• sinan güzel bir ilkbahar akşamı deniz kenarındaki bir parkta bulunan banka oturmuş boğaza karşı çekirdek çitletiyordu. etrafında koşturan çocuklar, mangal yapan aileler vardı. önünden bazen seyyar simitçi bazen de çekirdekçi geçiyordu. çitlettiği çekirdeği de zaten ondan almıştı.

    bugun sahile neden geldiğini aslında bilmiyordu. biraz kafasını dağıtmak için olduğunu düşünüyordu ama tam emin olamıyordu. masa başı çalışıyor olduğu için temiz havaya çoğu zaman hasret kalıyordu. evet, nedeni bu olmalıydı. bunları düşündüğü sırada sağ elinde hafif bir ağrı hissetti. şöyle bir ovaladı ama neden olduğunu anlayamadı. üstelemedi. içinden “neyse geçer herhalde,” dedi.

    sinan denizin ve ilk bahar güneşinin tadını çıkartırken yanına birinin yanaştığını fark etti. kahverengi pardesü içindeki bu adam sinan’ın oturduğu banka doğru geldi. sinan ilk başta onu görmezden gelir gibi yapıyordu. denize bakıyordu ama aslında adamın hareketlerini takip ediyordu. oturduğu bankın yanına doğru gelen adam oturmak için sinan’dan izin istedi. sinan rahatının bozulmasını istemiyordu ama kabalık yapmış olmamak için yarım ağızla “tamam, peki” dedi.

    bunu duyan adam pardesüsünü eliyle toparlayarak banka oturdu. sinan denize bakıyordu ama rahatı bozulmuştu bir kere. çaktırmadan adamın hareketlerini izlemeye devam etti.

    pardesülü adam güneş gözlüğünü gözünden çıkartıp pardesüsünün sol iç cebine koydu. kafasında kıyafetine uygun renkte bir kasket vardı. eldivenli elleriyle kasketini düzelttikten sonra sol elini yavaşça pardesüsünün sağ iç cebine götürdü. sinan adamın hareketlerinden rahatsız ve tedirgin olmuştu. adam da bir terslik vardı. hissediyordu.

    sağ cebinden a4 ebatlarında kahverengi bir paket çıkartan adam paketi banka, sinan ile kendisinin oturduğu yerin tam ortasına koydu. sinan artık kafasını adama doğru çevirmiş bir adama bir de pakete bakıyordu. bu sırada adam ani bir hareketle yerinden kalktı pardesüsünü düzeltti ve bankın arkasına doğru yürümeye başladı.

    sinan tam adama paketini unuttuğunu söyleyecekti ki adam durdu ve sinan’a yüzünü baktı, ellerini pardesüsünün ceplerine soktu ve “bol şans sinan. senin yerinde olsam çok vakit kaybetmeden paketi açardım. belki bir ölüm kalım meselesidir.” dedikten sonra kendisini bekleyen arabaya doğru yöneldi. sinan adamın arkasından “siz de kimsiniz? ne demek bu şimdi?”diye seslendi ama adam hiç istifini bozmadan aracına bindi ve ardından da araç sinan’ı geride bırakarak hızla bölgeden uzaklaştı.

    sinan adamı takip etmeye yeltenmiş ve araba hareket edene kadar ancak bankın arkasına kadar gelebilmişti. ne olup bittiğini anlamaz bir halde iki elini iki yana açmıştı. “bu da neydi şimdi?” diye kendi kendine söylendi.

    sağına soluna bakıyordu ama herkes kendi halinde, az önce yapmakta olduğu aktivitelere devam ediyordu. hiç enteresan bir durum söz konusu değildi.

    çevresinden umduğu tepkiyi alamayan sinan, gözlerini banktaki pakete çevirdi. pakette bir bomba olabileceğini düşündüğü için çekinerek banka doğru ilerledi.

    banka oturdu ve yavaşça paketi eline aldı. paket hafif değildi. içinde dikdörtgen metalimsi bir nesne olduğunu hissetti. içini açmadığı halde tahminlerine göre içinde bir tablet vardı.

    sinan çevresine takip eden birisi var mı diye bir göz gezdirip takip edilmediğinden emin olduktan sonra paketi açtı.

    paketten bir ipad air çıkmıştı. pakette başka birşey var mı diye bakan sinan bir de bluetooth kulaklık gördü. sinan aletlerde bir gariplik olup olmadığını anlamak için tablete ve kulaklığa şöyle bir göz gezdirdi. tamamen normal bir ipad air ve kulaklık olduğuna kanaat getirdi.

    derin bir nefes alıp ipad’in power tuşuna bastı. tabletin siyah ekranı beyaz bir yazı ile aydınlandı.

    kulaklığı tak

    sinan şaşkın bir şekilde yazanı yaptı ve kulaklığı taktı.

    ekrandaki yazı bir anda kayboldu. sinan büyük bir panikle etrafına bakmaya başladı. etraftan olumsuz bir izlenim alamayınca tekrar ipad’e baktı. kulaklığı taktığını nasıl anlamışlardı? sakinleşmeye başlayınca ipad’in ön tarafındaki kamerayı hatırladı. “oradan takip ediyor olmalılar” diye geçirdi içinden. bir an duraksayıp “doğru şeyi mi yapıyorum, hemen polise mi gitsem acaba?” diye düşünürken ekrandan görüntü gelmeye başladı.

    görüntü hareket halindeki birisinin üzerindeki kameradan geliyordu. kameranın takılı olduğu kişi kalabalık bir caddede yürüyordu. sinan ne yapması gerektiğini bilmez bir halde bir ekrana bir etrafına bakıyordu.
    bir anda ekranda yeni bir mesaj belirdi.

    burak’a 5 dakika içerisinde 500tl bulup kameraya tutmasını söyle! eğer bulamazsa bu onun sonu olacak.

    yazı ekranda göründükten bir süre sonra yazının hemen altında bir sayaç ibaresi göründü ve 5’ten geriye saymaya başladı.

    5…4…3…2…1…0

    sayaç sıfırı gösterdiğinde üstteki yazı kayboldu ve 05:00:00 gösteren bir kronometre ve bir yazı belirdi.

    let’s play!

    04:59:99…

    sinan’ın dili tutulmuştu, konuşamıyordu. ne yapması gerektiğini bilmiyordu. kulaklık…evet, kulaklığından konuşmaya başladı:

    “alo! kimsin? ismin burak mı? burak! alo! cevap ver!” diye seslendi elini kulaklığa bastırarak.

    kameradan takip ettiği kişi bir anda durdu. ağlamaklı bir şekilde konuşmaya başladı.

    “ne isterseniz yapacağım, yalvarırım bana zarar vermeyin, benim ailem var, lütfen,” dedi burak.
    sinan yıkılmıştı. kendini toplamaya çalıştı. “lanet olsun! bilmiyorum tamam mı? bilmiyorum. manyağın biri bana bu tableti bıraktı. sen kimsin bilmiyorum. ekranda mesaj çıktı, 5 dakika içerisinde 500tl bulmanı istiyorlar. yoksa senin sonun olacakmış. bu ne demek onu da bilmiyorum tamam mı? siktir ya!”

    04:50:15…

    burak yerinden kıpırdamadan cevap verdi:

    -sinan? sen misin?

    sinan beyninden vurulmuşa döndü. kameradan takip ettiği kişinin 20 yıllık arkadaşı burak akmenek olduğunu o an anladı. yani kameradan takip ettiği kişi en yakın dostuydu. sinan en yakın arkadaşının hayatını kurtarmakla yükümlü olduğunu anlamıştı.

    04.40:26…

    sinan pardesülü adamla yaşadıklarını burak’a anlattı. o anlattıkça burak hareketlenmeye başladı. sinan 500tl bulması gerektiğini söylemişti. burak bunu nasıl yapacağını bilmiyordu.

    hızlı hızlı konuşmaya başladı. ağzından çıkan her harfte panik ve korku vardı:

    -sinan, 500tl’yi nereden bulacağız allahım yarabbim ya! öldüm ben öldüm. allahım nolur birşey olmasın. biz nasıl bu duruma düştük. bunu kim yaptı? sinan birşeyler yap!

    03:45:48…

    sinan uzun yıllar bilgisayar oyunu oynamış olmanın verdiği yeteneklerini kullanmak zorundaydı. bunu her kim planladıysa hem sinan’ı hem burak’ı seçmesinin bir nedeni olmalıydı.

    sinan kafasını topladı ve burak’a seslendi:

    -neredesin burak? etrafında ne var anlat bana.

    burak, “abi bilmiyorum. daha önce hiç gelmedim buraya. zaten buraya nasıl geldiğimi de bilmiyorum. parkın birinde çimlerin üzerinde yatıyordum uyandığımda. kulağımda bir kulaklık vardı. kulaklıktaki kişi sakin olmamı istedi. eğer birine haber verir ya da polis çağırmaya kalkarsam beni öldüreceklerini söyledi. ben de tamam sessiz olacağım dedim ve nerede olduğumu anlamaya çalıştım. sanırım burası bir sahil kasabası. hangi şehir bilmiyorum. daha önce hiç buraya gelmedim. insanlarla konuşmaya da korktum.” diye içinde bulunduğu durumu açıkladı.

    sinan bir kaç saniye düşündü. eğer kimseye olan biteni haber vermezler ve sadece parayı bulmaya odaklanırlarsa bu kirli oyunu kuranın burak’ı öldürmeyeceğini umuyordu.

    burak, sinan’dan ses gelmeyince konuşmaya başladı:

    -sinan, orada mısın? allah aşkına birşey söyle. ne kadar süremiz kaldı?

    03:03:36…

    sinan duraklamanın ardından devam etti:

    -burak, sor abi herkese sor, para iste etrafındakilerden. dilen gerekirse, allah rızası için de. de işte birşeyler! seni bunu yaptığın için öldüremez. bu bir oyun ve sen kurallarına göre oynuyorsun. kimseye durumu anlatma ama para iste. tamam mı?

    burak, sinan’ın dediğini yapmaya başladı. etrafında gördüğü herkesten para istemeye başladı. türlü türlü yalanlar, gerekçeler dilenmeler…

    02:15:68…

    sinan heyecanla ve tedirginlikle burak’a “ne kadar topladın?” diye sordu.

    burak “taş çatlasın 50tl abi, bu bile mucize. of allahım ben öldüm. ölmek istemiyorum allahım lütfen.” diyerek ağlamaya başladı. ardından kendini büyük bir umutsuzluk duygusuyla yere bıraktı. “allah aşkına bana para verin. yalvarırım verin.”

    sinan yıkıldı. burak’ı kamerada bu şekilde görünce onunla geçirdiği o güzel anlar gözlerinin önünden geçmeye başladı. gözlerinin dolduğunu hissediyordu.

    00:30:95…

    burak ağlıyor, bunu an be an izleyen sinan da ağlıyordu. burak artık yenilgiyi kabul etmişti. etrafta onu bu halde görenler para veriyorlardı ama miktar 500tl’den çok çok azdı. yetişmeyecekti, anlamıştı…

    “sinan, bana söz ver. aileme onları çok sevdiğimi söyle. tamam mı?” onları herşeyden çok sevdiğimi söyle.” diye zar zor konuşabildi burak.

    sinan da artık iki gözü iki çeşme ağlıyordu. sinan’ın bu durumunu gören piknikçilerin bir kısmı sinan’a doğru gelmeye başlamışlardı. sinan artık herşey için çok geç olduğunu biliyordu. “bunu hangi şerefsiz yaptıysa, onu bulacağım burak. merak etme tamam mı?” dedi sinan.

    10…

    “ne güzel yıllardı geçirdiğimiz o tüm zamanlar di mi?” dedi burak sakinleşmiş bir ses tonuyla.

    7…

    “böyle konuşma! birşey olacağı yok. saçmalama! herşey düzelecek, göreceksin. bu sadece bir oyun” diye cevap verdi sinan.

    4…

    “evet, hepsi de unutulmazdı di mi?” dedi burak.

    2…

    “böyle konuşma…” dedi sinan.

    1…

    burak, sinan’a son olarak “elveda” dedikten hemen sonra ipad’teki kamera görüntüsü gitti. sinan ağlıyordu. kendini yere bırakmadan birkaç saniye önce ipad’i elinden bıraktı. etraftaki insanlar artık sinan’a doğru koşmaya başladılar. ters giden birşey olduğundan artık emindiler. sinan yere kapaklanmış ağlarken, ipad’de son bir yazı belirdi.

    game over…

    continue?

    sinan yazıyı görmemişti. gözlerini yummuş katıla katıla kaybettiği arkadaşının ardından ağlıyordu.
    sonra nasıl olduysa birisinin yüzüne inanılmaz kuvvette bir ışık tuttuğunu hissetti. gayri ihtiyari gözlerini korumak için sağ elini ışığın geldiği yöne doğru tuttu.

    sağ elindeki acı bu sefer dayanılmaz bir şekilde tekrardan gelmişti.

    “tamam sinan, tamam geçti. sakin ol.” dedi tuğbek sinan’ın kafasından oculus rift’i çıkartmaya çalışırken. serpil de sinan’ın sağ elindeki damara doğrudan batırılmış iğneyi çıkartmaya çalışıyordu.

    “geçti sinan, sakinleş” diyordu serpil iğneyle uğraşırken.

    “sinan gözlerini ortam ışığına alıştırmaya çalışıyordu. neredeydi? neler oluyordu? bir koltukta oturduğunu anlamıştı. eski bir dişçi koltuğu gibi bir koltuktu. etrafında sayısız kablo ve ekran vardı. gözleri ortama alıştıkça nesneleri ve kişiler daha iyi seçmeye başladı.

    yaklaşık 50m2’lik bir odadaydılar. sinan’ın oturduğu koltuk odanın tam ortasındaydı. sesini duyduğu tuğbek ve serpil’in simalarını artık seçebiliyordu. az ilerde enis ve sarp da tuşlarına bastıkları klavyelerin arkasından sinan’a bakıyorlardı.

    hepsi de çok yorgun görünüyorlardı. sinan bunun nedenini düşünecek durumda değildi.

    yavaş yavaş kalp atışının normale dönmeye başladığını hissetti.

    kendine gelmeye devam ederken “bana ne oldu? neredeyim ben? burak nerede?” diye sordu sinan.

    tuğbek, o sırada serpil’e birşeyler söylüyordu. serpil, tuğbek’in söylediklerine tepkiliydi:

    -daha yeni çıktı makineden. nasıl olduğunu biliyorsun. ona zaman vermemiz lazım.

    “sen ne zamanından bahsediyorsun? zamanımız var mı? herşey bu oyunu çözmemize bağlı anlamıyor musun? bunu sadece ve sadece sinan çözebilir. tekrar denemek zorundayız. hem de hemen!” diyerek serpil’i tersledi tuğbek. serpil’in cevabını beklemeden de sinan’a doğru yürümeye başladı. bu sırada sarp ve enis’e talimat verdi:

    -hazırlanın. tekrar deneyeceğiz.

    sinan kendine gelmeye başlıyordu ama kimsenin onu taktığını sanmıyordu.

    tuğbek sinan’a doğru ilerledi. elinde oculus rift’i tutuyordu. sinan’ın yüzüne doğru eğildi ve konuşmaya başladı:

    -sinan, şu an ne hissettiğini biliyorum. hepimiz biliyoruz. -eliyle serpil, sarp ve enis’i gösterdi- burak yaşamak zorunda anlıyor musun beni? ne yap, ne et. burak’ı kurtar. adamı boşver. burak’a odaklan. millete yalvarmaya başlamadan önce üzerinde, ceplerinde para eden birşey var mı bakmasını söyle. onu yönlendir. araştır. aynı oyun oynar gibi. anladın mı beni sinan?

    sinan’ın kafası iyice karışmıştı. tuğbek az önce yaşadıklarını görmüş müydü? yoksa o pardesülü adam tuğbek miydi?

    “ben anlamıyorum. burada neler oluyor,” diye konuştu sinan.

    tuğbek serpil’e döndü. “iğneyi batır,” dedi. “enis, sarp siz hazır mısınız?” diye sordu tuğbek. hazırız yanıtını aldıkta sonra tekrar sinan’a döndü ve şunları söyledi:

    -bol şans eski dostum. burak ölürse hepimiz ölürüz, burak yaşarsa hepimiz yaşarız. burak’ı yaşatmak senin ve ancak senin görevin. daha önce çok yaptın. yine yapabilirsin. sana güveniyorum dostum. zaten sana güvenmekten başka şansımız da yok.

    ardından tuğbek rift’i sinan’ın kafasına taktı. serpil de iğneyi sinan’ın sağ elinde daha önce batırdığı yerin biraz altından batırdı. tuğbek, sarp ve enis’e işareti verdi. enis ve sarp klavyelerinde birkaç tuşa bastılar ve en sonunda da aynı anda enter tuşuna bastılar.

    sinan bir an için tüm vücuduna yayılan çok keskin bir acı hissetti.

    acı geçtiğindeyse sinan güzel bir ilk bahar akşamı deniz kenarındaki bir parkta bulunan banka oturmuş boğaza karşı çekirdek çitletiyordu. etrafında koşturan çocuklar, mangal yapan aileler vardı. önünden bazen seyyar simitçi bazen de çekirdekçi geçiyordu. çitlettiği çekirdeği de ondan almıştı zaten.

    bugun sahile neden geldiğini aslında bilmiyordu. biraz kafasını dağıtmak için olduğunu düşünüyordu ama tam emin olamıyordu. bunları düşündüğü sırada sağ elinde hafif bir ağrı hissetti. şöyle bir ovaladı ama neden olduğunu anlayamadı. üstelemedi. içinden “neyse geçer herhalde,” dedi.

    sinan denizin ve ilk bahar güneşinin tadını çıkartırken yanına birinin yanaştığını fark etti. banka oturmak üzere kendine doğru gelen bu adamı bir yerden hatırlıyordu…

    ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    sözlükte yazdığım hikayelerimin tek bir yerden takip edilebilmesi için için yazar arkadaşlardan gelen talepler doğrultusunda açtığım başlık.

    bundan sonra yeni bir hikaye yazdıkça buraya ekleyeceğim. umarım ilgi görmeye devam eder.

    yukarıdaki hikayeyi kafamda kurmaya başladığımda karakterler için (bkz: oyungezer) ekibinin uygun olacağını düşündüm. (bkz: fragtist) kurucusu, wow'da beraber raid'lerde wipefest yediğimiz (bkz: burak akmenek)'i de eklemesem olmazdı.

    sözlükteki diğer hikayelerim için;

    lazar markovic (bkz: #54365907)

    wesley sneijder (bkz: #54410019)

    pau gasol (bkz: #54886090)

    türk hava yolları (bkz: #54390604)
  • her sabah yaptığım gibi kadıköy'deki evimden beşiktaş'taki işyerime gitmek üzere vapur iskelesine gelmiştim. 8.15 vapurunun kalkmasına daha 10 dakika vardı ama iskele şimdiden hınca hınç doluydu. kalabalığın arasından ön taraflara doğru ilerlemeye çalıştım. kendime uygun bir yer bulunca durup vapurun gelmesini beklemeye başladım.

    vapuru beklerken etrafımdaki insanları incelemeyi herzaman çok sevmişimdir. gazete okuyanlar, müzik dinleyenler, hala uyanamamış olup uyuklayanlar ve benim gibi etrafı inceleyenler...

    kısa bir beklemenin ardından vapur iskeleye yanaşmıştı. vapurun yanaşmasıyla birlikte biz iskelede bekleyenler beşiktaş'tan gelen yolcuların vapurdan inmesini bekliyorduk. ne kadar da uzun sürüyordu inmeleri!! sanki bütün yolcular ağır çekimde terk ediyor vapuru... bir anda empati kurup kendimi vapurdan inen birinin yerine koydum ve iskelede bekleyenleri düşünmeye çalıştım. bir taraf vapura binmeyi beklerken, diğer taraf vapuru terk etmeye çalışıyor. aynı yerde gerçekleşen birbirinin tam tersi iki olay. iskeledekiler sanki vapur hiç boşalmayacak gibi hissederler ama yapılan araştırmalar göstermiştir ki aslında bir vapur en fazla 2 dakika içinde boşalır. gereksiz bilgiler ansiklopedisi sayfa 165...

    kafamda bu düşünceler geçerken kapılar açıldı ve bütün kalabalık bir anda ilerlemeye başladı. tam bir insan seli... insanların karıncalara benzediğini söylerler ya, vapura ilerleyen insanlara bakarsanız bunun gerçek olduğunu görebilirsin... iskeledeki bekleyişin ardından vapura binmek için koşar adım ilerledim ve kendimi vapura attım. merdivenleri çıkıp üst kata çıkmak için ilerledim ve gözüme hoş görünen bir köşeye yerleştim. vapura binen insanlar boş koltukları teker teker doldurmaya başladılar. ben de bu sırada çantamdan stephan king'in kara kule kitabını çıkarıp okumaya başladım.

    vapur iyice dolduktan sonra kalkış saatinin yaklaştığını hissetmiştim. kafamı kaldırdım ve etrafa şöyle bir baktım. karşımda oturan küçük çocuğu ve yanındaki kadını gördüm. kadın muhtemelen küçük çocuğun annesiydi. kadının uzun kumral saçları vardı. mavi gözleri sevgi ve şevkat doluydu. gözlerim kadından çocuğa kaymıştı. çok sevimli 5-6 yaşlarında bir erkek çocuğuydu. gözlerini annesinden aldığı anlaşılıyordu. kafasında mickey mouse figürlü bir şapka vardı. ileride zeki bir çocuk olacağının sinyallerini veren bir şekilde durmadan etrafı gözlüyordu ama sık sık da kucağındaki çantasına bakıyordu. farkında olmadan bir süre çocuğu izlediğimi anladım. yüzüme hafif bir tebessüm gelmişti. kitabımı okumaya devam etmeye karar verdim ve o an vapurun motoru çalışmaya başladı. hareket saati gelmişti...

    vapur hareket etmiş ve hergün olduğu gibi yaklaşık 25 dakika sürecek yolculuk başlamıştı. ben bir taraftan kitabımı okurken bir taraftan da karşımdaki çocuğun hareketlerini izlemeye çalışıyordum. küçük afacan, çantasını açıp içine bir bakış attıktan sonra etrafa ve özellikle annesine gülücükler saçıyordu. bunu birçok kez tekrarlamıştı. vapur yolculuğundan keyif aldığı da her halinden belli oluyordu. vapur koltukları için kısa olan bacaklarını koltuktan aşağı sallandırıp duruyordu. çok sevimli bir görünümü vardı. arada sırada benimle de gözgöze geliyordu ama sonra utanıp gözlerini kaçırıyordu. bir kez daha çantasına hareketlendi ve açıp içine sevgiyle baktı ve sonra kafasını annesine doğru çevirip içindekini annesine doğru gösterdi. dışarıyı seyretmekle meşgul olan kadın çocuğuna doğru dönüp onun başını okşadı ve dünya üzerinde sadece bir annenin kendi çocuğuna karşı duyabileceği sevginin ne demek olduğunu gösteren bir şekilde oğluna gülümsedi. çocuk çok mutlu görünüyordu. bense gittikçe artan bir şekilde çantanın içinde ne olduğunu merak etmeye başlamıştım. vapur yolculuğumuz neredeyse yarısına gelmişti ve ben yolculuk bitmeden çantanın içinde ne olduğunu öğrenmek istiyordum. çok sevdiği bir oyuncak mı? bir boyama kitabı mı? en sevdiği çikolata mı? belki de bir resim...

    çocuk da benim merakımı anlamış ve bana afacan afacan bakışlar atmaya başlamıştı. merakıma yenildim ve küçük çocuğa doğru eğildim. "küçük bey beni çok merak içinde bıraktınız acaba çantanızın içinde ne olduğunu öğrenebilir miyim? deminden beri içine bakıp bakıp gülüyorsunuz çok merak ettiğimi söylemeliyim" dedim. oldukça kibar ve sevecen bir şekilde konuşmuştum ve bu konuşmam çocuğun annesinin de hoşuna gitmişti. o da merakla çocuğunun ne tepki vereceğine bakıyordu. sözler ağzımdan dökülür dökülmez biraz utandım. ufacık bir çocuğun çantasındaki oyuncağı merak ediyordum. çocukla çocuk oluyordum...

    çocuk bana cevap olarak çok içten bir şekilde gülümsedi. annesi de aynı şekilde gülümsüyordu. benim de utancım ve merakım gittikçe artıyordu.

    derken çocuk çantasını yavaşça açtı ve içindekini bana gösterdi. şok içindeydim. çantanın içinde hiçbirşey yoktu. boştu... ama çocuk hala gülümsüyordu. olayı kavramaya çalışıyordum ama hiçbir şekilde anlam veremiyordum. derken çocuğun annesi konuşmaya başladı. "bu çantayı ona babası almıştı. verirken de, bu sihirli bir çantadır ve içinde ne olmasını hayal edersen o olur demişti. o günden beri de çantayı yanından ayırmıyor. bir çocuk için daha güzel ne olabilir ki? her açtığında bambaşka bir oyuncak... " ve ekledi; "hayalgücü insanın en değerli oyuncağıdır..."

    vapur yolculuğu sona ermiş ben vapurdan inerken aklımdaki birçok şey uçup gitmişti.kadıköy iskelesi'nde beklerken düşündüğüm iskelede bekleyen ve vapurdan inen insan psikolojisine dair herşey uçmuş ve yerinde tek bir cümle kalmıştı. işyerime varmış, masama oturmuş günlük işlerimle ilgilenmeye başlarken bile hala aklımda o cümle vardı; hayalgücü insanın en değerli oyuncağıdır...

    -----

    2007 yılında blog'umda yayımladığım çantadaki oyuncak adlı hikayem...
  • 25 ekim 2015 fenerbahçe-galatasaray maçı hazırlıkları üzerine:

    (bkz: #55733409)
  • türkiye'nin saatleri bir saat geri almamasının yol açtıkları: (bkz: #55786615)
  • aziz yıldırım ve roma seyahati üzerine

    (bkz: #56064648)
  • california'da görülen uçan uzaylının fantastik öyküsü

    (bkz: #57415221)
  • steve mandanda ve beşiktaş'a transferi üzerine

    (bkz: #57500433)
  • lazar markovic'in transferi üzerine
  • 2016 avrupa futbol şampiyonası'ndaki hırvatistan maçı öncesi yaşananlar

    (bkz: #61083878)
hesabın var mı? giriş yap