• genc kizlara asiri ilgi, kilo verme saplantisi, kirmizi spor araba merakinin depresmesi (cunku hicbir zaman tam olarak kaybolmaz) ile teshisi konulabilen ve genellikle 35-45 yas arasi evli ve cocuklu erkeklerde gorulen bir sendromdur...

    adamin cogu zaman parasi vardir, hali vakti yerindedir ama rutinlikten cani cikmistir... sabah olsa da kalksak aksam olsa da yatsak dongusu, ev ve is arasindaki yolun cukurlarini ezberleme, kayin ormani ziyaretleri (bkz: kayinpeder) (bkz: kayinvalide), cocuklarin veli toplantilari gibi son derece uyarici faaliyetler de artik uyarmamaya baslamistir...

    bunalim onceleri masum sorgulamalarla baslar, "ben kimim?", "niye bunu yapiyorum?" veya "kac yilim kaldi ki?" klasik sorulardir... bir sonraki evrede gencken yapilan faaliyetler tekrar gundeme gelmeye baslar, hali saha sakatlanmalarinin buyuk bir cogunlugu bu tur kisilerde gozlemlenmektedir... gencliginde biraz daha atak olanlar ise doga yuruyusleriyle, gencliklerindeki dagcilik deneyimlerini hatirlamaya calisirlar...

    sendromun orta evreleri, aile arabasinin artik adama yetmemesi ile gozlenir... kirmizi spor araba burada normdur, ancak harley davidson da kabul goren bir secenektir... kimileri daha cok tekne almak isteyebilirler, tekne fiyatlarini gorenlerin ise buyuk bir cogunlugu aninda vazgecerler...

    bunalimin son - ve cogu zaman geri donulmez - asamasinda adam kendine genc bir sevgili bulmustur, zeka yasinda ciddi deteriorasyon gosteren takma adlarla sevgililerini cagiran bu sahislar icin henuz desifre olmadilarsa belki bir umit vardir... bunalimi son evrelerine kadar tasimis kisilerin buyuk bir cogunlugu hemcinsleri tarafindan kiskanilmakla beraber, toplumsal kabul standartlarini deldikleri icin sosyal cevrelerinde ciddi bir degisiklik yasarlar...

    sonunda ne mi olur? kimisi kendini kurtarir, kimisi geri doner, kimisi ucar gider... aynen diger hayatlar gibi... yasanan yasanmistir, geri donup de spekulasyon yapmanin kimseye hayri yoktur...
  • herkesten farklı bir hayat yaşayacağını düşündüğün dönemden çıkıp, herkesin hayatını yaşadığını hissetmeye başlamaktır.
  • yıllara meydan okumak, uzun yıllar genç kalmak mümkün mü? ah, keşke öyle olsa, ne güzel olurdu. ama, ne yazık ki bedenen yaşlanmayı dışarıda tutsak bile bu pek mümkün değil.

    ellili yaşlar eşiğine gelmişsek eğer, bugünkü yaşam şartlarımız ne olursa olsun ve geriye döndüğümüzde on yedi yaşımızın şartları ne olursa olsun gençliğimize özlemle bakıyoruz. bunun da tek sebebi var. o yaşlarda insanın yaşamına yön verebilme iradesine sahip olması. işte gençlik buydu. işte özlenilen bu.

    bu iradeyi her yaşta bulmak, özellikle ellili yaşlardan sonra bulmak mümkün değil maalesef. çünkü hepimiz gençliğimizde sahip olduğumuz beyaz sayfalarımızı yıllar içinde kullandık ve doldurduk. kimimiz güzel resimlerle, kimimiz karalamalarla. hayat o sayfa üzerindeki çizgilerde değişiklik yapma imkânı tanımıyor. bazen elimizdeki resimlerimize bakarken en güzelini çizmiş, en güzel resme sahip olmuş olsak bile orada sadece kendimizin bileceği eksikler var. oradaki her çizgi verdiğimiz bir karar neticesinde. ve o kararlar; en istenileni seçmekten, diğer seçenekleri tamamen elimine etmekten ibaret değil. hayat adına, o hayatın istikrarı adına, varlığını ve sürekliliğini koruma adına verilmiş o kadar çok kararımız var ki. hatta belki bugünkü resmin dışarıdan bakana güzel gözükmesini, elimizde berbat çizgilerle dolu bir sayfayla baş başa kalmamamızı sağlayan da bu dışı seni içi beni yakan zor kararlar.

    ve… artık sayfanın gerisindeki boşluklar oraya tamamen farklı bir resim çizmeye uygun değil. ancak boşluklara yeni küçük çizgiler olur, olsa olsa. zaten hayattaki en zor kararı verip farklı çizgilerle yeni bir resim yapmaya kalkışsak bile sonuç eksikleri itibarı ile ilk resimden pek farklı olmayacak. bunu yaşayarak tecrübe ettik bir kez. hayatın başındaysa resimden ve sonuçlarından bihaberdik. o iradeyi o kadar güçlü kılan o bihaberlikti, tebrübesizlikti

    evet, kimilerine genç kalma formülleri aratan, kimilerinin orta yaş sıkıntısı deyip geçtiği duygu durumu bu. hayatın her evresi gibi yaşanacak. şiddetli sarsıntılarla veya yumuşak geçişlerle...

    yapılacak en iyi şey sayfanın boşluklarına mümkün olduğu kadar yeni küçük resimler kondurabilmek. on yıl, yirmi yıl sonrası için sayfada güzel şeyler bulundurabilmek. kenar süsü niyetine …

    belki bu sefer hayat için değil, sadece kendin için...
  • dışarıdan aşırı denyolaşma gibi görünse de çok ciddi bir hormonal durumdur. iş stresiyle birlikte adamı delirtir bile. hormonlardaki değişiklikle beraber, saçların dökülmesi, zihinde bulanıklık, kendini bir şeylere geç kalmış, hatta ölüme yaklaşmış hissetme. ve bunu sonucu olarak hayatın peşinden koşmak, hayatı yakalamaya çalışmak (bu genelde genç kızları yakalamakla eş değerdir). ağlama krizleri, aşırı depresyon, mutsuzluk, yeni araba almak, karısının güzellik kremlerini yüzüne boca etmek, gidip 20 yaşındaki kızlara kozmoloji ve kişisel gelişim anlatarak ahkam kesmek, param yok diyip, köpeklerden nefret eden bir insan olarak 20 yaşındaki genç sevgilisinin köpeğinin bütün veteriner sorumluluklarını bile üstlenmek gibi bir hafıza kaybı durumu, yalan söylemek, karısını boşanmamak için tehtid etmek gibi sonuçları olabilir. bir gider, bir gelir.

    eşe çok büyük görevler düşer;
    bu da sabırlı olmak ve kontrolü kaybetmemektir. bu durumda bunalımdaki eşin üstüne gidilmemeli ve çirkefleşmemelidir. sonuçta o sizin kocanızdır ve sonuna kadar destek olmak gerekir. paniğe kapılıp evi terketmek yerine bu herif evden bir güzel kovulur telefonları filan açılmaz. yanına bir kaç eşya verilir ve aklı başına gelene kadar alemlere akılır, yurdışına gidilir hatta çine gidilir. fazla bu olaya tutulmadan kendi işine bakmak en güzelidir. çünkü şahsına yapılan hiç bir saldırı ya da yardım bir işe yaramayacaktır. "bokunda eşelen" denir.
    (bkz: kendi bokunda eşelenmek)
  • üniversite yıllarından ev arkadaşlarımla buluştuk. bir sebepten araya seneler girmiş, görüşememiştik.
    o soğuk aralık sabahı, denize karşı bir masada, bir zamanlar yediği içtiği ayrı gitmeyen dört arkadaşın yeniden bir araya gelmesi güzeldi güzel olmasına da birikmiş hikayeler için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
    biri beyin kanaması geçirmiş ve işini kaybetmişti. "beyin kanaması geçirmeseydim benim için dünyanın sonu gibi gelirdi işimi kaybetmem. ama artık eskisi gibi önemsemiyorum" sonrasında yaşadıklarını, bölgesel felçler vesaire, gördüğü bir rüya gibi anlatıyordu. kabus desem daha doğru.
    bir diğeri, eşini kaybetmiş, iki çocuğuyla, ölen anane-dedesinin boşalan evine taşınmıştı. çocukluğunun geçtiği aile apartmanına dönmüştü yani. "bir gün bu eve geri döneceğim hiç aklıma gelmemişti" diyordu çayının şekerini karıştırırken. yemekli buluşmaların da böyle bir şeyi var işte. az önce hayatının travmasını anlatan arkadaşınızı dinlerken peynirden bir ısırık alıyorsunuz, veya lokmanıza tereyağı-bal sürüyorsunuz. sanki anlattıkları önemsizmiş de gerçek olan menemen, çay, peynir, zeytinmiş gibi. aslında hayat da biraz böyle, saçmasapan. arkadaşım eşini toprağa verdikten sonra evine dönmüş, çocuğuna banyo yaptırmıştır. sonra ertesi günkü ders için çantasını hazırlamış, belki işte giyeceği kıyafeti de seçmiştir. bu detayları bilmiyorum ama "normal hayatımıza hemen dönmek istedim" diye anlattı kendisi. "çocukları karşıma alıp konuştum. istediğiniz kadar ağlayın, üzülün. yasımızı tutalım. ama hayat bizim için devam ediyor, eve kapanmayacağız." bunu söylerken çok soğukkanlı görünse de düşünceliydi. sadece eski evine geri dönüşünü değil, yaşadığı hiçbir şeyin başına geleceğini daha önce aklına bile getirmemişti. şimdi hatırlıyorum da, beraber yaşarken, içimizde en gamsız, neşelimiz oydu. sürekli şakalar yapar, her şeyi makaraya vururdu. yine o tanıdık gülüşünü gördüm, görmedim değil ama belki bir veya iki kere. hep gülen, neşeli kadın değildi masadaki. nasıl olsun?
    üçüncüsü de eşinden boşanmıştı yakın zamanda. ergen kızının bunalımlarını anlatıyordu. kızının, boşanmayla başlayan öfkesi her geçen gün artıyormuş. bir de eşcinselliğin yaygınlaşmasından şikayet ediyordu. "denemekte özgürüm diyor, artık gençler her şeyi denemek istiyorlar." bunu söylerken telefonundaki takip uygulamasını gösteriyordu. kızı kavga ettiklerinde telefonlarına cevap vermiyor, arkadaşlarında kalıyormuş. "ben hasta olacağım, çok üzülüyorum senden haber almadığımda, yeter ki iyi olduğunu bileyim" diye ikna etmiş kızını. onu dinlerken annem geldi aklıma. onun o endişeli, anne olunca anlarsın psikozu. ona dönüşme düşüncesi, içimde tanıdık isyanımı tetikledi "kendin için bir şeyler yapsana" dedim. "fedakarlıklarını, endişe ve korkularını yükleme kızına, onu boğar. "kedim var" dedi. keşke bir kediyle çözülebilseydi her şey.
    dönüş yolunda, trafikteyken, onlara pek bir şey anlatmadığımı düşündüm. pek değil, neredeyse kendim hakkında hiç konuşmamıştım. ne travmatik bir kaybım, ne boşanmam, ne de on yıl görmediğim arkadaşlarıma anlatacak büyüklükte iş sorunları, ergenlik dertleri yoktu. hayat orta çizgide süregelmişti işte. kendim için iyi mi hissetmeliydim? iyi hissetmiyordum. o masada dinlediklerim gerçekti ve hızla yaklaşan bir trenin ışığı gibi giderek büyüyordu gerçekliği. arkadaşlarımın orta yaş bunalımı geçirecek fırsatları olmamıştı. kafalarını suyun üstünde tutmaya çalışıyorlardı sadece.
    işte bugün "the mindf*ck of midlife" başlıklı bir yazıyı okurken aklıma bunlar geldi. yaşlanmanın fiziksel boyutuna o kadar kafayı taktık ki, nasıl göründüğümüzü düşünmekten nasıl hissedeceğimizi düşünemiyoruz diyordu yazıda. artık anne-babamızın hastane randevularını, yalnızlarsa bakımını da düşünmemiz gerekiyor. onların ne ara yaşlandığını hiç anlayamadık. arkadaşlarımızın kanser haberlerini alıyoruz. sanki hiç olmadığı kadar yaygınlaşmış geliyor bu hastalık. "insanın hissettiğiyle, olduğu yaş arasındaki farkın sebep olduğu bunalım bir gerçek, ama dünyanın tüm botoxları, tüm dolgu malzemeleri, yüzümüzü tek bir kırışık bırakmamacasına değiştirse de asla değiştiremeyeceği şeyler var, ve gittikçe yaklaşıyor" diyordu yazar.
    orta yaş bunalımıyla hayatının seyrini değiştirenler, ikinci üniversiteye, spora başlayanlar, işi bırakıp ekolojik tarımla uğraşanlar... sayısız hikaye var çevremde. en son geçen birinin uluslarası iron man'imsi triatlon fotoğraflarını beğenirken, bakalım daha neler göreceğiz diyordum içimden. bir yanda kafasını suyun üzerinde tutmaya çalışanlar, diğer yanda dalgaların üzerinde sörf yapanlar. orta yaş bunalımı için biraz da şans gerekiyor sanırım. o sörf tahtasının devrilmesi anlık bir ters dalgaya bakıyor çünkü.
  • erkekler, kendileri orta yaşa geldikleri için değil; karıları orta yaşa geldikleri için bunalıma giriyorlar, deniyordu bir psychology today makalesinde.
  • orta yaş bunalımındaki insanlar olgunlaşmamış, henüz yerine oturmamış, yeni bir kimlik arayan tüyü bitmemiş delikanlılar gibi olmayı isterler.
  • aslında olmayan bir bunalımdır, bazı buyuk* insanlarin daha güzel kişilerle beraber olmasini, daha güzel arabalara* binmesini daha güzel şaraplar içmesini* vs kıskananların uydurduğu bir iftiradır.
  • çoğunluk büyük şehir yalnızlığı ile yaşlanmış çok bilmişlikten oluyor.
  • vikipedi'ye göre "altbilinçin vücut bütünlüğü olarak artık üreme faliyetlerinin risk altında olduğunu algılayaraktan canlılığın (nesilin) devamı dürtüsüyle oluşan bir psikolojik savunma dürtüsü mekanizmasıdır ve kadınlarda menopoz, erkeklerde ise andropoz süreci öncesi değişen hormonal faaliyetlere bağlı olarak kişilerin cinselliğe karşı aşırı istek artışının oluşmasına verilen genel addır."

    ah be schopenhauer, gene haklı çıktın. adam erkeklerde çok eşliliği; erkeklerin neslin devam etmesi için sürekli dölleme isteğine ve bir yandan aşkı da; türün devamında mükemmel genlerin aktarılması adına ideal kişiyi bulma dürtüsü ile bağdaştırmıştı. orta yaş bunalımı bile neslin devam etmesi üzerine oluşan bir kaygı haliymiş. evrimsel sürecin türün devamını istemesi şahsen bana oldukça mantıklı geliyor.
hesabın var mı? giriş yap