• kolomb öncesinde amerika kıtasında hüküm süren medeniyetlerden biri.

    aztekler orta amerika'da yalnızlık çeken siyasi bir varlıktır. mayalar, ispanyol kaşifleri geldiğinde en şaşaalı dönemlerini yüzyıllarca önce yaşamış, ölü bir uygarlıktır. ispanyol conquistadorler ticaret ya da savaş vesilesiyle bile olsa doğrudan bir maya devletiyle karşılaşmamışlardır. mayaların yazı, mimari ve matematik yetkinliklerini o kültürün ardılı ve taşıyıcısı azteklerde keşfetmişlerdir. mayalar ve aztekler arasındaki haleflik seleflik ilişkisi, eski dünyadaki yunanistan ve roma imparatorluğu arasındaki ilişkiye benzer. nasıl ki milattan önce 50 yılında akdeniz havzasına düşen bir zaman yolcusu fiilen yunan ülkesi, yunan devleti veya ordusuyla karşılaşmaz. (yunanistan o çağda artık roma imparatorluğu'nun bir eyaleti durumuna düşmüştür) ama güçlü roma imparatorluğu'nun demokrasi anlayışında, felsefi ve bilimsel birikiminde, din ve mitolojisinde yunan kültürünün bir yansımasını buluyorsak; azteklerin yazılarından takvimine, tanrılarından mimarilerine kadar birçok kültürel varlığında da maya medeniyetinin mirasını görmek mümkündür.

    azteklerin kuzey komşuları ise bizon sürülerinin peşinde koşan avcı toplayıcı göçebelerdir. ne askeri bir tehdit oluşturabilirler ne de diplomatik / ticari bir akran olabilirler. azteklerden daha büyük bir coğrafyayı doğrudan yöneten ve çok karmaşık bir devlet sistemine sahip olan bir başka amerika uygarlığı inkalar ise uzaktadır. aztek ülkesinin başkenti tenochtitlan'dan inka imparatotluğu'nun kalbi cusco'ya gidebilmek için kuzeyden güneye geçit vermeyen yağmur ormanları, dağlar, vadiler, çöller de dahil yaklaşık 7-8 bin kilometre yol gitmek gerekirdi. tarih boyunca hiçbir aztekli hiçbir inkaya rastgelmemiş olabilir. aztekler için tanışlık açısından bir avrupalı ile bir inka arasında pek fark yoktur.

    aztekler savaşçı ve işgalci bir topluluktur. her ne kadar, amerika keşfedildiği günlerde, muazzam büyüklükleri ile avrupalı fatihleri şaşkınlığa sevk eden, tenochtitlan (bugünkü mexico city) gibi şehirleri kendileri kurmuş olsalar da, topraklarının çoğunu 1492 den birkaç yüzyıl önce yerel kabileleri yenerek fetih yoluyla ele geçirmişlerdir. ve uygarlıklarını, büyük gördükleri geçmişin toltek, maya ve hatta bilge olmek kültürünün üzerine inşa etmişlerdir. aztek toplumunu asker millet olması ve yeni kültürel kodlara uyum yeteneği bakımından, bir nevi yeni dünyanın türkleri sayabiliriz. türklerin de fethettikleri toprakların kültürel değerlerini benimsemek konusunda tarih boyunca hiç sorunu olmamıştır. şehirleri yağmalayıp, geçip giden moğolların aksine ele geçirdikleri ülkelerde kalıcı olan türkler, yerel halkla karışmayı bilmiş, köktengricilik'i bir kenara bırakıp, budizm'den manicilik'e, musevilik'ten hıristiyanlık'a, oradan islam'a kadar her dine girmiştir. 12 hayvanlı, hicri, celali, miladi gibi birçok takvimi ve runik, arap, kiril, latin gibi birçok alfabeyi kullanmıştır.

    sonuç olarak aztek devleti beyaz adam gelene kadar, kuzey ve orta amerika'nın çevre halkları arasında siyasi ve askeri bakımdan bir süper güçtür. amerika'daki kolomb öncesi diğer kültürler arasında -inkalar hariç- hiçbiri gelişkin bir devlet teşkilatına, büyük şehirlere sahip değildi.

    15. yüzyılda paris üç beş bin nüfuslu, çamurlu bir köyken aztek kralı montezuma'nın başkentinde, 200.000 den fazla insanın ikamet ettiği nakledilir, ispanyol fatihler tarafından. o zamana kadarki insanlık tarihinde, bu ölçekteki bir nüfusu her gün beslemek ve barınma, giyinme, eğitim, ulaşım ve bunun gibi ihtiyaçları karşılayabilmek için gereken lojistik olgunluk çok az şehre nasip olmuştur. eski dünyanın yarısına hükmeden roma, samuray feodalizminin en verimli çağında, nüfus yoğunluklarıyla meşhur japon şehirlerinden edo (bugünkü tokyo), hem roma hem bizans hem de osmanlı ımparatorluğu'na başkentlik yapmış istanbul.

    ispanyol fatihlerin anılarına bakılırsa tenochtitlan şehri, bugün artık büyük oranda kurumuş olan texcoco gölünün ortasında, birbirine asma köprülerle bağlı ev ve pazarların arasından geçen kanallar ve bu kanallarda yüzen gondollarla, venedik'ten farksız bir şehirdi. üzerinde tarım yapılan yüzen adaları vardı. çoğu kimse hollandalıların setler kurarak, denizden kurtardıkları toprakları ekim alanına kazandırdıklarını ve su seviyesinin altında tarım yaptıklarını duymuştur. azteklerin su üzerinde tarım yaptıkları ise daha az bilinir.

    aztekler sabanı, pulluğu bilmeyen bir kültür olmalarına rağmen gayet büyük miktarlarda ve çeşitte tarım yapabilmişlerdir. ayrıca muhtemelen pastoralist dönemi yaşamadan avcı-toplayıcılıktan tarım toplumuna geçmişler; besi, yük ya da binek amaçlı hayvan evcilleştirmemişlerdir. amerika kıtası kolomb öncesinde eski dünyaya göre büyük memeli hayvan populasyonu açısından oldukça fakirdir. ispanyol kaşifler avrupa'dan getirdikleri atlarının üstünde bir anda karşılarında bittiklerinde yerliler onları dört ayaklı, uzun boylu tek bir canlı zannetmişlerdir.

    ortadoğu ve avrupa için buğday ve arpa başta olmak üzere tahıl, uzak doğu için pirinç neyse aztekler için de mısır bitkisi odur. yani temel besin maddesi. ekimi ve hasadı tahıla görece daha kolaydır. aslında kolay olması da bir şanstır. yoksa aztek medeniyetinden bahsediyor olamazdık. asya, kuzey afrika ve avrupa demek olan eski dünyadaki bütün toplumların bildiği üç şeye, aztekler hiçbir zaman sahip olmamışlardır. saban, evcil hayvan ve tekerlek. hatta aztekler olmasaydı, tekerleğin icadını her uygarlığın geçirmesi gereken determinist bir teknolojik aşama olarak görmek mümkündü. lakin, 60 metre yüksekliğinde tapınaklar yapabilen mimari ustası bir ulus, saniyelik kesinlikle günümüzde kullandığımız güneş takvimini hesaplayabilen matematik dehası bir halk, gel gör tekerlek yapamamakta ve teknolojinin evrimine ilişkin kuramları çöpe attırmaktadır. saban olmadan tarım, tekerlek ve evcil hayvan olmadan mega inşaatlar yapabilen bu kültürle ilgili daha da ilginç olan şey ise, mezoamerika uzmanı arkeologların aztek kalıntılarını incelerken; çocuklar için yapılmış oyun aparatlarının arasında tekerlekli oyuncaklara denk gelmeleridir. yani tekerlek teknolojisini bilmiyor değil kullanmıyorlarmış. muhtemelen yük ve binek hayvanına sahip olmamakla ilgili bir tandans. bu entri konusundan taşmadan şunu da söyleyelim. yeni dünyanın güneyindeki, azteklerin görkemde dengi sayılan inkalar ise yazıyı da bilmiyorlardı. bugün hala gizemi tam olarak çözülememiş, bir sopanın üzerine çeşitli renklerde ipler bağlayıp, çeşitli noktalarından düğüm attıkları bir yöntemle koskoca bir imparatorluğun kayıtlarını tutuyorlardı. yazıyı bilmeden, üç türkiye yüzölçümü kadar bir toprağı nasıl kontrol edebildiler, idari ve bürokratik sorunlarla nasıl başa çıkabildiler? bu da tarihin en ilginç konularından biridir.

    azteklere dönersek, dinleri ve dinsel ritüelleri ise bambaşka bir orijinallik ve aynı zamanda maalesef vahşet örneğidir. dünyanın diğer coğrafyalarındaki katı ve şiddet içeren uygulamara sahip dini pratikler, aztek tapımıyla karşılaştırınca anaokul çocuklarının oyun havuzu eğlenceleri gibi kalır. ilk ispanyol öncüler aztek şehrine girdiklerinde yapıların azametinden ve şehrin büyüklüğünden huşuya kapıldıkları gibi, gördükleri başka bir manzaradan da dehşete düşmüşlerdi. azteklerin, hernan cortes gibi gözünü budaktan sakınmayan sert mizaçlı fatihlerin bile midesinin kaldıramadığı tuhaf bir ayinleri vardı: insan kurban etmek. hem de belirli dini festival dönemlerinde bir ya da iki insanın canına kastetmeden bahsetmiyoruz. bundan çok öte düzeyde sistematikleşmiş, kalabalık sayılarla ve sıklıkla tekrarlanan ayinler söz konusu.

    amerika'ya ilk ayak basan hıristiyan rahiplerinden bertal diaz ve olmedo'nun anılarına bakılırsa azteklerdeki dinsel kana susamışlık herhangi bir dönemde, dünyanın herhangi bir yerinde bu yönde yapılmış tüm şiddet olayalarından fazladır. cortes'in ekibi ile aztek başkentine giren ilk beyaz adamlardan olan rahip diaz, kral montezuma'dan teocalli tapınağını içine bakmak içi izin ister. montezuma'nın hiç bir şeye itiraz edecek gücü yoktur çünkü atları, tüfekleri, çelikten kılıç ve zırhlarıyla tanrı gibi görünen bu sakallı beyaz adamların oldukça tehlikeli olduğunu anlamıştır. misafirlerinin elinde rehin pozisyonuna düşmüş bu kral, cortes'in emrindeki bir subay gibi ne derse yapar olmuştur. diaz tapınağa girince önce koku dikkatini çekmiş, sonra içeri getirttiği ışıkla gördüğü şey ömrü boyunca unutamayacağı bir etki bırakmıştır. on metrelerce yükseklikteki devasa piramit tapınağın tüm iç yüzeyi insan kanıyla boyanmıştır. içeride insan kellelerinden bir dağ vardır. cortes askerlerinden bir kaçına emir vermiş; 136.000 kadar kurukafayı saydırabilmiştir. bazı tahminlere göre aztek başkentinde, sadece bir günde binlerce insanın kurban edildiği ayinler vuku bulmuştur. imparatorluğun kalbine daimi kurban kanı pompalayacak sürekliliği sağlayabilmek için, özelleşmiş bir askeri düzenleri vardır. aztek kültürü korkunç alışkanları ne boyutta olursa olsun ispanyol conquistadorlerinin altın sevdasından ileri gelen vandallıkları sırasında boynu vurulmuş bir kültürdür. yavaş yavaş ölmemiştir. içten zayıflamamıştır. roma, bizans, osmanlı ve benzeri imparatorluklar gibi gelişip, duraklayıp, gerileyerek çökmemiştir. kendisinden askeri ve teknolojik alanda belki de beş yüzyıl ileride, acımasız işgalcilerce, gelişmesinin en görkemli döneminde öldürülmüş bir kültürdür.

    yönetim biçimleri şehir devletleri federasyonudur. aztek imparatorluğu denmesinin sebebi kuzey ve orta amerika'daki görece zayıf topluluklar üstünde siyasi nüfuz sahibi bir teşekkül olmasıdır. ispanya ya da ingiltere gibi sömürge imparatorluğu veyahut rusya ya da çin gibi kıta imparatorluğu karakteristiği taşımaz. illa ki eski dünya imparatorlukları ile paralellik kurmamız gerekiyorsa, antik mezopotamya ya da mısır'daki site devletleri federasyonlarına benzetebiliriz.

    kırım'da giray hanları, romanya'da voyvodalar, hicaz'da emirler, cezayir'de dayılar ve mısır'da hidivler gibi otonom vassaların idari süreçleri belirlediği, anadolu ve balkanlar dışında sultanın yetkisinin gevşek ve göstermelik olduğu osmanlı imparatorluğuna da bazı açılardan benzetilebilir. birincisi avrupa aristokrasinin aksine, şaşılacak kadar küçük bir yönetici sınıfla idare olunan osmanlı imparatorluğu gibi aztek yönetici elitleri de çok dar bir çevreden ibarettir. ikincisi aztek monarkları tıpkı osmanlı padişahları gibi dini kurumların üzerindedir ve ruhban sınıfını gerektiği gibi regüle etmekte mahirdir. osmanlı'da ulema sınıfı avrupa'daki kilise yahut iran sathındaki mollalar gibi hiçbir zaman siyaseti dengeleyebilecek bir ağırlık merkezi olamamıştır. en başta dini müesseselerin bağımsızlığı yoktur. en yüksek dini makamlar olan kazaskerlik ve şeyhülislamlık bile devleti ali'nin bir memuriyetinden öte değildir. ki bu özel hal osmanlı'dan önce, bizans döneminde de böyle süre gelmiştir. roma patriği (papa) batı roma imparatorlarına kan kustururken doğuda bizans imparatoru aynı zamanda pontifex maximus'tur. yani baş papaz. hiçbir dini otorite imparatorun iradesine rağmen bir kredo dayatamaz. ki osmanlı'dan sonra türkiye cumhuriyetinde de böyle devam etmiştir. diyanet işleri başkanlığı maaşlarını devletten alan memurlardan mürettep bir kurumdur özünde. iktidarın sac ayaklarından biri değildir. siyaset nasıl uygun görürse caiz, mekruh, helal, haram için o yönde fetva çıkar. bu topraklarda bazı strüktürler din, millet, dil farketmeksizin devamlılık gösteriyor demek ki. aztek imparatorlarının durumu da bizanslı ve osmanlı meslektaşlarının durumundan farklı değildir.

    tarihteki diğer bütün imparatorluklar gibi bir lokasyonda kurulup yavaş yavaş sınırlarını genişletmek yerine, şaşırtıcı şekilde en eski şehirleri sınır boylarında kurup imparatorluklarını içeri yani merkeze doğru genişleten, sonra da birden ortadan yok olan mayalar ya da 2 milyon km karelik bir coğrafyada her bir hanenin ihtiyaçlarının devletçe karşılandığı, marks'tan 500 yıl önce kusursuza yakın bir sosyalist devlet örgütleyen inkalar kadar olmasa da, aztekler de tarihleri ilginçliklerle yüklü bir halktır.
  • muhtesem yapilarin sahipleri. ve fakat bu goz kamastiran yapilarin meydana getirdigi sehirlerde her rituelde gunes icin ne kadar insan kurban edilip, kafasi vucudundan ayriliyorsa o kadar cok bereketin ve guzel yasamin gelecegi inancinda, sehri cepecevre saran arazilere atilmis bassiz cesetlerin kokulariyla sarilmis sehirlerin insanlari. 300 odali sarayinda yasayan krallari hicbir zaman baskalarinin yaninda yemek yemiyor, yemegini herzaman icin tek basina bir paravan ardinda yiyor ve gunu gelip hayati son buldugunda kendisine kan bagi olarak en yakin olan erkek akrabasi kralligi devraliyor ve bunu kralligin ordularini yoneten kurul onayliyor.

    her basa gecen yeni kral buyuk bir torenle buyuk piramite giderek jaguar pencesi ile, kulaklarini ve bacaklarini parcalayarak gunes tanrisi icin kendi kanini akitiyor. ve bu seremoniden hemen sonra gunes tanrisina kurban edilmek uzere yeni esirler edinmek icin hazirlaniyor ve ordusunu alarak tac giyme torenine layik olmak uzere savasa gidiyor. ahuitzol 20 000 esirle dondugunde adini efsanelestiriyor. ve bu 20 000 esir aztek rahiplerinin keskin bicagi altinda durup dinlenmeksizin piramitin tepesinde gunese kurban ediliyor, esir canliyken cikarilan kalbini gordukten sonra, rahip tarafindan kafasi kesiliyor ve bassiz vucudu assagi atiliyor ve kesilen her bas piramitte hazir bulunan ozel odalara dizilmis raflarin uzerine yerlestiriliyor....

    aztek rahipleri tanrilarina hizmette bulunmaktan mutlu, cani gonulden esirleri kurban ediyor. bazen, inanclari geregi bazi esirler gonullu olarak kurban edilmek istiyor. gonulluler bir yil savas tanrisini temsil etmis sayiliyor bu yuzden olumlerinden kisa bir sure once dort rahibe ile evlendiriliyor. olum ani yaklastiginda kendi rizasi ile kurban edilen tasin uzerine uzanan esir sanli ve kutsal olarak addediliyor. kutsal addelien kurbanin derilerini yuzen rahip, kurbanin derilerini kendi boynundan gecirerek 20 gun bu derileri cikarmiyor. ( kokuyu tahmin edebilmek bile guc geliyor insana)

    aztek rahipleri, yalnizca gunese kurban edilenlerin kalbini cikarmakla kalmiyor. onlarin diger onemli bir gorevi de, gokyuzunu incelemek, kompleks takvimlerini ayarlamak, gokyuzunde olusan onemli durumlari kaydetmek, yildizlari incelemek.
  • bu uygarlıkta yaygın bir insan kurban etme ritüeli vardı. yalnız bu kurbanlar savaşlarda esir düşen düşman askerlerinden oluşurdu. hatta bir ispanyol belgesinde 90 saat içinde 30 bin kişinin kurban edildiği yazmaktadır. kurban edilme yöntemi ise epeyce ilginçtir. merdivenli tapınağın üstünde bir kurban etme taşı bulunur. kurban edilecek kişinin bu taşa yatırılarak, keskin bir aletle gögsü ve gögüs kafesi kesilirek kalbi çıkarılırdı. kalp güneşe sunularak işlem sona erer ve kalbi alınan cesetse tapınak merdivenlerinden aşağı yuvarlanıp atılırdı. daha sonra cesetin kafası kesilir ve özel bir yerde sergilenirdi. ispanyol birlikleri bu yeni dünyaya ayak bastıklarında aztekler tarafından tanrılar gibi karşılanmış ve onların tanrı olduklarına inanılmıştı. oysa gerçek bundan çok farklıydı.

    keza ispanyolların tek amacı altındı ve onu elde edene kadar da kan akıtmaya kararlılardı. aztekler bu uzak diyarlardan gelen garip kişilerin tanrı olmadıklarını anladıklarındaysa bir savaşın içindelerdi zaten. ispanyol orduları beraberinde, asteklerin çok yabancı olduğu bir takım savaş araç gereçleri de getirmişlerdi. bunlardan en önemlileri de toplar ve silahlardı. ispanyol ordusunun fazla kalabalık olmadığı biliniyor. sayıları bin ila ikibin arasındaydı. her ne kadar ellerinde barut gibi devasa bir güç olsa da azteklerde de çok pratik ve etkili yerli üretimi silahlar mevcuttu. yani az sayıdaki ispanyolların 200.000 kişilik aztek ordusunu yenmesi pek mümkün gibi gözükmemekteydi. bunun için ispanyollar, azteklerin düşmanı olan pek çok yerli kabileyle ittifak gerçekleştirdiler. bu kabileler daha önce azteklere karşı savaşmış ama başarı sağlayamamış kabilelerden oluşuyordu. bu yabancıların beraberinde getirdiği silahlarında işe yarayacağını ve ilk kez aztek ordusunu yenip intikam alabileceklerini de düşünerek ispanyollarla ittifak kurmayı kabul etmişlerdi.

    nihayetinde 3 ay aralıksız olarak büyük bir savaş başladı. ama ispanyolların avrupadan yanlarında getirdiği tek şey savaş araç gereçleri değildi. bunun yanında avrupadan azteklerin yabancı olduğu savaş tekniklerini de beraberinde getirmişlerdi. bu tekniklerin en önemlisi de kuşkusuz düşmanın su ve gıda kaynağını kullanılamaz hale getirmek ve buralara ulaşımın engellenmesine yönelik bir savaş stratejisiydi. yerli kabileleri de kendi saflarına katan, barut, silah ve top kullanan, bunun yanında da çok etkili savaş teknikleri uygulayan ispanyollara karşı aztekler daha fazla dayanamadı ve ispanyol ordusu azteklerin başkenti tenochtitlan'ı 3 ay süren yoğun bir savaş sonrası ele geçirmeyi başardı. ortalıkta onbinlerce ceset vardı ve her yer kana boyanmıştı.

    ama tüm bunlara rağmen ispanyol ordusu düşlediği kadar altın elde edemedi. aztek kralının dünyaca ünlü hazinesinin ancak yarısı kadar bir ganimet elde edilmişti. hazinenin diğer yarısının nerde olduğu bugün bile hala bilinmemektedir.
  • azteklerin yıkılışında ispanyol conquistadorlarını ciddiye almamaları değil, askeri ekipman bakımından onlarla karşılaştırılamaz olmaları etkin olmuştur. azteklerin merkez ve güney mexikayı kapsayacak bir şekilde, geniş bir imparatorluk kurdukları zaman (15. ve 16. yüzyıllar) "eski dünyada", özellikle avrupada, ülkeler arası hem askeri hem de ticari etkileşim o kadar fazlaydı ki, bu ülkelerin sürekli olarak yine hem askeri hem de ticari alanda gelişimlerini bir gereklilik haline getiriyordu, diğerleri arasında yok olmamak için. eski dünyadaki (özellikle avrupa topraklarında) nüfus, yeni dünyaya göre çok çok fazlaydı, bu da etkileşimin fazla olması gerekliliğini, ve dolayısıyla da teknolojik gelişimin her alanda daha fazla olması gerekliliğini doğuruyordu. sonuç olarak ispanyollar ve aztekler ilk kez karşılaştıklarında (ki yanılmıyorsam aztekler ilk kez atların bir savaş unsuru olarak kullanıldığını da bu şekilde gördüler. bir çoğu atların üzerinde kendilerine doğru dört nala gelmekte olan ispanyol askerlerine şaşkınlıkla bakarken atların altında ezildi) ispanyollarda ateşli silahlar, vücudun neredeyse tamamını kaplayacak zırhlar, çelikten dövülmüş kılıç, mızrak vsler varken, azteklerde club adı verilen, ucuna keskin,sivri taşlar yerleştirilmiş sopalar vardı. daha kötüsü bunları öldürücü şekilde kullanmak için kafalarının tepesine kadar kaldırmaları ve bütün güçleriyle düşmanın kafasına indirmeleri gerekiyordu, ama rakip ispanyollar olunca club ı havaya kaldırıp indirinceye kadar aztekli, ispanyol onu muhtemelen mızrak manyağı yapıyordu. üstelik aztekli başarılı bir vuruş yapsa bile, ispanyol askerinin çelik zırhları vuruşu etkisizleştiriyordu. askeri hezimetin, bir avuç ispanyol askerinin binlerce aztecliyi tek kayıp vermeden yok etmesinin temel nedeni budur.

    ama asıl kıyım (resmen toplu katliam) ispanyolların eski dünyadan beraberlerinde getirdiği mikroplar olmuştur. yine aynı etkileşim mantığı burada da geçerlidir. avrupada yine azteclere görece olarak nüfus yoğunluğu çok daha fazla olduğundan mikrop kültürü ve bunlara bağışıklık kazanma, çok daha yoğun yaşanırken, nüfus yoğunluğu az olan meksikada (farklı toplumların, farklı coğrafi bölgelerden beraberinde taşıdığı mikroplar eski dünyada savaşla veya ticaretle tüm dünyayı gezerdi zamanla, ve bunlara karşı yine zamanla bağışıklık oluşurdu, fakat yeni dünyada, amerikada bu yoktu) bu özelliğe rastlayamayız. bunun sonucunda, azteclerin binlercesi, avrupalının getirdiği ama bağışıklığı da olduğu, mikroplarla, hastalıklarla ölmüştür.
  • oldukca fazla zikredilen bir arguman olarak, ispanyol'larin getirdigi viruslerin yok oluşlarının tek sebebi olduğu doğru değildir. daha cok bir saptirmadir.

    zira, aztekler sadece cortes tarafindan yok edilmemis, aslen cortes'in orgutledigi ve zaten bir firsat olsa da guc dengesi degisse ve biz sunlara saldirsak diye bekleyen aztekler'in rakipleri diger yerli halklari tarafindan yenilmislerdir.

    hatta, cortes bu ittifaki kurmazdan evvel tek basina tam bir dallamalik ornegi gostererek aztekler'e saldirma girisiminde bulunmus fakat aztekler tarafindan tuzaga dusurulerek yakalanmis, kurban edilmeye goturulur iken yardimcisinin olecegini bile bile aztek savascilarina saldirmasini firsat bilerek kacmis, canini zor kurtarmistir.

    viruslerin etkili bir faktor sayilmamasinin sebebi ise, bu viruslerin aztekler'i etkiledigi gibi, cortes'in muttefiki olan diger kizilderili halklari da etkilemesi dolayisi ile guc dengesini degistirmemesidir.
  • sanılanın aksine öyle iki dakkada 5-10 süvariyle ispanyollar tarafından göçertilmemiş medeniyet.

    cortes 600 civarı ispanyol ve 3 bin tlaxcala yerlisiyle başkente barışçıl bir şekilde giriyor önce. aztek imparatoru montezuma ona izzeti ikramda kusur etmiyor. altınsa altın, yemekse yemek hatta hristiyan sembollerini bile koymayı kabul ediyor. ama cortes montezuma'yı esir alıyor. bu sırada başka bir ispanyol, ordusuyla cortes'i tutuklamak için çıkageliyor. cortes küçük bir birliği aztek başkentinde bırakıp ani bir saldırı yapıyor ve kendisini tutuklamaya gelen orduyu yeniyor. dahası bu ordudakileri altın vaadiyle kendi ordusuna katıyor. aztek başkentine döndüğündeyse kelimenin tam anlamıyla boku yiyor. çünkü geride bıraktığı küçük birlik panikten ve korkudan dolayı aralarında önemli liderlerin de bulunduğu aztekleri öldürüyor. bunun üzerine sayıları 200 bini bulan aztekler ayaklanıyor. cortes son bir umut montezuma'yı kullanmaya çalışıyor ama olmuyor. siki tuttuklarını anlayan ispanyol ve tlaxcala yerlileri apar topar kaçmaya çalışıyor şehirden. ama aztekler ada şeklindeki şehrin tüm köprülerini yıktığından adeta kapana kısılıyorlar. ispanyollar ve tlaxcalalılar adeta katlediliyor. cortes canını zor kurtarıyor. sonrasında cortes, tlaxcalalılarla yeniden savaş hazırlığına başlıyor. yeniden aztek başkenti tenochticlan'ı kuşatıyor. avrupa taktikleri uyguluyor, su ve yiyecek kaynaklarını yok ediyor. ayrıca çiçek hastalığı yüzünden yüz binlerce yerli 6 ay içinde ölüyor. en sonunda şehir düşüyor. bundan sonraysa aztek kültürü yok ediliyor.
  • tekerlekli taşıt kullanmamalarının sebebi o coğrafyada araba çekecek zibidi lamalar dışında büyükbaş hayvan bulunmamasındandır. yoksa kazılarda birçok oyuncak araba bulunmuştur. haliyle at üstünde yaldır yaldır gelen adamları da görünce allah gibi korkmuşlardır.
  • ünlü tarihçi spengler’in dediği gibi; “bu öldürülen tek kültürdür. bu kültür içinden zayıflatılarak çökmedi, baskı altına girmedi ve önlenemedi; tersine geli$mesinin en görkemli döneminde öldürüldü.. tıpkı birinin rastgele vurup ba$ını kopardığı bir günebakan çiçeği gibi..”
  • chris harman'a göre eşit derecede vahşi, sömürücü, ve insan kurban eden (engizisyonu unutmayın) iki imparatorluğun karşı karşıya gelmesi sonucu mahvolmuşlardır. tek fark, birinin metal işlemeyi bilmesi ve atlarınin olması, diğerinin bunlardan yoksun olmasıdır.
  • en bilinen özellikleri insan kurban etmeleri olan bu arkadaşların, bilinmeyen bir tarafı varsa o da bu insanların sayısıdır.. tamam aztek tanrıları kan istiyorlardı.. hem de insan kanı.. ama bu elemanlarda fazla dindarmış.. son araştırmalarda 4 günde 20.000 kurban ritueli gerçekleştirdikleri ortaya çıkmış.. aztek nufusunu göz önüne alırsak psikopat bir sayı..

    din adamı değil kasap yetiştiriyolarmış mübarekler.. gerçi bu denyoların bir özelliğide idamları kafa uçurarak felan değil, kendi geliştirdikleri yöntemle atmakta olan kalbi yerinden sökerek gerçekleştirmeleridir..

    pek meşhur olan piramitlerinin ortak özelliği olan merdivenlerse sırf bu ritueli tamamlamak için dimdik yapılırmış.. çünkü kalbi sökülen kurban, merdivenlerden aşşağıya atılırmış ki, maksimum miktarda kan kaybetsin..

    bu sevgi dolu uygarlığın bir diğer idam yöntemi de hannibal lecter'ın bile kanını donduracak şekilde.. önce idam edilecek kurbanlar birbirine bağlanarak piramitin avlusundaki halkın içinden geçirilip, piramitin üstündeki parlak beyaz taşlarla örülü işkence odasına alınır, yeterince kan kaybedene kadar işkence yapılırmış.. daha sonra bu kanlar bir kaba koyulur, yüksek rahip burdan bir kadeh alıp piramidin efendisine sunarmış.. yarı ölü insanlarda kutsal bir yere götürülüp öldürülürmüş.. afferin diyoruz..

    son olarak piramit yapma ve tanrılara kurban verme işleri bu adamların günlük rutinini oluşturuyormuş..
hesabın var mı? giriş yap