1771 entry daha
  • ilk şarkılar albumunun 4. sarkisi agir bir brahms intihali icerir.

    sunu okumadan devam etmeyiniz: (bkz: #44804292)
    ---------------------------------

    once muhalif bir gorusle basliyorum. profesyonel bir muzisyen arkadasimin yorumu:

    temanin tamami degil sadece 3 auftakt var brahms'i hatirlatan. o da sarkinin giris bolumunde. (ve ortasinda galiba, sonuna kadar dinlemedim) sözler basladiktan sonra o da yok. sarkinin basinda duydugumuz 3 auftakt brahms'ta da var diye (brahms 3/8lik ), intihalden bahsetmek cok abartili/bos yaygara. hele santana (love of my life. otka) ile karsilastirilamayacak bir durum söz konusu. santana temayi oldugu gibi aliyor.
    -----------------son---------

    (bkz: #44804244)

    konu hakkindaki kimi degerlendirmeler :

    https://www.facebook.com/…5936059&type=1&permpage=1

    bu paylasimdan alintilar :

    "aybar karaçay

    intihal...??

    fazıl say - bu kekre dünyada / ilk şarkılar

    brahms senfoni no. 3, üçüncü bölüm poco allegretto
    _ _ _

    fazıl say - bu kekre dünyada / ilk şarkılar symphony no.3 brahms 3rd movement poco allegretto
    basit bir esinlenme mi, intihal mi, başka bir şey mi, yoksa alakasız mı?

    http://youtu.be/abtp20eup2u

    http://youtu.be/1tre3ms3ago
    _ _ _

    küçük bir istatistik de yaptım kendi yarıçapımda: bu konuda görüşlerini sorduğum türkler konuya girmedi veya tarihsel başka örnekler vererek geçistirmeye çalıştı. (örnekler rahatlıkla çoğaltılabilir elbet... beethoven'ın bir konçertosunda da mozart ezgisi duyulur bir süre... "beethoven benim peygamberimdir" desem yeri var üstelik; bu benim gözümde bir değer kaybı yaratmıyor genç beethoven için.)

    ama kimse kimseyi aldatmaya kalkmasın: yabancılar ise apaçık gerçeği dile getirdi: plagiarism. zaten en düşük düzeyde müzik kulağı ve hafızasına sahip olmak dahi yeterli: brahms senfoni no. 3, üçüncü bölüm poco allegretto, 130 yıl öncesinden bütün ihtişamıyla hafızalara kazınmışken, "bu kekre dünyada"yı dinleyip zevk aldığını söyleyenlere şaşıyorum. albüm için sayısız yazı yazılmış ama bir tane doğru dürüst eleştiriye rastlamadım. sebep eleştiri yapabilecek kapasitede adam olmaması olmasa gerek.
    _ _ _

    fazıl say'ın etrafında yapay bir dokunulmazlık zırhı oluşmuş. yaptığı herşeyi koşulsuz beğendiğini söyleyen, bununla da yetinmeyip "muhteşem", "benzersiz", "deha eseri" vb. yakıştırmalarla pohpohlama yarışına giren bir kitle var. bir sanatçıya yapılabilecek en büyük kötülük!
    _ _ _

    aslında kendisini yüceltebilmek amacıyla daima birilerini yüceltmek ihtiyacında olanlar, yetkin ve yeterli olmaksızın köşe başlarını tutanlar, başlarını kuma gömenler... böyle bir çevre fazıl say'ı sadece zehirler.
    _ _ _

    fazıl say "bu gerçeği ancak ben dile getirebiliyorum" diyerek bazı insanlara (popçular, arabeskçiler, hatta küçümsediği türk klasik müzik camiası) sataşırken güzel. ama bu kadar beceriksizce yaptığı bir intihalden sonra da sonuçlarına katlanması lazım. hem bu işlerin matematiği o kadar gelişti ki benim brahms'ın bir ezgisinden yola çıkarak bazı matematiksel dönüşümler ve algoritmalar sonucunda elde edeceğim yeni ezgiyi ne brahms'ın kendisi ne de bir başkası ilişkilendirebilir. bu çağda bu kadar ilkel ve akılsızca bir intihal...?? hadi fazıl say'ın gözünden kaçtı diyelim; başka hiç kimse yok mu etrafında uyaran?

    fazıl say'ın da eleştiriye ihtiyacı var, herkesin olduğu gibi. sadece müzikal olarak değil, "benim nobel ödüllü fizikçi arkadaşım var, bu işler öyle kolay değil. o nasıl konusunda konuşurken ben dinliyorsam bu iş de böyle..." diye saçmaladıktan sonra da eleştiriye ihtiyacı var. (tv programındaki cümleyi tam olarak hatırlayamamış olabilirim ama bu zavallı mealde konuşmuştu.)
    _ _ _

    merak ediyorum: türk basınında bu konuyu dile getiren olacak mı?"

    -------------------------------------------------

    "mehmet erhan tanman (besteci)

    öncelikle şunu belirteyim ben bu örneği daha önce dinlememiştim, pop müzik dinleme alışkanlığım pek yoktur ondan herhalde. dinlediğim anda da brahms'ın kemiklerinin nasıl sızladığını hissetim sanki, heralde besteci olduğumdandır.

    yukarda paylaşılmış olan örnek türkiye için, türkiye'nin dünyadaki imajı için yüz karası bir örnektir. ancak bu cümlemi iki şekilde ele alarak baştan yiğidin hakkını vermeye çalışıcam. eğer dinlediğimiz örnek bir pop müzik örneği ise hiç bir lafım yok. pop müzik de türkiye'nin yeterince yüz karasıdır ve son 10 yılda düşemeyeceği seviyelere düşerek nitelik olarak yok olmuştur. ancak eğer bu müzik bir klasik müzik / çağdaş müzik örneği ise orada dur demek zorundayım.

    doğrudur, mahkemeler bile neyin tam olarak çalıntı neyin olmadığını halen belirlemekte zorluk çekmektedirler, başvurulan üst düzey besteci kimlikli akademisyen bilirkişiler bile büyük baskı altında kalmaktadırlar. ancak işin bu kısmını geçip olaya biraz daha basit bakarsak, bu track'teki şarkının ana teması kelimenin tam anlamıyla bir hırsızlıktır. kanunen suç değildir orası doğru, ancak ahlaken ve etik olarak kesinlikle yanlıştır, alay konusudur, görmezden gelinecek bir sanat ürünü etiketi yemeye mahkum bir harekettir.

    sevgili say ve çevresi say'ı türkiye'den çıkmış en başarılı en iyi besteci olarak lanse etmektedirler. bunu sağlayan şey tabii ki dünyadaki menejerlik sistemidir. türkiye'de menejerlik sistemi klasik müzik camiası içerisinde yer almadığı için türk halkı bazı şeyleri kolay yutar. örneğin dünyadaki menejerlik ajanslarının kendi çıkarları doğrultusunda birbirlerine müzisyen-orkestra-şef pasladıklarından bihaberdirler. bu normalmiş gibi gözüken ayrıntı aslında işin aslıdır. siz bir türk olarak batı için biraz otantik'seniz (otantik kelimesini şöyle açıklayayım, 1950'lerden sonra fransızlar örneğin finlandiya'yı bile otantik sayıyorlardı) biraz piyasa iseniz, biraz popülist iseniz o zaman menejerlik ajansları için bir numarasınız. ancak sizin dünyada ülke ülke dolaşmanızı sağlayan bu ufak ancak parlak ayrıntı sizi dünyaca ünlü sanatçı yapıyorsa da dünya çapında kaliteli bir sanatçı yapmıyor. nerede yapıyor? türkiye gibi bu ufak ayrıntıdan bihaber ülkelerde ünlü yapıyor. bunun yanı sıra dünyada da menejerlik ajanslarının ve organizasyon sahiplerinin reklam kapasitesi doğrultusunda kendi çevrelerinde ünlü yapıyor.

    yukarıdaki kıstaslara uyan bir müzisyen kolayca dünyada* ünlü olabilir. dünyada cd'leri çıkabilir, dünyanın her yerinde konser verebilir. peki o zaman neden kimse yapmıyor derseniz işin en güzel noktası da buradadır tabii ki. bunun sebebi, binbir türlü idealizmle akademilerinden mezun olmuş örneğin yüzlerce piyanistin neredeyse hiç birinin bu popülist ünlü olma tuzağına düşmeyi tercih etmemesidir. çünkü bunu tercih etmek beraberinde dünya tarafından ideal sanatçı* etiketinin kaybedilmesi anlamına gelir. bu iş bestecilikte de böyledir.

    siz bir besteci olarak yapacağınız yegane şey olabildiğince sipariş almaktır. bunu iki türlü yapabilirsiniz, birincisi yarışmalara katılır dereceler alır yurt dışında okur etiket sahibi olur ve sipariş alırsınız. her bir konser de bir sonraki siparişlerin önünü açar. ikincisi de daha doğal olan yol olarak kaliteli ve güzel beste (tamamen sübjektiftir) yapma idealiyle kendiniz olmak ve girişimlerde bulunmaktır. ancak bu iki ana yolun yanında bir üçüncü sahtekarlık vardır.

    bu üçüncü yol bestecilikteki en ulvi nokta olan sipariş alma maharetinde sahtekarlık yapmaktır. bu sahtekarlık beste siparişini baştan satın almak olarak adlandırılır, ve feci bir ahlaksızlıktır ve kendini kandırmaktır. beste siparişleri genelde sanat vakıfları ve zengin şahıslar tarafından verilir. size beste yapmanız karşılığında verilen kaşe (ingilizcede commission denir) sizin geçim kaynağınızdır ve sürekli gelen commission'larla bestecilik kariyeriniz şekillenir. ancak siz dünyada iplenmeyen bir besteci iseniz, herhangi kariyeriniz yok ancak tonla paranız varsa bunun kolay bir yolu da vardır. sanat vakıflarına vs gider ve yüksek miktarda bağışta bulunmayı teklif edersiniz. onlar da zaten sanat vakfı olduğundan ve paraya muhtaç olduklarından bir kısmı sizin bu teklifiniz karşılığında size sipariş verir. ancak ironik olan sahtekarlık, siparişten sizin değil onların para alıyor oluşudur. siz de böylece besteniz hakkında commissioned by bilmemne kunststiftung dersiniz ve bu size imaj kazandırır.

    dünyada gerçek kaliteli sanat çevrelerince malesef bu numara tutmaz. çünkü bunları kimlerin yaptığı bilinir. aynı prag senfoni orkestrasından cd'nizin çıkması gibidir, çünkü prag senfoni para karşılığı cd kayıtları yapmaktadır ve bu orkestradan cd'nizin çıkmasının sanatsal açıdan hiç bir önemi yoktur. türk besteciler arasında prag senfoniden cd'si çıkma başarısını göstermiş arkadaşlarımızdan biri kamran ince'dir. kendisini bu vesileyle tebrik etmek istedim.

    yukarıda uzun uzadıya bahsettiğim şeyler bizim dünyaca ünlü say'ımızın nasıl dünyaca ünlü olduğunu, dehasından falan değil kimsenin tercih etmediği bir kulvarı tercih ederek o basamakları çıkıp üzerine hırsızlık yaptığını anlatmak içindi. anlamayana davul zurna azdır, yukarda paylaşılan track tamamen bir hırsızlık ürünü olup ne etiktir, ne ahlak içerir, dünyada büyük bir hızla kimlik kazanan türk besteciliği için yüz karasıdır.

    ancak mesele türk pop müziği ise, dediklerimin hepsini geri alıyor ve bu güzel örnekle dinleyenleri baş başa bırakıyorum. biz eşşeğiz çünkü aylarımızı verip kafa patlatıp eser yazıyoruz, biz eşşeğiz çünkü yurt dışından gerçek siparişler alıp gerçek projelere dahil oluyoruz, biz eşşeğiz çünkü yurt dışından siparişler satın almıyoruz, insanların hali hazırda gönüllerini kalplerini beyinlerini fetheden müziklerden arak yapmıyoruz, biz eşşeğiz çünkü doğrunun ve olması gerekenin peşinde gidiyoruz. türk klasik müzik sanatına, türk besteciliğine dünya çapında zararları yüzünden sayın say'a da bir kez daha teşekkür eder, bahsi geçen track'teki ahlaksızca yapılmış hırsızlığı için kendisi adına türk bestecileri olarak tüm dünyadan özür dileriz"

    -----------------------------------------

    su da ilgi cekebilir : (bkz: fazıl say/@osuruktan teyyarenin kabin amiri)
2095 entry daha
hesabın var mı? giriş yap