*

  • batının kendi kendini tüketmesi ve de uzak doğunun ekonomik bir güç olarak yükselmesinin sonucudur. cin, her acidan amerikanin karsisinda dikilir bir hale gelmis, japonlar dünya üzerindeki yerlerini sağlamlaştırmıştır. bu durum en son olimpiyatlarda da kendini göstermiştir: daha önce isimlerini çok da önemsemediğimiz çinliler her alanda sivrilmisler, japonlar da onlari biraz geriden takip etmistir. sinemaya baktığımızda, son dönem uzak doğu etkili senaryoların, yönetmenlerin daha bir göze battıklarını, hollywooddakilerin kendilerini budizme verdiklerini fark ederiz. fütüristik filmlere hiç dikkat ettiniz mi bilmiyorum, ancak bu filmlerin bir çoğunda, bilim adamlarını japonlar, sokaktaki adamı ise çinliler olarak betimlerler. manga kültürü kendini popüler öğelerde gösterir olmuş, yeni kliplerin altyapılarını oluşturmuş, rap klipleri "asian chick", kılıç, mistizm aromalı bir hal almışlardır. her popüler kültürde olduğu gibi, doğu kültürünün de bir lokomotife ithiyacı vardır. örneğin amerikan kültüründe bu lokomotif, zenginlik, bolca kadın, mal mülk vaad eden "amerikan rüyası"ndan başkası değildir. bireyler yaptıklarıyla kazanır, "celebrity" haline gelirler. peki uzak doğu kültürünün lokomotifi nedir? şöyle bir baktığımızda, doğudaki başarılarda bireylerin göze batmadıklarını, hatta isimlerinin dahi hatırlanmadığını görürüz. batıda bilim adamları, filozoflar, sporcular markalaşırken, doğuda anonim, ekip içindeki eleman halini alırlar. bunun nedeni de elbetteki kapitalizm ile sosyalizm arasındaki büyük farktan kaynaklanır(her ne kadar japonya sosyalizm ile alakalı olmasa da, büyük bir topluluk izlenimi veren bireylerden oluştuğu izlenimi verir, kişiler birbirlerine karşı sorumluluk taşırlar).

    peki, bunların sonucu olarak, sadede gelirsek uzak doğunun sunduğu lokomotif nedir?
    bunu mtv de gösterilen, şu anda ismini hatırlayamayacağım bir kliple açıklamak mümkün. klipte yüzlerce jimnastikçi çocuk, aynı anda hareket edip, büyük bir harmoni içerisinde çok zor hareketleri gerçekleştiriyorlardı. bu bir ahenk hissi verse de, bu kadar çok sayıda insan olması, bireyselliğin yok olması, bu kadar büyük bir bütünün bir diğerinden farkı olmayan parçalarından biri olmak hissiyatı verdiğinden, bir açıdan korkutucu bir görüntüydü. doğu kültürünün lokomotifi de, bu hissiyattan başka birşey değildir. her kültürün, dünya tarihinde bir dönem zamanı gelir. romalıların, arapların, sonrasında osmanlının, sırasıyla avrupanın, amerikanın zamanlarının geldiği gibi, eli kulağındaki egemen kültür uzak doğu kültürüdür.

    seneler sonra gelen edit: klip faithless ın klibiymiş
  • özellikle sinema, tiyatro, geleneksel sanatlar gibi kültür ve sanat alanları için tam isabet kaydeden tespit.

    ee nasıl olmasın, geleneğine sahip çıkarak evrensele ulaşmanın formüllerini yakalamışlar ve tarihlerine, değerlerine küfretmiyorlar.

    bu da;
    bitmiş, inandırıcılığını yitirmiş batı kültürünün
    etkisinin azalmasına yolaçıyor
    ve uzakdoğu'nun keşfedilmeyi bekleyen,
    heyecan verici ve henüz "kirletilmemiş" kültürüne merakı ve ilgiyi arttırıyor, gitigide baskın hale geliyor, alternatif ihtiyacı olarak.
  • bugüne kadar öğrenmiş olduğum tarihi algılayışıma göre: abd eşitlik, adalet, özgürlük gibi idealler etrafında kuruldu. liberal düşünceyi savunan, sınıflar arasında önceden tanımlanmış sınırların olmadığı, bireyselciliğin ön planda olduğu, ırsatların herkese açık olduğu, "meritocracy" olarak tabir edilen, bireyin topluma katkısı kadar ödüllendirildiği, katkısı olmayanın da aç kaldığı (bu açıdan "vahşi" olarak da isimlendirilen) rekabetçi bir kültür yarattı. o zamanlar abd'nin rakibi olan avrupa'nın kendini aşmakta zorlanan yapısı rekabetin gerisinde kalmasına yol açtı ve 1. dünya savaşı, 2. dünya savaşı ve sscb'nin dağılması ile şekillenen ve bugüne kadar gelen paylaşım savaşında abd öne geçti.

    abd kültürü çok eleştirildi:
    ingiliz asillerine karşılık görgüsüz kovboylar vardı. ancak filmin güzeli ikisine de gönül verebildiğine göre ikisinin de dünyada yeri vardı.
    kovboylar, “siz” demeyi bilmiyor, herkese “sen” diye hitap ediyorlardı. insanların kusurlarını ve zayıflıklarını yüzlerine kolayca vuran kaba insanlardı.
    abd'liler giyinmeyi bilmiyorlardı. tişört denen atlet gibi birşey ve altına kot pantolon giyip dolaşıyorlardı sokaklarda. oysa avrupalı şıklığa önem verirdi.
    abd'liler cahildi. abd dışındaki coğrafya ve kültürleri bilmiyorlardı. ayrıca bizim liselerimizdeki matematik eğitimi onlardan üstündü. bizim lisede öğrendiklerimizi onlar üniversitede öğreniyorlardı.
    dilimizi bozuyorlardı. her yerde yabancı dilde tabelalar beliriyordu.

    bu özelliklerin hepsinin ortak bir yönü vardı: pragmatik olmaları.
    yetiştirilen bireye gereğinden fazla eğitim vermenin ek maliyetinden kaçınıyorlardı. ayrıca herkes istediği gibi giyinebilir ve konuşabilirdi; beğenmeyenler başka işle ilgilenebilirler değil mi? kim kime karışabilir ki?
    ortadoğu coğrafyası da nasıl olsa gerek olursa birkaç günde öğrenilir.
    verimsiz olan hiçbirşeyin sistemde yeri yoktur.

    abd, bir anlamda pragmatizmin ve liberalizmin zaferi oldu. pragmatik ve liberal olan kazanmıştı ve görünene göre kazanmaya devam edecekti.
    (belki gene bu nedenle dünya finans piyasalarında ve hava kirliliğini kontrol altına almak için hayal edilen regülasyonlar içbir zaman uygulanamayacak)

    böylece, çok çalışanın kazandığı, çalışmayanın kaybettiği bir sosyal model gezegenimize iyice yerleşti.

    abd'yi zamanında kazandıran bu pragmatik/liberal kültürdü. ama boynuz kulağı geçiyor. çin, daha liberal ve daha pragmatik. abd'yi, abd yapan kültürde abd’den daha iyi performans gösteriyor.
    abd'nin avrupa'lı kökeninden getirdiği ve "ekonomik verimsizlik yaratabilecek" bazı "ahlaki" değerler de çin kültüründe elenmiş durumda.
    aç kalınca köpek beyni yeniyor. genç ve eğitimsiz kızlar seks sektöründe çalışarak hayatlarını sürdürüyorlar.
    orada da çalışmayan aç kalıyor. çalışıp kazananın satın alabileceklerinin ise sınırı yok.
    çalışanlar, emir komuta zinciri içinde en verimli şekilde kullanılmaya çalışılıyor.
    muhtaç durumdaki kişiler, "ben vergisini ödeyen bir vatandaşım", "insan olarak haklarım..." demiyor. önce çalışıp para kazanması gerekli. öne geçmeyi başarırsa, özgürlüğü satın alabiliyor.

    şimdi çin çok zengin. dünyada aç kalacak milletler olacaksa, çinliler en ön sırada olmayacaklar. ama yunanistan'da, kuzeydoğudaki komşularımızda ve yarışı kaybetmiş diğer ülkelerde açlık tehlikesi var. tehlikenin nedeni ekonomik kriz, bankerler vb şeklinde tanımlanırsa, temel neden saklanmış olur diye düşünüyorum. dünyadaki eğitimsiz iş gücüne dayalı rekabette uzakdoğu kazandı, para biriktirdi ve yarışta geride kalanlar onlara borçlandı. geride kalanlar sosyal politikalarını çin ile rekabet edecek şekilde değiştirmedikçe bu yarışta geride kalmaya devam edecekler.
    avrupalı, çalışmayan vatandaşını işsizlik sigortası ile, abd, kendi vatandaşını güçlü doların alım gücü ile şımartırken, çin, kimseyi şımartmadan ve çok çalıştırarak zenginleşti. imf ile anlaşan ülkeler de 90'larda kurlarını yüksek tutarak rekabetin gerisinde kaldılar.
    bu hikayeyi hepimiz biliyoruz: "ağustos böceği ve karınca" masalında bu senaryo yazıyor.

    aklıma gelecekle ilgili şu sorular geliyor:
    - çin'e olan borçlar nasıl ödenecek?
    - kot ve tişört küçümsenmişti. şimdi bu malları üreten markalara çok paralar ödeniyor. çin'den hangi "yoz"'luklar dünyaya yayılacak?
    - geleneksel değerler, bir şekilde abd kültürünün rekabetçiliğine uymuştu. uzakdoğu kültürü dünyayı liberalleştirirken, hangi coğrafyalarda hangi değerler değişecek?
    - insanlar, ailelelerinden aldıkları ve belki de sırf bu yüzden savunup yaşattıkları değerlerin liberalleşip değişmesine hazırlar mı? hazır olmayanları ne bekliyor?
hesabın var mı? giriş yap