• "çok zengin ve mutaassıp koca arıyorum, bulunca ona vurduracağım. zenginliği benim, mutaassıplığı ailem için. fakirler kalabalık yapmasın" ın arapçası.
  • cecelist
    babasinin prensesi <3
    ikizler
    rumeysam <3
    kün feyekün
  • açılın acımasız konuşacağım,

    - en sevdiği yazar elif şafak
    - kolları kıllı ve patlıcan kalınlığında
    - kendini eşine saklıyor
    - en sosyal aktivitesi erkek kankasıyla* nargile içip tavla oynamak
    - ekseriyetle türbanlı
    - saçlar boyalı
    - akşam 6'da eve dönmesi lazım babası kızıyor
    - ter kokuyor
    - itici bir ses tonu
    - bel ve poposu arasında herhangi bir kalınlık farkı yok
    - yabancı dil yok
    - malum partiye ya da onun stepnesine oy veriyor
    - hayatında tanıdığı en güçlü erkek babası
    - en büyük hayali evlilik ve çocuk
    - dahi anlamına gelen de'yi yanlış yazmakta ısrarcı
    - akşamları evde survivor ya da dizi izliyor

    tüm bunlara rağmen normal bir erkeğin içe doğru ereksiyon yaşamasına sebep olması gereken bu varlıkların bile kapısında kul olan abaza finoların varlığı ülkenin kadın-erkek ilişkileri yönünden yaşadığı çarpıklığı göstermektedir. şimdi ben böyle varlıklara insan muamelesi yapmayınca bana faşist diyenler falan oluyor fakat bir varlık eğer insan görünümünde değilse nasıl insan muamelesi yapabilirim ki?
  • kun: ol
    fe: ve
    yekun: olur, oldu gibi bişey.

    yani: ol der oluverir gibi bir manası var.
  • arapça hokus pokus.
  • ibn arabi füsus'da der ki:

    .."allah "tekvîn"(var etme, oluşturma) işinin allah'a değil (yaratılan) şeyin kendisine atfedildiğini beyân etmiştir.
    bu işte allah'a atfedilen yalnızca o'nun emr'idir. allah bu işteki katkısını:
    "muhakkak ki bizim bir şeye kavlimiz (sözümüz), onu (yaratılmasını) irâde ettiğimizde ona "ol" dememizdir: o da olur (yâni varlığa bürünür)" (16/40) diyerek açıklamaktadır.
    şu hâlde "tekvîn", her ne kadar yaratılacak olan şey allah'ın emr'ine itaatle hareket ediyorsa da gene de,
    yaratılan şeye atfedilmektedir. ve (biz bu beyânı olduğu gibi kabûl etmek zorundayız, çünkü) allah sözünde sâdıktır.

    öte yandan bu tekvîn(in şeye nisbet edilmesi de) hakikatte akla uygundur.

    nitekim bir misâl vermek gerekirse, kendisinden korkulan ve kendisine isyân edilmesi mümkün olmayan bir âmir eğer kölesine "kalk!" (arapçası: "kum!") derse, köle efendisinin bu emrine uyarak derhâl ayağa kalkar.
    o'nun ayağa kalkışında efendisinin ona bunu emretmiş olmasından başka bir şey yoktur.
    kölenin bizzât ayağa kalkması ise efendisinin fiili değil bizzât kendi fiilidir.

    demek ki "tekvîn"in aslı teslîs temeli üzerinedir.
    yâni hakk (yaratıcı) tarafından ve mahlûk (yaratılan) tarafından olmak üzere her iki yönden de üçer unsur bu işe katkıda bulunmaktadır.

    buradaki nüans şudur ki allah bu âyette fe yukevvin (yâni oldurur ya da varlığa büründürür) değil de
    feyekûn (yâni"o" da olur ya da varlığa bürünür) demektedir ki burada cümlenin öznesi şeyin kendisidir.

    fusûs, s. 140/116/174-175/ıı-335-336.

    bu bakımdan ibn arabî'nin düşünce sisteminde islâmî "yoktan yaratılış" ilkesi geçerli olmaktadır.
    ama onun tezini sıradan "yoktan yaratılış"dan farklı kılan ibn arabî'nin gözünde yokluğun tümüyle şartsız bir adem değil de somut varlık düzeyindeki "adem" oluşudur. onun yokluk diye baktığı ayn-ı sabite (idealar) düzeyinde ya da, aynı şey demek olan, allah'ın bilinci'ndeki "varlık"dır. onun "yokluk" dediği, ontolojik görü açısından, "mümkün olan"dan yâni varlığa bürünebilme kuvvetine sâhip olandan başka bir şey değildir. "hilkat"i bir çeşit tek kişilik ilâhî bir piyes gibi gören sıradan telâkkînin menşeinde "mümkînât"a izâfe edilmesi gereken müsbet kuvvetin bilinmemesi (cehli) yatmaktadır. gizli iken allah'ın ontolojik emrine cevap olarak varlığa bürünme hususunda her şey, ibn arabî'ye göre, yeterince güç-kuvvet sâhibidir.

    buna göre yaratılmışların âlemi fâ'iliyyet'in pençesindedir. ve bu âlemi teşkil eden eşyâ da kendi yaratılışına müsbet bir biçimde bilfiil katkıda bulunmaktadır.

    kile şekil vererek (çanak-çömlek gibi) bir takım eşyâ yapan bir sanatkâra bakıldığında, sathî bir gözlemle, kilin kendisi bakımından hiçbir müsbet "fâ'iliyyeti" haiz olmadığı ve sanatkârın hoşuna giden hangi şekil olursa olsun o şekle girdiğini müşâhede etmek mümkündür.

    böyle bir teşhisde bulunan bir kimsenin gözünde o sanatkârın elindeki kilin hâli mahzâ pasiflik, mahzâ fiilsizliktir. bu kimse kilin de, kendi yönünden, sanatkârın faaliyetini müsbet bir biçimde tâyin ettiğini farketmemektedir. hiç şüphesiz bu sanatkâr kilden oldukça büyük bir çeşitliliğe sâhip pekçok eşyâ yapabilir, ama ne yaparsa yapsın kilin tabîatının kendisine vaz ettiği mahdut sınırların ötesine geçmesi mümkün değildir. başka bir şekilde ifâde edecek olursak, aslında, kilin kuvveden fiile çıkan mümkün bütün şekillerini tâyin eden kilin bizzât kendisidir. işte "yaratılış" sürecindeki bir şeyin durumu da aşağı-yukarı bunu andırır."
  • sırf ağza oturuyo, karizmatik bir söylenişi var diye popüler olmuş lan resmen. aynı manaya ''çükübik gübelek'' gelse kimse kullanmazdı zannımca.
  • bu kadar içtimai bir anlama sahip olan cümlenin günümüzde;
    kişilik bozukluğu olan, iki yüzlü olan, hayatında hiçbir şeyin derin yapısını çözümleyemeyecek sığlığa sahip olan, düşük karaktere sahip tiplerin sosyal medya hesaplarının vazgeçilmez mottosu haline gelmesi kadar üzücü bir durum olamaz.
  • adam/kadın-erkek/kız her neyse işte,

    bu yukarıda bahsi geçenlerin büyük bir kısmının yemediği halt kalmamış -yemiş,içmiş,sıçmış,s*kişmiş- üzerine bir de kün-feyekün yazmış.

    bir âyeti sözde sosyal olmak, karı-kız-oğlan tavlamak adına kullanıyorlar.

    arsızlar size, bir ton küfür ediyorum sizin gibi iki yüzlü varlıklar olduğu için.
  • "nerde kaşar var whatsapp durumuna kün feyekün yazıyor."

    - bir dost
hesabın var mı? giriş yap