around the world around the world around the world around theworld around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the world around the, world.

    2003'ten sonra gelen edit 28.11.2020: uzunsaclikeladam 'ın düzeltmesi ile 55 defa degil 144 defa söyleniyormuş. teşekkürler uzunsaclikeladam!

  • neden şikayet ediyoruz? şikayet etmek, başkalarıyla ilişki kurmanın bir yoludur.

    modern toplum, izolasyon ve güçsüzlük duyguları üretir. şikayet, bu koşullara bir cevaptır. geleneksel ve sosyal medyanın kamusal alandaki tehlike ve olumsuz haberlerinin ardından yaşanan tedirginlik duygusu ve ardından gelen yeni tehdit dozları bir kültürel yönelim bozukluğuna yol açmaktadır. bu kıyamet döngüsü, özellikle diğer bilgi kaynaklarından ve sosyal ilişkilerden yoksun olan izleyicilerdeki güven duygusunu yıpratmaktadır. gittikçe içine kapanan insanlar için engellenmiş, çaresiz, açıkta kalmış, mağdur ve yalıtılmış hissetmek kolaydır. neşeyi bulmaları gereken yerde korkuyu görürler ve şaşkınlık yerine şok yaşarlar. kronik olarak şikayet eden bu hoşnutsuzlar için panzehir bir şekilde hayatının kontrolünü ele geçirmektir.

    neyi şikayet ediyoruz? genellikle, kontrol etmekte kendimizi güçsüz hissettiğimiz ve gerçekten değişmesini beklemediğimiz durumlardan şikayet ederiz: artan fiyatlar, hava durumunu, genel kurallar ve diğer insanların araba sürüşü gibi. listeye günlük talihsiz olayları da ekleyin. ayrıca bedensel ve zihinsel rahatsızlıklar ile çeşitli acı ve sızılarımızı da dahil edin. tipik olarak, bu konuları doğrudan çözmek yerine bu konulardan bahsederiz. ilkini yapmak, şikayet etmekten eleştirmeye ve hatta düzeltmeye geçmek anlamına gelir. şikayet etmek ise daha güvenli, daha az efor gerektiren ve daha az sonuç doğuran stratejidir.

    şikayetler, memnuniyetsizlik ifadelerinden çok, stratejik etkileşim ve insanların ilişkilerde kendilerini konumlandırma biçimleridir. bugün insanların olumlu yorumlardan ziyade olumsuz yorumları ifade ederken kendilerini daha özgür hissettikleri bir şikayet kültürü içinde yaşıyoruz. çoğunlukla, homurdanmamızın dinleyicimizden aktif bir teşvik almasını ya da bu olmazsa pasif teselliyi (“biliyorum!”) bekliyoruz. bunun bir tür duygusal dışavurum olduğu ve dolayısıyla kendi yolunda yararlı olduğu iddia edilebilir. ancak bunun etkileri, sınırlı ve kısa ömürlüdür. neredeyse anında, kişi kasvet ve kıyamete döner.

    şikayet, ritüel, oyun, iş ve paylaşım biçimlerini alabilir. her birinin belirli işlevleri vardır. şikayetler, basit duygusal patlamalar gibi görünse de aynı şekilde, diğerlerinin standartlarımızı bilmesini sağladığımız bir sosyal etkileşim biçimidir. şikayet etmenin dört işlevini incelersek:
    1- ritüel olarak şikayet etmek: “hala buradayım”: seyircimiz genellikle işte yine yapıyorsun diye düşünür. çok az yanıt alınıyor veya hiç yanıt alamıyorken endişelerimizi yeniden dile getiriyoruz. bu türden şikayet etmek, kim olduğumuzu ve neyi temsil ettiğimizi yeniden onaylama amacına sahiptir. başkalarının başarısızlıklarını kınayarak, bir şekilde güçlenmiş hissediyoruz. direnme, gördüğümüz gibi, teslim olmaktan iyidir. yarın aynı şeyleri, aynı insanlara ve kendimize söyleyeceğiz.
    2- oyun olarak şikayet etmek: “hadi ortalığı hareketlendirelim”: bazen şikayet, şakalaşma ve hafif bir çatışma biçimini alır. karşılıklı şikayetler ortaya çıkar, savaş kızışır, sonunda enerji atılır ve karşılıklı şikayetler kabul görür.
    3- iş olarak şikayet etmek: “hadi bir şeyleri değiştirelim”: birçok şikayet oldukça amaçlıdır. örneğin partnerler, davranış değişikliğini gerçekten istedikleri ve bekledikleri için birbirlerine dırdır ederler. dırdır duymak hoş değildir. kırgınlıklara neden olabilir. ama aynı zamanda eylem için bir motivasyondur.
    4- paylaşım olarak şikayet etmek: “bu işte beraberiz”: kişinin küçük fiziksel ve psikolojik endişeleri veya durumsal stresleri hakkında konuşması, ilişkide duyguları paylaşmanın veya açık olmanın bir yolu olabilir. ideal olarak, bu paylaşım alıcıdan benzer bir açıklığa yol açar. aynı zamanda şikayet, kişinin kendi başarısızlıklarına ve eksikliklerine odaklıdır. bu kendi kendine eleştiri, bir destek talebi gibi görünebilir.

    sonuç olarak, şikayet etme yöntemlerimizin hoşnutsuzluk ifadelerinden çok çevremizdeki insanlarla ilişkiler kurma biçimleri olduğunu kabul edersek şikayetleri de daha farklı bir gözle değerlendirip birbirimizi anlama yolunda bir aşama daha ileri gidebiliriz.

    kaynak:
    https://www.psychologytoday.com/…08/why-we-complain

  • enstantane tam olarak fotoğraf makinasında yer alan, çektiğiniz kareyi oluşturan iki ana unsurdan biridir. diğer ise diyafram’dır.

    en basit anlatımıyla açıklamaya çalışırsak; öncelikle fotoğrafın oluşma sürecine biraz değinmemiz gerekiyor.

    fotoğraf makinasını şöyle gözümüzde bir canlandırırsak ilk göze çarpanlar önde bulunan bir adet objektif, body dediğimiz mekanik kısımda ise üst bölgelerde ayar tuşları ve deklanşör (fotoğrafı çekerken bastığımız düğme) olduğunu görürüz.

    filmli makinalar için konuşursak; malum film dediğimiz ışığa duyarlı bir arkadaş olduğu için kendisini fotoğrafın çekildiği ana en küçük ışık zerresinden bile sakınmamız gereklidir. o nedenle arka bölümde ışık geçirmeyecek şekilde muhafaza ediyoruz sardığımız filmi. işte bu film ile objektifin en ucundaki mercek arasında duran sırasıyla 3 adet unsur var.

    bunların ilki ve bu başlığa konu olan perdemizdir. bu ışığı görüntüyü vizöre aktaran ayna ile birlikte filmimize kontrolümüz dışında ulaşmasını engelleyen parçalardan biridir. biz deklanşöre dokunduğumuz zaman; öncelikle diyafram halkası (objektifte bulunur) ayarladığımız oranda kısılıp-açılarak içeri ne kadar ışığın gireceğini ayarlar. daha sonra vizöre objektiften gelen görüntüyü yansıtan ayna yukarı doğru kalkarak diyafram halkasından geçen ışığın perdeye ulaşmasına olanak sağlar ve en sonunda da ayarladığımız hız oranında perde açılıp filme kadrajımızdaki görüntü işlendikten sonra tekrar kapanarak fotoğraf çekme işlemini sonlandırırız.

    işte bu perdenin ne kadar süreyle açık kalacağına enstantane denir. ayrıca obtüratör hızı, perde hızı ve ingilizce karşılığı shutter speed olarak da kullanılan isimleri vardır. hepsi enstantane ile aynı şeyi ifade eder.

    peki neye göre belirlenir bu hız ?

    öncelikle makinalarımızın ayar tuşlarına baktığımızda 50,100,250.500,1000 gibi değerler görürüz. bu aslında saniyenin 1 bölüsü olarak aldığımız zamanlardır. yani 50’ye ayarlarsak enstantanemizi bu aslında 1/50 (saniyenin 50’de biri) oranında bir hızdır. aynı şekilde 1000 ise 1/1000 (saniyenin binde 1’i). fark ettiğiniz gibi rakamlarımız yükseldikçe perdemizin açılıp kapanma hızı da o derece hızlanacaktır. yani eğer enstantaneyi 2’ye ayarlarsak bu ½ saniyedir. yani yarım saniye boyunca perdemiz açık kalacaktır. fakat 1000 enstantane alırsak gözün bile algılayamayacağı hızda perdemiz açıp kapanacaktır.

    derseniz ki “ulan ha 1000’e ayarlamışım ha 2’ye bunun ayrımını nasıl yapacağım ? ”

    şimdi ilk paragrafta bahsettiğim fotoğrafı oluşturan 2 unsur vardı. biri enstantane ikincisi de diyafram. fotoğraf işte bunları ortamdaki ışık miktarı ve vermek istediğiniz alan derinliği ya da efekte göre kombin etmektir. yani ikisi birbirinden bağımsız çalışmazlar ve bir şekilde birbirlerini etkilerler.

    şimdi anlatacaklarımı anlamanız için diyaframı küçük bir benzetme ile anlatmaya çalışayım ki detaylı şekilde daha sonra diyafram başlığına yazacağım.

    diyafram arkadaşlar insan gözünün, fotoğraf makinasındaki çalışma prensibidir aslında. bu arkadaş james bond filmlerinin o meşhur tanıtımında, bizimoğlan bond’un dönüp ateş ettiği zaman içinden geçtiği bir halka vardır. işte diyafram tam olarak odur görüntü olarak da. yani objektifin el verdiği oranda biz bu halkayı kısıp, açabiliriz. bunu göz olarak örneklememin sebebi de ışığın konumuna göre kullanış şeklidir. biz çok güneşli havalarda (çok güneş çok yüksek ışık ve ısı demektir. film ışığa duyarlı bir kimyasal olduğu için o şiddetli ışığın küçük bir zerresi bile filme hemen etki edebilmektedir. bunu çakmak ateşiyle peçete yakmak ve kaynak makinasıyla peçete yakmaktaki reaksiyon olarak düşünün…) önümüzdekini net görebilmek genelde gözümüzü mümkün olduğunca kısarız. neden peki kısarız içeri giren ışığın miktarını azaltıp görüntüleri seçebilmek için. aynı şekilde kedilerde de bizlerde de karanlık bir ortamda göz bebeklerimiz nasıldır bilirsiniz. olabildiğince açık. bunun da sebebi az olan ışığın her zerresini gözdeki sinirlere iletmek istememiz. mantığı sanırım biraz anlatabildim.

    “lan enstantane ile ne alaka şimdi ?” diyebilirsiniz. şöyle bir alakası var.

    atıyorum güneşli bir havadayız. yaz vakti. işık tam tepeden hayvan gibi geliyor. bu ne demektir fotoğrafçı için. filmimizi yakmadan gördüğümüz kareyi işlememiz için perdeyi çok hızlı kapatıp açmamız lazım. şöyle dokundursak bile o zaten işleyecektir filmimize. geliyoruz ayarlara… şimdi aklınızda bir jimnastik yapın… sizce ortalama ne kadarlık bir enstantane kullanırsak filmi yakmadan çekme imkanımız olur ?

    herkes kendine göre bir cevap verdi büyük ihtimal. ama bu soruyu bir fotoğrafçıya sorarsanız size cevabı “kaç diyaframda ?” olur. çünkü biz perdeye ulaşacak ışığın oranını diyaframla ayarlayabiliriz. yani biz açık bir diyafram (f:2,8 örneğin. bu açıklı halkanın neredeyse objektifin merceğiyle aynı açıklıkta olması demek. yani objektiften giren ışık hiçbir engele takılmadan aynen perdeye yansıtılacaktır.) kullandığımızı varsayalım. o zaman ne olacak. o yüksek sıcaklıktaki ışık yoğun şekilde içeri dalacak. biz de filmi yakmamak adına ne yapmamız gerekiyor. hızlıca filme bu ışığı verip perdeyi kapatmamız gerekiyor. o zaman biz 1000 (1/1000 saniye) ya da 750 (1/750 saniye) gibi bir değer ayarlarsak fotoğrafımız kadrajdan gördüğümüz kare gibi çıkacaktır.

    peki biz kısık diyafram değerinde (f:22 örneğin. bu da tam olarak iğne deliği boyutunda bir aralıktan ışığı perdeye iletmektir) bunu denersek ne oalcak. o zaman da içeri sızan ışık miktarı çok çok az olacağı için bizim bu ışığın filme işlenmesi için biraz zaman tanımamız lazım. çünkü yoğunluğu düştükçe sıcaklık da aynı oranda düşecektir. bu nedenle kısık diyaframda biz 1/1000 ile çekersek elimizde sadece simsiyah, oluşamamış bir kare çıkacaktır. bunun yerine perdenin açık kaldığı zamanı uzatırız. atıyorum 1/125 ya da 1/150 gibi. bu şekilde gene kare baktığımızda gördüğümüz renklerde çıkacaktır.

    fakat şunu unutmamak lazım. diyaframın tek işlevi içeri giren ışığı ayarlamak değil, aynı zamanda “net alan derinliği”ni ayarlamaktır. o da şu hani netlediğimiz yerin arka fonunda oluşan flu (net olmayan) alan var ya (yaşlı dede yüzü fotolarını düşünün hani gözler net kulağa doğru flulaşıyor…) işte diyafram o alanın mesafesini ayarlıyor. yani açık bir diyaframda (f:2,8 örneğin) dedenin burnuna netleyip fotoğrafı çekerseniz atıyorum yanağında olan bir ben ya da kulakları flu çıkacakken; siz kısık bir diyaframda (f:22 örneğin) aynı kareyi, aynı açıyla çekerseniz değil kulaklar, arkada bisikletiyle dolaşan çocuk bile net çıkacaktır. bu net alan derinliğini ayrıca objektifinizin mm’si belirler. geniş açı objektiflerde (10 mm-35mm arası) alan derinliğini bu kadar keskin vermek zorken, tele objektiflerde (75 mm- 300+mm) objektiflerde adamın burun kılını net çekip bıyığını bile flulaştırabilirsiniz.

    bu açıdan çekeceğiniz karedeki kullanacağınız alan derinliğine göre enstantane-diyafram ikilisini iyi kombinlemek lazım.

    peki düşük enstantane değerlerinde (1/2 – 1/5 – 1/25 gibi) neden hareketli bir cisim net çıkmaz.

    bunu yağlı boya ile tuvale resim yapma eyleminden örnekleyeceğim. mesela elimizde boya kaplı bir yağlı boya fırçası var ve bununla kesintisiz paralel şekilde tuvalin üstüne bir çizgi çekmemiz isteniyor.

    ilkinde bize saniyenin 1/500 kadar bir zaman boyunca çizgiye devam etmemiz istense ne elde ederiz. sanırım değdirdiğimiz gibi çektiğimiz için ufak bir nokta olacaktır bu istek.

    aynı şekilde saniyenin 1/25 oranında bir zamanda bu eylemi yaparsak tuvalin yarısına kadar geleceğimiz bir çizgi elde etmiş oluruz.

    film de tuval gibidir arkadaşlar. perdenin açık olduğu sürece film objektiften yansıyan her şeyi yansıdığı gibi işleyecektir. yani perde uzun süre açık kalacaksa o açık kaldığı süre boyunca hareket eden ya da sabit her şeyi işleyecektir.

    peki neden net çıkmaz ? çünkü biz düşük enstantane değerlerini yetersiz ışığın olduğu zamanlarda kullanırız. yetersiz ışık da bir fotoğrafın oluşmasını yavaşlatacaktır. çünkü bizim cisimlerin netliğini belirlememiz onun bize ilettiği ışık miktarıyla alakalıdır. karşı cisimden yetersiz ve az ışık alıyorsak filme o cismin oluşması için biraz zamana ihtiyacımız vardır. bu nedenle cisim henüz filmde net şekilde oluşamadan hareket ederse, bu filmde o cismin tam olarak oluşamadan kadrajda yeni yerine geçmesi demektir. yani filmin başka bir noktasında sıfırdan yeniden oluşmaya başlaması anlamına gelir.

    karışık olduysa kusura bakmayın. anlatmak yazmaktan çok daha kolaydır bu konuları. yazarak en fazla bu kadar özetleyebildim… aklınıza takılan şeyler varsa sormaktan çekinmeyin. elimden geldiğince basit şekilde anlatmaya çalışırım.

  • (bkz: fener ol) kampanyasının gerçek adıdır. böyle olsa daha samimi olurdu en azından.

    milyon dolarlık futbolcuların depolarını fullemek için hazır mısınız?

  • baba çalışıyor, anne tv'ye dalmış, defne ültimatom veriyor.

    - sevgim azalıyor!

    - nassssıl yani?

    - beni bugün yeterince öpmediniz. öpmeyince sevgi bitiyor.

    - oooo hemen öpelim o zaman (yumuluyoruz)

    - öpücük benim benzinim! şimdi doldum.

  • cok ciddi bir toplantıda "zorlayacağım şartları" diyecekken "şorlayacağım zartları" diyerek toplantının ciddi olma ozelligini sabote etmek.

  • meral akşener'in kuracağı yeni parti hakkında konuşan ümit özdağ'ın sözleri.

    alıntı:

    "– iktidara geldiğinizde ilk icraatınız ne olacak?

    saray, yeni kurulacak bir üniversiteye kampüs olarak verilecek. cumhurbaşkanı'na ait 13 uçak satılacak. sayın akşener, atatürk'ün mirası olan köşk'te kalacak. bütün israfa sert ve kesin bir şekilde son verilecek. devlette tasarruf ana ilke olacak. sonra üretim ekonomisi başlayacak."

    (bkz: hadi inşallah)

  • filmin baş tarafındaki yanık bölümün geçilmesi amacıyla ilk bir kaç pozun çok da gerekli olmayan çekimlere harcandığı, film makarasının sonunda ise "hadi yaaaa!.. bitti!.." diye hüzünlere gark oldunduğu zamanlardı. geziye gidildiğinde yanına bir kaç makara fazladan boş film almaktı. başkalarının pozlarını çektiğinde kendine de kalsın diye fotoğrafçıya "kafa + 1 sayıda basılacak usta!.." diye tembihlendiği, manzara pozlarında ise bazı şaşkın fotoğrafçıların "ulen kafa yok ama iyisi mi iki tane basayım bundan..." diyerek hesabı şişirdiği günlerdi. okul gezilerinden sonra fotoğraflar dağıtılırken para toplama ya da para verme telaşıydı. önce birer tane örnek baskı alınıp daha sonra çoğalttırılırken, "ulen bu da falancanın filanca kuzeniymiş, nerden görecem herifi bir daha?!?" deyip sayıya dahil edilmediği, sonra da o falancanın "aaaa, kuzenim için yok mu?!?" diye arıza çıkarttığı bir dönemdi.

    hey gidi hey.

  • internetin artik yayginlastigini bu alanda kabul edemeyen , o bilgileri sadece kendilerinin bilmesi gerektigini dusunen yuksek ego karsisina cikan hasta turudur. lan zaten teshis koyup ilac alacak olsa sende ne isi var, belki adam bakmis biraz onceden noluyor bana diye. belki su da olabilir mi diye soruyor doktora? sanki doktorlar her seferinde 100% dogru teshis koyuyor, ki hastanin kendini bilmesi bazi seylerden suphelenmesi doktorun da isini kolaylastirir.
    korkun lan , yakinda teshisi de ameliyati da robotlar , ozel mekanizmalar yapacak. ben de beni alman teknolojisine emanet edin diye espri yapacam. ben yetisemezsem oglum soylesin diye vasiyet edecegim.