13207 entry daha
  • abd'de duruşma tutanakları

    abd'de duruşmalarda hem stenograf tarafından anlık olarak duruşma tutanağı yazılır hem de elektronik ses kaydı yapılır. madem sesli kayıt var neden ayrıca stenografla yazılı tutanak tutuluyor sorusu akla gelebilir. bunun başlıca sebebi duruşmadaki beyanlardan birine duruşma devam ederken bakmak icap edebilir. örneğin avukatlardan biri "tanık a şöyle demişti", diğer avukat ise "öyle dememişti" derse anlık tutulan yazılı tutanağa bakılır çünkü elektronik ses kayıtlarının yazıya dökümü birkaç gün sonra yapılmaktadır.

    stenograf yargıcın güdümünde değildir, bağımsız bir şekilde duruşmada konuşan herkesin beyanını yazar. hakimin "şunu yaz bunu yazma" veya "şunu özetle" deme yetkisi yoktur. stenograflar klavye değil daha hızlı yazım için icat edilmiş ekte resmi bulunan steno cihazlarını kullanırlar ve bu sayede dakikada 300 kelimeyi rahatlıkla yazabilirler ki bu da saniyede 5 kelimeye denk geliyor. zaten federal mahkemelerde stenograf yani duruşma tutanağı yazan bir katip olabilmeniz için 1 dakikada 275 kelimeyi %97 doğrulukta yazmanız gerekiyor. türkiye'de ise katip olabilmek için klavye ile 1 dakikada 30 kelime yazmak yetiyor.

    görsel
  • 6 yıldır yeme içme sektörünün içinde yer alan biri olarak nisan ortası itibarı ile resesyona girdiğini rahatlıkla söyleyebilirim. teknik olarak istatistiksel olarak zaten girmişti fakat pratikte bunun yansıması biraz gecikmişti.
    seksten bile vazgeçebilecek ama dışarda yemekten vazgeçmeyecek abd halkı resmen dışardan yemek söyleyemez hale gelmiş durumda. restorantların cirosu yüzde 50 azaldı paket servis 4te 1e düştü.

    önümüzdeki haftalarda çok büyük 2 bankanın geri ödenmeyen kredi ve kredi kartı borcu yüzünden zora düşeceği konuşulmakta. firmalar asgari ücret verip sömüreceği elemanları bile işe almayı bırakmış durumda
  • tiktok yasagi ile abd devleti 2. kez kendi kapitalistlerini kurtarmak icin goze parmak sokar gibi mudahale edip ozel yasa cikarmak zorunda kalmis devlettir.

    aslinda bu yasa ile abd kendi kapitalistlerinin ve sirketlerinin cin sirketleri ile rekabet edemedigi abd acisindan daha utanc vericisi bilisim alaninda rekabette geriye dustugunun en net kaniti.

    tabi abd lobicilerinin en onde bayrak sallayanlarindan it sektorunu 2. kez kurtarmak icin devlet kaba kuvvetini kullanmadan cekinmemis.
    sadece abd serbest piyasaciligi(!) ve liberalligi direkt mala cokmek yerine zorla malin satilmasini sart kosmus. sasirttimi sasirtmadi.
    kendi sirketleri guclu zamanda dunyaya serbest ticaret mavralari sikan abd devleti zora girince mal ulusallastirmaya calismasi gunumuzun gercegi....

    ilki apple huawei karsisinda zora girince huaweinin network sistemleri kurup ulusal guvenligi zora soktugu palavrasi idi. apple huawei tarafindan zorlanana kadar boyle bir problem yoktu.
    simdi de benzer sekilde abd sosyal medya sirketlerini tik tok zora sokunca guvenlik(!) problemleri hasil oldu ve mala zorla cokuldu.

    tabi yine liboslar sessiz.... aynen devam... onlar icin mala cokmek venezuealada vs kaynaklari millilestirince problem aynisinin seker kapli versiyonu abdde cikinca aaa ama ya o guvenlik....

    abd etki alani disinda kalan ulkeler 1 dolarlik ingiliz anahtari uretip binlerce dolarlik cip ve hizmet alirken serbest ticaret ve liberalizm harika idi hatta imf ve dunya bankasi ile zorlanmali idi!
    simdi abd sirketleri zora girince ulusal guvenlik. senelerce liberalizm ve serbest ticaret palavrasi sikanlar tukurdukleri kabi yalamalari ve rekabette basarisiz olmalarinin adina da ulusal osuruklarimizi kesiyorlar demeleri bugunlerde beni oldukca mutlu ediyor.
  • burda yaşıyorsanız bilmeden yanlışlıkla zenci mahallesine girmezseniz. nasıl ki istanbulda istanbulluların asla yolunun düşmeyeceği mahalleler varsa burada da aynı şekilde. şehirlerin güneylerine çok çok özel bir işiniz yoksa gitmezsiniz. herkes ekonomik ve sosyolojik anlamda denkleriyle aynı mahallelerde yaşar. çok güzel şehirler - mahalleler, çok kibar ve güler yüzlü insanlar var bu yüzden türkler sadece para için burada yaşamıyor ayrıca severek yaşıyorlar.
  • yani üşenerek uzun uzun yazmayayım demiştim ama yazmak gerekiyormuş belli ki.

    konuyu tamamen 1st amendment etrafında değerlendirmeye çalışmak, ifade özgürlüğünü sadece devlete ve devlet kurumlarına karşı olan eylemler için tanımlamak zırvanın dik alası. bu mantıkla bakacak olursan herhangi özel eğitim kurumu ben bundan sonra siyahilerin okulumda ders vermesini istemiyorum diyerek bunu yasaklayabilir ve devletin de buna karışma hakkı olmaz. ne kadar saçma değil mi? ayrımcılıkla ilgili tonla yasaya aykırıdır ve dava açılabilir. eğer ifade özgürlüğünü sağlamış bir ülkeyseniz suç unsuru teşkil etmeyen söylemleriniz nedeniyle işinizden olmanız da size dava yolunu açmalıdır; böylelikle devlet sizin ifade özgürlüğünüzü korumuş olur.

    sonraki kısma geçelim;
    "3- jodi dean
    kendi bloğunda paylaştığı bir yazı nedeniyle üniversitedeki işine son verilmiş. işine son veren devlet mi? hayır. ders verdiği ve soruşturma sonlanana kadar işine son veren hobart and william smith colleges özel bir kurum mu? evet. 1sta bağlayıcılığı var mı? hayır."

    burada verilen örnek, kişinin blogunda paylaştığı bir metin nedeniyle işinden olmasını 1st amendment'a dahil değil diyerek savunmaya çalışmak; çamura yatmak.

    işin özü tam olarak burada aslında:
    "ortada olan yasanın ifade özgürlüğünü sadece devlete karşı koruyup özel şirketlere ve özel kurumlara karşı korumadığı gerçeğini kabullenmemek"

    evet, bu yasa mantıklı bir yasa değil ve sırf abd başkanının anasına sövebiliyorsunuz diye bir ülkede ifade özgürlüğü uçuyor kaçıyor diyemezsiniz. anlatmaya çalıştığım kısım tam olarak bu. bunu eleştirmekten kaçtığınız için de sizi eleştiriyorum. umarım bu sefer daha net oturmuştur bazı şeyler yerine.
  • harvard üniversitesi'nde amerikan tarihi profesörü ve the new yorker'da kadrolu yazar olan jill lepore, amerika'nın geçmişine yeni bakış açıları sunan çok sayıda eser kaleme almıştır. jill lepore'nin türkçeye çevrilmiş bir kitabının linkini buraya bırakıyorum: https://amzn.eu/d/4grxmeq

    foreign affairs'in mart/nisan 2019 sayısında yayınlanan “a new americanism” başlıklı milliyetçilik üzerine makalesi ilgilimi çekti. bu yazı ile abd'de milliyetçiliğin tarihsel köklerini ve evrimini araştırmakla birlikte, aynı zamanda günümüzün siyasi ortamına etkilerini de incelemeye çalıştım.

    lepore'un argümanı, milliyetçilik kavramının amerika'nın kendini algılayışını ve politika yapımını nasıl şekillendirdiğinin eleştirel bir incelemesi etrafında toplanıyor. siyasi ve sosyal gerilimlerin milliyetçi duygulardan giderek daha fazla etkilendiği bir dönemde, lepore'un görüşleri önemlidir. bu makale bizi modern dünyada amerikalı olmanın ne anlama geldiğini yeniden düşünmeye zorluyor ve geleneksel olarak ulusun kimliğinin temeli olarak benimsenen anlatıların yeniden değerlendirilmesini istiyor.

    bu yazımda, lepore'un makalesinin ayrıntılı bir özetini, iddialarının tarihsel doğruluğunu irdelemesini ve bunların güncel olaylarla ilgisini tartışmaya çalıştım. bu yaklaşım ile amerika birleşik devletleri'nde tarih ve günümüz milliyetçiliği arasındaki karmaşık etkileşim hakkında daha derin bir anlayış sağlamayı amaçlamaktayım.

    1. “yeni bir amerikancılık” özeti

    jill lepore'un “yeni bir amerikanizm” adlı makalesi, amerikan milliyetçiliğinin kökenlerini ve yüzyıllar boyunca geçirdiği dönüşümleri izleyerek bu karmaşık alanı yeniden ele alıyor. lepore, carl degler ve francis fukuyama gibi tarihçi ve siyaset bilimcilerin milliyetçiliğin değişen tanımı ve etkisiyle nasıl boğuştuklarını vurgulayarak, milliyetçiliğin modern tarihteki yerine ilişkin akademik tartışmayı hatırlatarak başlıyor. lepore'a göre, akademik odağın milliyetçilikten daha geniş veya daha parçalı tarihsel konulara kayması, milliyetçiliğin genellikle karanlık geçmişinden duyulan daha geniş bir toplumsal rahatsızlığı yansıttığını söylemektedir.

    lepore, ulus-devlet kavramının, farklı grupları ortak bir anlatı altında birleştirme ihtiyacından doğduğunu vurguluyor. bu durumun, ortak bir ulusal hikaye fikrinin kolektif bir kimlik inşasında hayati önem taşıdığı amerika birleşik devletleri için özellikle geçerli olduğunu savunuyor. lepore'un belirttiği gibi, tarihsel olarak bu anlatı, federal gücün pekiştirilmesinden dışlayıcı ve hatta baskıcı politikaların meşrulaştırılmasına kadar hem birleştirici hem de bölücü amaçlar için kullanılmıştır.

    lepore, makale boyunca amerikan milliyetçiliğinin doğasında var olan ironi ve çelişkileri titizlikle özetliyor. kurucu babaların bir birlik vizyonunu teşvik etmelerine rağmen, ulusun gerçek dokusunun homojen olmaktan çok uzak olduğuna dikkat çekiyor. lepore'a göre bu eşitsizlik, idealize edilmiş amerika vizyonu ile çeşitlilik arz eden nüfusun gerçekleri arasında süregelen gerilimlere yol açmıştır.

    lepore'un makalesinin önemli bir kısmı, tarihçilerin ulusal anlatıları terk etmelerinin, milliyetçiliğin daha agresif ve popülist biçimlerinin yükselişiyle nasıl aynı zamana denk geldiğini tartışmaya ayrılmıştır. tarihçi meslektaşlarını, alanı ulusun hikayesini daha dar ve genellikle daha yabancı düşmanı amaçlar doğrultusunda şekillendirmek isteyenlere bıraktıkları için eleştiriyor. lepore'a göre, tutarlı bir ulusal hikayenin düşüşü, amerikan tarihinin bölücü ve basitleştirilmiş versiyonlarını savunan figürler tarafından çok kolay bir şekilde doldurulan bir boşluk bıraktı yönündedir.

    lepore, kapsayıcı ve tüm amerikalıların karmaşık geçmişlerini yansıtan bir ulusal anlatı ile yeniden ilgilenilmesi çağrısında bulunuyor. ülkenin çok yönlü geçmişini kucaklayan ve bunu daha kapsayıcı bir gelecek için bir temel olarak kullanan “yeni bir amerikancılığı” savunuyor. bunun sadece amerikan cumhuriyetinin sağlığı için değil, aynı zamanda küresel sahnede geçerliliğini sürdürmesi için de gerekli olduğunu savunuyor.

    2. tarihsel doğruluk analizi

    jill lepore'un “yeni bir amerikanizm” adlı kitabında amerikan milliyetçiliğini tasvir edişi, amerika birleşik devletleri'nin kuruluşundan günümüz meselelerine kadar uzanan derin bir tarihsel bağlama dayanmaktadır. lepore'un tarihsel iddialarının doğruluğunu değerlendirmek için, argümanlarını diğer yetkili kaynaklar ve akademik perspektiflerle yan yana koymalıyız.

    a. amerika'da milliyetçiliğin evrimi:
    lepore, amerika'da milliyetçiliğin birleştirici bir güçten bölücü bir güce doğru önemli bir dönüşüm geçirdiğini savunmaktadır. bu bakış açısı, “amerikan devriminin radikalizmi (the radicalism of the american revolution)” adlı kitabında yeni bir amerikan kimliği duygusunu besleyen monarşiden demokrasiye devrimci geçişi tartışan gordon s. wood gibi tarihçilerin görüşleriyle de örtüşmektedir. wood'un analizi, başlangıçta amerikan milliyetçiliğini şekillendiren devrimci ideallerin altını çizerek lepore'un görüşünü tamamlamakta ve lepore'un amerikan milliyetçiliğinin ilk aşamalarına ilişkin yorumunun hem doğru hem de yerleşik tarih bilimine dayandığını göstermektedir.

    b. tarihçilerin ulusal anlatıların şekillendirilmesindeki rolü:
    lepore, modern tarihçileri geniş ulusal anlatıları terk ettikleri için eleştirmekte ve bunun da daha aşırı görüşlerin yaygınlaşmasına izin verdiğine inanmaktadır. bu eleştiri eric foner'in “tarihin sahibi kim? (who owns history?)” adlı kitabında yankı bulmaktadır. foner burada tarihçilerin toplumda değişen rolünü tartışmakta ve ulusal tarihle ilgili kamusal tartışmalardan uzak durmalarının halkın geçmişi anlaması üzerinde zararlı etkileri olduğunu savunmaktadır. foner'in düşünceleri, lepore'un endişelerine haklılık kazandırmakta ve bazı tarihçiler arasında ulusal anlatılardan uzaklaşmanın gerçekten de istenmeyen sonuçları olabileceğine dair bir fikir birliği olduğunu vurgulamaktadır.

    c. amerikan milliyetçiliğinin çelişkileri:
    lepore, amerikan milliyetçiliğinin doğasında var olan çelişkilere, özellikle de özgürlük idealleri ile dışlama ve eşitsizlik uygulamaları arasındaki gerilime işaret etmektedir. bu iddia, ıbram x. kendi'nin “stamped from the beginning” (en baştan damgalanmış) adlı kapsamlı çalışmasıyla güçlü bir şekilde desteklenmektedir. kendi, ülkenin eşitliğe olan bağlılığına rağmen amerikan politikalarının temelini oluşturan ırkçı fikirlerin detaylı bir analizini sunmaktadır. kendi'nin araştırması, lepore'un amerikan milliyetçiliğinin çelişkili doğası hakkındaki iddialarını doğrulamakta ve tarihsel analizinin hem incelikli hem de iyi desteklenmiş olduğunu göstermektedir.

    d. ulusal mitlerin tehlikesi:
    ulusal mitlerin hem birleştirici hem de yıkıcı olabileceği fikri lepore'un argümanının merkezinde yer almaktadır. benedict anderson'ın “hayali cemaatler (ımagined communities)” kavramı burada özellikle önemlidir, çünkü anderson ulusların hem birliğe ilham verebilen hem de dışlamayı haklı çıkarabilen ortak anlatılar aracılığıyla nasıl inşa edildiğini araştırmaktadır. anderson'ın teorileri, lepore'un abd'de ulusal mitlerin nasıl manipüle edildiğine dair eleştirisini destekleyen ve argümanının tarihsel doğruluğunu güçlendiren teorik bir çerçeve sunmaktadır.

    e. yeni bir milliyetçilik ihtiyacı:
    lepore'un kapsayıcı ve ülkenin çeşitliliğini yansıtan “yeni bir amerikancılık” çağrısı, özetlediği sorunlara yenilikçi bir çözümdür. bu bakış açısı, “kusurlu birlik (the ımperfect union)” adlı kitabında amerikan anlatısının daha farklı sesleri ve bakış açılarını içerecek şekilde sürekli olarak yeniden değerlendirilmesini savunan annette gordon-reed gibi tarihçilerin son dönemdeki çalışmalarıyla örtüşmektedir. gordon-reed'in çalışması, lepore'un önerisinin yalnızca tarihsel olarak temellendirilmiş değil, aynı zamanda ileriye dönük olduğunu ve tarih biliminde giderek artan bir eğilimi yakaladığını göstermektedir.

    özetlersek, jill lepore'un “yeni bir amerikancılık” kitabındaki tarihsel iddiaları, geniş bir tarihsel araştırma yelpazesi tarafından iyi bir şekilde desteklenmekte olduğunu görmekteyiz. lepore'un analizi, yerleşik tarihsel gerçekleri çağdaş teorik anlayışlarla başarılı bir şekilde bütünleştirerek eleştiri ve önerileri için sağlam bir temel oluşturuyor.

    3. güncel olaylarla ilgisi

    jill lepore'un “yeni bir amerikancılık” kitabında ele aldığı amerikan milliyetçiliğine dair görüşleri sadece akademik bir düşünce değil; abd'nin ve dünyanın karşı karşıya olduğu birçok güncel meseleye doğrudan hitap ediyor. lepore, tarihsel anlatıları günümüz olaylarıyla ilişkilendirerek, milliyetçiliğin dünya genelinde çeşitli biçimlerde yeniden canlanmasını açıklamaya yardımcı olan bir çerçeve sunmaktadır.

    a. popülizm ve milliyetçilik:
    son yıllarda, iktidarı elde etmek ve sürdürmek için milliyetçi duyguları kullanan popülist liderlerde önemli bir artış görülmüştür. bu olgu, donald trump dönemindeki abd, recep tayyip erdoğan yönetimindeki türkiye, viktor orbán yönetimindeki macaristan ve jair bolsonaro yönetimindeki brezilya gibi ülkelerin siyasi manzaralarında açıkça görülmektedir. lepore'un makalesi, bu tür liderlerin genellikle ulusal tarihin belirli yönlerini yüceltirken diğerlerini ihmal eden ya da kötüleyen nostaljik bir versiyonunu hazırlayarak başarılı olduklarını anlamamıza yardımcı oluyor. örneğin, “amerika'yı yeniden büyük yap (make america great again)” sloganı, lepore'un milliyetçiliğin birleştirici olmaktan ziyade bölücü bir güç olarak kullanılmasına yönelik eleştirisini yineleyerek, amerika'nın geçmişinin seçici bir yorumuna derinlemesine dayanmaktadır.

    b. göçmenlik ve ulusal kimlik:
    göçle ilgili tartışmalar sıklıkla ulusal kimlik ve yeni gelenlerin 'geleneksel' değerlere karşı oluşturduğu algılanan tehdit etrafında şekillenmektedir. lepore'un 'içeridekileri' ve 'dışarıdakileri' tanımlamak için milliyetçiliğin tarihsel kullanımı hakkındaki tartışması, duvarlar inşa etmek ve belirli ülkelerden gelen yolcuları yasaklamak hakkındaki güncel tartışmaları anlamak için çok önemlidir. lepore'un yeni ve kapsayıcı bir amerikancılık çağrısı, ulusal anlatıların yeniden gözden geçirilmesi ve revize edilmesinin daha insancıl ve rasyonel göç politikalarına yol açabileceğini öne sürerek burada özellikle önemlidir.

    c. ırksal gerilimler ve tarihsel hafıza:
    black lives matter hareketi ve abd'deki konfederasyon anıtlarına ilişkin tartışmalar, amerika'nın ırksal tarihiyle ilgili süregelen mücadelelerin altını çizmektedir. lepore, tarihsel anlatıların çoğu zaman ırksal hiyerarşileri desteklemek için manipüle edildiğine dikkat çekiyor. makalesi, sistemik ırkçılığı ele almak ve daha eşitlikçi bir topluma doğru ilerlemek için gerekli olan bu anlatılarla yüzleşmenin öneminin altını çiziyor. bu, onun tüm amerikalıları içeren, ulusu şekillendiren çeşitli ve çoğu zaman acı verici hikayeleri tanıyan bir tarih savunusuyla uyumludur.

    d. ulusal kimlikte eğitimin rolü:
    eğitim sistemleri, ulusal tarihin nasıl öğretildiği ve anlaşıldığının şekillendirilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. eleştirel ırk teorisi'nin (critical race theory) abd'deki okul müfredatlarına dahil edilmesiyle ilgili tartışmalar, ulusal kimlik ve eğitim ortamlarında teşvik edilen anlatılarla ilgili daha geniş endişeleri yansıtmaktadır. lepore'un tarihçilerin sorumluluklarına yaptığı vurgu, eğitimcilerin de gençlerin ülkelerinin tarihini ve bu tarih içindeki yerlerini nasıl anlayacaklarını şekillendirmede kritik bir role sahip olduğunu göstermektedir.

    e. küreselleşme milliyetçiliğe karşı:
    küresel birbirine bağlılık ile ulusal egemenlik arasındaki gerilim, günümüz jeopolitiğinin önemli bir yönüdür. lepore'un analizi, bazı halkların neden yerel endüstrilere, kültürlere ve kimliklere tehdit olarak algılanan küreselleşme güçlerine bir tepki olarak milliyetçiliğe geri çekildiğini açıklamaya yardımcı olmaktadır. türkiye buna güzel bir örnek olduğunu düşünüyorum. lepore'un çalışması bizi, hem ulusal özellikleri hem de küresel sorumlulukları tanıyan anlatıları savunarak, küreselleşmiş bir dünyada milliyetçiliğe dengeli bir bakış açısının nasıl olabileceğini düşünmeye davet ediyor.

    lepore'un “yeni bir amerikancılık” başlıklı makalesi, mevcut küresel ve ulusal meselelerin karmaşıklığını görebileceğimiz ve daha iyi anlayabileceğimiz bir mercek işlevi görüyor. lepore, amerikan ulusal anlatılarının yeniden gözden geçirilmesini ve yeniden inşa edilmesini savunarak, yalnızca tarihsel yanlışlıkları ele almakla kalmıyor, aynı zamanda günümüz dünyasında milliyetçiliğin bölücü etkileriyle başa çıkmak için ileriye dönük bir yol sunuyor.

    4. sonuç

    jill lepore'un “yeni bir amerikancılık” başlıklı makalesi bizi amerikan milliyetçiliği anlayışımızı şekillendiren anlatıları eleştirel bir gözle incelemeye davet ediyor. lepore, tarihsel ve güncel meseleleri keskin bir şekilde inceleyerek, ulusal hikayelerimizi yeniden gözden geçirmenin ve revize etmenin önemi konusunda ikna edici bir argüman sunuyor. bu yazımda tartıştığım gibi, böyle bir çabanın etkisi akademik çevrelerin çok ötesine ve toplumun dokusuna kadar uzanmaktadır.

    önemli noktaların özetlenmesi:

    -tarihsel kökler ve dönüşümler: lepore, amerikan milliyetçiliğinin evriminin izini sürerek onun birleştirme ve bölme kapasitesinin altını çiziyor. lepore'un tarihsel doğruluğu diğer akademisyenler tarafından da destekleniyor ve milliyetçiliğin ikili doğası hakkındaki argümanını güçlendiriyor.

    -tarihçilerin rolü: lepore, modern tarihçileri geniş ulusal anlatıları terk ederek tarihin daha aşırılık yanlısı veya basitleştirilmiş versiyonlarının kamusal söyleme hakim olmasına izin verdikleri için eleştirmektedir. tarihçilere ulusal anlatılarla yeniden ilgilenmeleri için yaptığı çağrı, kamusal anlayışa yönelik bir sorumluluk çağrısıdır.

    -çağdaş alaka düzeyi: makalenin güncel olaylarla ilgisi yadsınamaz. popülist milliyetçiliğin yükselişinden süregelen ırksal gerilimlere ve göç tartışmalarına kadar, lepore'un görüşleri günümüzün başlıca sorunlarının temellerini ve sonuçlarını aydınlatmaya yardımcı oluyor.

    -eğitimsel çıkarımlar: ulusal kimliğin şekillenmesinde eğitimin rolü çok önemlidir. lepore, tarihin nasıl öğretildiğinin toplumsal uyumu ve ulusal kimliğin kapsayıcılığını etkileyebileceğini ima etmektedir.

    daha kapsayıcı ve doğru bir ulusal tarihin benimsenmesinin toplum üzerinde dönüştürücü etkileri olabilir. amerikan tarihindeki karmaşıklıkları ve çelişkileri kabul ederek, daha incelikli bir kimlik ve aidiyet anlayışını teşvik edebiliriz. bu yaklaşım, dışlama veya aşırı basitleştirmeye başvurmadan çeşitliliğe saygı duyan ve birlik duygusunu destekleyen kolektif bir kimliği teşvik eder.

    böyle bir tarihsel perspektif aynı zamanda bireyleri, geçmişi ve geçmişin günümüz koşulları üzerindeki etkisini daha iyi anlayarak demokratik sürece daha fazla katılmaları için güçlendirebilir. ulusun farklı deneyimlerini ve isteklerini daha iyi yansıtan politikalara yol açarak daha sağlıklı bir demokrasiyi teşvik edebilir.

    dahası, kapsamlı ve kapsayıcı bir tarihsel anlatı, sistemik eşitsizliklerin ele alınması için bir temel oluşturabilir. geçmişle ilgili rahatsız edici gerçeklerle yüzleşerek, ulus gerçek bir uzlaşma ve uzun süredir devam eden adaletsizliklerin giderilmesi için çalışabilir.

    ileriye bakmak:
    lepore'un da belirttiği gibi, halkının gerçek çeşitliliğini yansıtan yeni bir amerikancılık yaratma görevi sadece akademik bir egzersiz değil, toplumsal bir zorunluluktur. tarihimizle eleştirel ve yapıcı bir şekilde ilgilenmeyi seçtiğimiz takdirde, milliyetçiliği bölmek yerine güçlendirecek şekilde yeniden tanımlama potansiyeli elimizin altındadır.

    nihayetinde, daha kapsayıcı ve doğru bir ulusal tarihe doğru yolculuk devam etmektedir. tarihçilerin, eğitimcilerin, politika yapıcıların ve halkın amerikalı olmanın ne anlama geldiğini sürekli olarak yeniden değerlendirme ve yeniden tanımlanması gerektirmektedir. bunu yaparken sadece geçmişimizin karmaşıklığını onurlandırmakla kalmıyor, aynı zamanda daha eşitlikçi ve birleşik bir gelecek için zemin hazırlanması gerektiği vurgulanıyor.

    jill lepore'un “yeni bir amerikancılık” adlı makalesinin bu analizi, milliyetçilik ve kimlik anlayışımızı şekillendirmede tarihsel anlatıların gücünü ve önemini göstermektedir. ilerlerken, bu anlatıların mümkün olduğunca kapsayıcı ve doğru olmasını sağlamak, bizi daha anlayışlı ve adil bir topluma doğru yönlendirmek hepimizin ortak sorumluluğu olduğu düşüncesindeyim.

    jill lepore'nin yazısı ve metin içerisinde bahsettiğim kitapların linklerini buraya bırakıyorum:

    https://www.foreignaffairs.com/…onalism-jill-lepore

    https://amzn.eu/d/3kqm7qg

    https://amzn.eu/d/ba3zuac

    https://amzn.eu/d/1sfmdpb

    https://amzn.eu/d/fk7d13f

    https://www.amazon.com.tr/…-hardcover/dp/0735224358
  • abd'de ifade özgürlüğü dendi mi akla ilk gelen şey 1st amendment iken, dolayısıyla konunun kendisi tam olarak 1st amendment iken, supreme court ifade özgürlüğü davalarına bakarken 1st amendment'a göre değerlendirip bir sonuca varırken, bugüne kadar emsal teşkil eden ifade özgürlüğü davalarında hep 1st amendment'a atıf yapılmışken; sırf size mantıksız geldiği için konuyu onun etrafında değerlendirmeyeceğiz de sizin kafanızda oluşturduğunuz ve size mantıklı gelen o şey neyse ona göre mi değerlendireceğiz? lol. o zaman kalkak hep birlikte size yeni james madison diyek!

    1791'den beri yürürlükte olan yasa, çok açık bir şekilde bireyin ifade özgürlüğünü sadece devlet ve devlet kurumları tarafından yapılan ihlallere karşı korurum diyor. sanılanın aksine biz değil, yasa koyucular yasayı böyle tanımlamışlar ve o günden bugüne de dediğini yaparak bireylerin ifade özgürlüğünü sadece devlet ve onun kurumlarına karşı koruyor.
    bunu saçma, akla mantığa aykırı bulabilirsiniz, değişmeli diyebilirsiniz, özel şirket ve kurumlara karşı da korumalı ya da koruyan yeni bir yasa çıkarılmalı diyebilirsiniz.
    ama sırf size mantıksız geliyor diye, sırf işinize gelmiyor diye, özel şirket ve kurumları koruma altında tutmuyor diye kabul etmeyip, yasaya göre korumalı olmayan ifade ve eylemler sırf sizin kafanızda oluşturduğunuz ihlale uyuyor diye yasaya uyumlandırmaya çalışamaz, dahası bunu bize ittirmeye çalışamazsınız. asıl çamura yatmak budur.

    ya da kabul etmeyin ya! kafanızda kurduğunuz şeyi burda sayfalarca gerçekmiş gibi anlatın, 1sta'ye göre ihlal olmayan ama size göre ihlal olan durumları da gerçekten ihlalmiş gibi anlatın. çünkü siz hangi hikayeyi anlatırsanız anlatın, supreme court'un kararları değişmeyecek ve 1st amendment bireyin ifade özgürlüğünü sadece devlete ve devlet kurumlarına karşı koruyan bir yasa olmaya devam edecek. ve verdiğiniz, diğerlerinin verdiği örnekler de 1sta'e göre ihlal sayılmadığından tarihin tozlu sayfalarına gömülecek, siz burada yazdığınızla kalacaksınız.

    haklı çıkmak adına sapla samanı karıştıyorsunuz, farkında değilsiniz. verdiğiniz "özel okullar siyahilerin okulumda ders vermesini istemiyorum diyerek bunu yasaklayabilir" örneğinin 1st amendment ile alakası yok çünkü ortada bir ifade/eylem yok. ortada ırkından ve/veya renginden dolayı işe alınmayacağı söylenen biri/birileri var. civil rights act title 5 ve emsal supreme court kararları, federal devletten ödenek alan hiçbir özel okul (hatta ödenek almıyorsa bile section 1981 nedeniyle), kabullerde ve/veya işe alımlarda veya başka herhangi bir konuda ırk, renk veya ulusal kökene dayalı ayrımcılık yapamaz, yaparsa cezalandırılır diyor. bunun ihlalleri tabii ki var. ama konunun ifade özgürlüğü ile alakası yok.

    "burada verilen örnek, kişinin bloğunda paylaştığı bir metin nedeniyle işinden olmasını 1st amendment'a dahil değil diyerek savunmaya çalışmak; çamura yatmak."
    benim bir şeyi savunduğum yok. yasaya göre ihlal sayılmayan bir durum olduğunu söylüyorum ve haklıyım, yasaya göre bir ihlal yok. ama sizin kafanızda oluşturduğunuz yasa her neyse ona göre var. daha önce de söylediğim gibi, jodi dean ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini düşünüyorsa dava açabilirdi. takip ettiğim kadarıyla henüz açmamış. açarsa kaybedeceğini bildiğinden açmamıştır belki. ha?!
  • bir zamanların özgürlükler ülkesi, şimdilerde israil tarafından ele geçirilmiş ve tek dertleri yahudilerin çıkarları için avrupa'yı kontrolleri altında tutmak. tik tok'u yasaklamaları beni şaşırtmadı açıkçası insanların bbc ve ny times gibi hükümete bağlı siyonist medyalarını takip etmeyi bırakıp gündemi sosyal medyada'dan takip etmelerine izin veremezlerdi. musk'ın twitter'ı satın almasından bile son derece rahatsız olan sosyal demokratlar musk'a karşı threads diye bir sosyal medya platformu kurmuşlardı hatırlayacak olursanız. threads tutmayıp tarihe karışınca bu sefer musk'ı x'te reklam vermemek ile tehdit ettiler. musk bunun üzerine onu tehdit eden yahudi şirketlerine "gidin kendinizi becerin" demiştir.

    ülkenin bütün politikalarını demokrat maskesi altında siyonist elitler belirliyorken suriye, ukrayna ve tavyan'da ağır bir yenilgi alacaklarını görmek zor değil.
  • türkiye - abd hukuk muhakemesi karşılaştırması

    ülkemizdeki hukuk muhakemesi genel olarak şöyle işliyor :

    1. duruşma öncesi aşama
    dava dilekçesi, cevap dilekçesi, ikinci dilekçeler ve delil listesi sunulur. duruşma öncesi mahkemeler bazen delil toplar, ama genelde delil toplamaya yönelik ara kararlar ve müzekkereler duruşmaya bırakılır.

    2. duruşma aşaması
    deliller daha toplanmadan duruşmalar başlar, deliller toplanana kadar 2-3 duruşma daha yapılır, bilirkişi rapor alınır ve karar verilir.

    hukuk muhakememiz o kadar sığ ve kötü ki başka ülkelerle kıyasladığımızda özel hukuk yargılamamızın ne kadar işlevsiz ve çağdışı olduğu daha iyi görülecektir. karşılaştırma yapmak adına abd'de hukuk muhakemesinin nasıl işlediği konusunda biraz detay vereceğim.

    abd'de özel hukuk davaları duruşması öncesi "araştırma aşaması" ve "duruşma aşaması" olarak iki aşamalıdır. bizden farklı olarak duruşma öncesi araştırma aşaması, ceza muhakemesindeki soruşturma aşaması gibi kapsamlıdır. nasıl ki ceza muhakemesinde savcı ifadeleri alıp delilleri topladıktan sonra dava aşamasına geçiliyorsa özel hukuk muhakemesinin araştırma aşamasında da tüm beyanlar ve deliller toplanıyor, ardından duruşma aşamasına geçiliyor.

    bizde duruşma öncesi araştırma aşaması yok. dilekçeler teatisi tamamladıktan sonra deliller bile toplanmadan hemen duruşma açılıyor ve bir nevi kervan yolda düzülüyor. üstelik tarafların delil toplama yetkisi yok, herşey hakim eliyle yapılıyor. ancak abd'de araştırma aşaması çok sayıda muhakeme aracının olduğu kapsamlı ve teferruatlı bir aşama olup en az duruşma aşaması kadar önemlidir. bizim hmk'da mevcut olmayan bazı muhakeme kuralları ve araçları sayesinde duruşma öncesi aşamada maddi olayın detayları kapsamlı şekilde ortaya çıkartılıyor, hakimin müdahelesi olmadan taraflar aktif şekilde muhakamede görev alıyor ve tüm deliller duruşmadan önce toplanıyor ve dolayısıyla kervan düzüldükten sonra yola çıkılıyor.

    birincisi taraflar hem argümanlarını hem delillerini araştırma aşamasında açıklamak zorundadır aksi halde bunları sonradan duruşma aşamasında ileri süremezler. ikincisi bir iddiaya cevap vermemek bizdeki gibi inkar manasına gelmez, kabul manasına gelir. bu nedenle taraflar birbirlerinin iddialarına sırayla tek tek ve net yanıt vermek zorundadır. sırf bu basit kurallar bile maddi gerçeğin ortaya çıkmasında etkili oluyor.

    abd'de duruşma öncesi araştırma aşamasında taraflar mahkemenin dahli olmadan hem birbirlerinden hem üçüncü kişilerden delil toplayabiliyor. yani mahkemenin müzekkere yazmasına gerek olmaksızın taraflar birbirlerine ve üçüncü kişilere mahkeme eliyle resmi yazı gönderip delil toplayabiliyor. yani müzekkereyi taraflar yazıyor, mahkeme personeli gönderiyor.

    taraflar dilekçeler dışında araştırma aşamasında birbirlerine alt alta sıralanmış sorularını yazıp cevaplaması için karşı tarafa gönderiyor ve karşı taraf da bu sorulara tek tek yanıt veriyor

    daha duruşmalar başlamadan araştırma aşamasında hakimin dahli olmadan taraflar adliyede bir odada veya avukatların birisinin ofisinde bir araya gelip elektronik kayda alınan bir tanık dinleme toplantısı yapıp tanıklara sorular yöneltip cevaplarını alıyorlar ve bu beyanlar duruşmalar başlamadan dosyaya giriyor.

    tüm bu muhakeme araçlarından sonra ve henüz duruşma başlamadan önce ve yine hakimin katılımı olmadan taraflar zorunlu olarak bir toplantı yapıyorlar ve bu toplantıda karşılıklı argümanlarını, taleplerini ve sulh olma ihtimallerini konuşuyorlar.

    duruşma başlayana dek hakimin neredeyse hiçbir müdahalesi olmuyor

    bu kapsamlı araştırma aşamasında tüm deliller toplandığı için az çok davanın sonucu da öngörülebilir oluyor ve davaların %95'i hiç duruşma açılmadan bu duruşma öncesi aşamada sulhle sonuçlanıyor.

    1927 yılında kabul edilen humk'u 2000'li yılların başında değiştirme imkanı doğdu ancak görev verilen taslak komisyonu üyeleri 2005-2006 yıllarında taslak çalışmalarında sıfırdan modern bir muhakeme kanunu yazmak yerine eski kanunun dilini güncelleyip çoğu hükmünü hmk'ya aktarmayı tercih ettiler. şu anki hmk'nın dili güncellenmiş ve modernize edilmiştir ama içeriğinin çoğu 100 yıllık eski humk'tan gelmektedir ve bu nedenle kanun hükümleri güncellenmemiş ve sistem olarak 100 yıl öncesine aittir.

    bu arada belirteyim hmk 154(3)'te yer alan hukuk hakimine duruşmaya katılanları tutuklama yetkisi de humk madde 150'den geliyor. onu bile değiştirmeden aynen alıp hmk'ya koydular.
  • hala 1st amendment'ı üzerinden ifade özgürlüğü martavalı okunan ülke.

    yahu daha ne kadar basit söyleyebilirim? 1st amendment eşittir ifade özgürlüğü gibi bir şey yok. 1st amendment bunu kapsamıyorsa yeni yasa koyarsın, 1st'ün kapsamını genişletirsin yaparsın eğer ifade özgürlüğünün babası bende diyen bir ülkeysen. vatandaşını birbirinden de korumakla yükümlüsün. ormanın kralı benim, yeyin birbirinizi diyemezsin. verdiğim absürt örnek de bunun kapsamında yani anlamak bu denli zor olmasa gerek? iki özel kurum/kişi arasında olan olaya ben karışmam deme lüksüne sahip değil devlet yapısı. senin her türlü bireysel hakkını savunması gerekir. verdiğim absürt örneğin 1st ile alakasının olduğunu iddia ettiğim bir kısım yok, tartıştığım şey de tekrar tekrar yazdığım gibi 1st amendment değil, ifade özgürlüğü. zira bu ikisi aynı şeyler değil.

    1st amendment'ın sadece devlete ve devlet kurumlarına karşı ifade özgürlüğünü koruması bir ülkenin kendisini ifade özgürlüğünün yılmaz savunucusu imajı için yeterli değil. tekrar ediyorum 1st amendment ifade özgürlüğüyle eşanlamlı değil.

    türkiye'deki kötürüm demokrasiyle devlet gücü farklı sesleri bastırmak için kullanılıyor diye tüm dünyada bu şekilde ilerlemiyor. birini susturmanın onlarca yolu var ve ifade özgürlüğü üzerinde böylesi bir açık olması insanların seslerini duyurmasının önüne geçiyor, çıkıntı seslerin kesilmesini sağlıyor. putin'in intihar eden oligarkları onun elini temiz tutmuş olmuyor, özel sektörle bağlantılı bürokrat ve politikacılar kendi ajandalarına göre akademisyenleri ve düşünürleri işinden ettirince "hadi yaa, tüh, ama 1st amendment'a dahil değil" diyerek işin içinden sıyrılamamalı. tekrar yazayım mı? ifade özgürlüğü, birleşik devletler'in 1st amendment'ı ile aynı şey değil. amerikan başkanına küfredebiliyor olmanız ifade özgürlüğü ihlallerini yok saymanızı gerektirmiyor.
59 entry daha
hesabın var mı? giriş yap