hesabın var mı? giriş yap

  • zannediyorum oluşabilecek en talihsiz olay. üstelik dünya nüfusunda 6000000000/1 bir ihtimal klaas-jan huntelaar olmak. çok acayip. dünyada başka klaas-jan huntelaar yok. çok şanslısın klaas-jan huntelaar . keşke kankam olsan da zırt pırt klaas-jan huntelaar desem. gerçi kankam olsan hunti derdim. olsun.

  • duydum ki spotify'a gelmiş, o zaman eski köprünün altına geri gidelim. bir itirafla başlayayım. ben bir her şeyi yak dumancısıydım. duman'ın adını sanını bilmezken bir gün yatakhanede her şeyi yak'ın ilk notalarını duydum ve daha o anda vuruldum. o zamanlar yeni yeni "türkçe rock mı olurmuş lan" ruh halinden "aslında oluyormuş abi" haline geçiş yapıyordum. o şarkı öyle bir kazık çaktı ki önce piyasayı takip ettim, daha sonra erkin koraylara, cem karacalara giden yollar açılmıştı hem de sezen aksu'dan başlayarak türkçe pop tarihine bir giriş yapmıştım. tabii ki "her şeyi yak dumancısı" periyodu çok kısa sürdü çünkü koşa koşa belki alışman lazım kasedini alıp, duman'ı tamamen keşfettim. grubun daha önceden bir albümü olduğu öğrendiğimde ise hemen cd'sini bulup defalarca dinledim.

    duman'ı ikinci albümü ile tanıdıktan sonra eski köprünün altında'ya baktığımda beni şaşırtan ilk şeyin daha renkli tonlar içeren albüm kapağı olduğunu hatırlıyorum. tabii ki de bu bir tesadüf değil. albüm kapağındaki renklilik duman'ın albümüne de yansımış. mesela seni kendime sakladım çıktığında "çok güzel ama tıpkı bir önceki albüm gibi" demiştim. ama aynı cümleyi hiçbir zaman "eski köprünün altında"yı kullanarak kurmadım. bu albümdeki o farklı tınılar, küçük deneyler daha sonraki albümlerde olmadı. belki duman'ın şarkıları daha gelişti, daha iç acıtıcı oldu, daha vurucu oldu ama bu renklilik bu albüme özgü. bunu bir kere kabul edelim.

    renkliliğin nedeni duman'ın kendini bulmaya çalışıyor olması diyebiliriz. hatta bu renklilik albümün hem artısı hem eskisi. albüm bazen seni bir uçtan (dönek) bir uca (istanbul) fırlatıyor. bazı denemelerde çok iyi (hayatı yaşa), bazıları özgün değil (senin gibi), bazıları da basbaya garip (dağlar bağlar). duman'ın ikinci albümü ile aşinası olduğumuz anadolu etkili müzik, halktan gelen sözler, efektsiz saf rock'n'roll, politik dokunuşlar, aşk acısı bu albümde de var ama albümün farklı farklı bölgelerine saçılmış. bir torbanın içinde konulup bir bütün olması için daha vakit olduğu bariz.

    ama müzisyenler enstrümanlarında o zamandan çok iyiler. kaan tangöze, bildiğimiz tanıdığımız vokal tarzını daha bu albümden bize sunuyor ama arada denemeler yapmayı da ihmal etmiyor. hatta daha sonraki albümlerde zaman zaman abarttığı şarkı söyleme stilini burada oldukça tadında kullanmış. her kelimesi anlaşılıyor. batuhan mutlugil'den köprüaltı ve hayatı yaşa'nın introları dışında çok da akılda kalıcı bir rif duymasak da gitaristin genel olarak performansı çok iyi. ari barokas bence bu albümde çok öne çıkmasa da kendisinin sağlam bas yürüyüşlerine dikkat vermek lazım. alen konakloğlu da görevini layıkıyla yerine getirmiş.

    albümün en büyük hiti olan köprüaltı ile açılışı yapıyoruz. başta da dediğim gibi şarkının ilk kıtasındaki enerji ve pozitiflik bundan sonraki hiçbir albümde olmayan bir seviyede. hatta ilk kıtada her mısradan sonra duyduğumuz gitar melodileri sanki üflemeli çalgılarla çalınmış gibi. o dönem duman ile aynı müzik şirketinde olan athena'dan duysak şaşırmayacağımız bir tarz. nakarattan önceki "denizler aştım geliyorum" diye başlayan kısımda ise aşina olduğumuz bir kaan tangöze performansı dinliyoruz. nakarat ise bir duman klasiği. konserlerde, evde, sokakta, her yerde bağıra bağıra söylenecek bir nakarat. benim değil ama kemancıya yetişen bir üst jenerasyonum için nostaljik anlamı ile daha bile etkileyici hale geliyordur elbette.

    bebek kıtaları ve nakaratı arasındaki uçurum ile dikkat çeken bir eser. kıtalarda yavaş yavaş çekilen bir ok gibi bas gitar ve davul ikilisi bizi geriyor. buna palm muted çalınan gitar katkıda bulunuyor. kaan tangöze de "dudakları ıslak ıslak öpmek gerek" diyerek iyiden iyiye gerginliği arttırırken, nakaratta yaydan fırlamış ok gibi bir anda "gitmee yalvarırımmm" diyerek bahsi gelen bebeğin kölesi oluyoruz. nakaratın vokal bakımından klasik türk müziğinden oldukça etkilendiği oldukça açık. böyle iki farklı hissiyatı aynı şarkıda sırıtmadan bir araya getirebilmesi duman'ın başarısı.

    albümün üçüncü şarkısı hatun duman'ın bundan sonraki albümlerinde ne yapacağını en iyi hissettiren şarkı. özlemden ve sevgiden bahseden albümün ilk iki şarkıdan sonra konuyu değiştirip "hatun sıkıldı mı salacaksın anam" moduna giren şarkı tangoze'nin vokal tarzı olsun, gitarın çalınış tarzı olsun daha yerel motiflerle süslü. fikir olarak kötü bulmasam da nakarata kadar olan bölümü biraz yavan buluyorum. kanımca yapmak istedikleri bu tarzı sonraki albümlerinde daha iyi yapmışlar. lakin nakaratta kaan tangöze'nin sesine verdiği o kirletme ve altyapı olarak daha grunge bir hale dönmesi beni cidden çok etkiliyor. nakaratı yüzünden döne döne dinleyebileceğim bir eser. grup da bunun farkında ki nakaratı bir kaç kez tekrarlayarak güzel bir bitiriş yapmışlar.

    halimiz duman duman diskografisinin ilk ballad'ı oluyor. ilk kısmı eline gitarını almış bir ozanın yüreğinden dökülenler. o kadar aşktan, sevgiden bahsettikten sonra albümün daha genel konulara değinmesi çok iyi. unutmamalı ki duman, türk müziğinde aşktan bahsetmemeyi (hem de ender olarak çok iyi bir şekilde) beceren nadir gruplardan biri. bas ve davulunun da dahil olmasıyla açık açık "sevgi aşk, hepsi yalan" diyorlar (ama bir yandan da sevgiden bahsetmeden duramayan bir gruptan bahsettiğimizi unutmamak lazım). sonlara doğru gitarın ve davulunun yaptığı numaraları çok beğeniyorum. rakılık rock işte. arabeskle dirsek teması olsa da daha çok anadolu toprağından beslenen, rock altyapı ile güçlenen bir şarkı.

    dağlar bağlar "eh, meh" diyeceğimiz bir eser. "başlık parası konusuna komik bir şekilde değinmiş" desen komik değil. "sosyal mesaj veriyor" desen o da değil. anadoludan beslenmek güzel de koçları, kuzuları, tarlayı satmak gibi konulara böyle bir şeye girecek tipi hiç olmayan üç adamın değinmesinin numarası ne bilmiyorum. barış manço da böyle konulara değinirdi ama galatasaray'da, belçika'da okumuş o adamın bu tarzı, yaptığı anadolu rocktan, giydiği kıfayetlerden, söyleme şeklinden ötürü inandırıcı geliyordu. seattle görmüş, kemancıda takılan adamlar kurttan, kuzudan bahsettiğinde ise kimya tutmuyor. müzikal olarak da pek bir albenisi yok.

    hayatı yaşaya ise dil uzatanın dilini keserim. bir kere ne kadar güzel bir introdur o yüce tanrım (kıps). kıtalarda tangöze'nin sesine verilmiş ince efekt de hoş bir deney olmuş. peki o nakarat? o ne enerjik, ne kıpır kıpır bir nakarattır yarabbim (kıps). ikinci nakarattan sonra introyu biraz daha farklı düzenleyerek çalmaları da tatlı üstüne krema gibi. şarkının kendisi acayip güzel, lafım yok. ama değinmek istediğim şey bu şarkının sözleri. good old laik days. daha sonra dinci eleştirisi yapmak için bir duaya gönderme yapan duman bol bol tartışılmıştı. gel gelelim duman o dönem çok popüler olmadığı için açık açık "inanma, öbür dünya yok, yalanlara takılma, hayatı yaşa" diye şarkı soylemesi arada kaynadı. duman popülerleştikten sonra "ya bak zamanında neler demişler" diye bir linç girişimi de hatırlamıyorum. duman'ın dediklerine katılırsın, katılmazsın ama bu konulara girme cesaretine sahip olan üç-beş gruptan biri hep duman oldu.

    özdemir asaf'ın meşhur şiirinin adına konan yalnızlık paylaşılmaz albümün iyi şarkılarından. daha önce pek değinmedim ama ari barokas'ın kıtalarda yaptığı bas numaraları başarılı. nakarattaki tadında sertlik tangöze'nin seni kendinle yüzleştiren "hiç mi yalnız kalmadın?" sorusunu daha etkileyici kalmış. şarkının tonundaki delikanlı havayı tam kararında buluyorum. "inceden hatırlarım", "aman abi bulaşılmaz", "bu mesafe bizi bozar" gibi tabirler çok kolay bir şekilde klişe ya da yapmacık gibi görülebilecekken şarkının havası sayesinde cuk oturmuş.

    albümün en tartışılan şarkısı dönek olsa gerek. duman'ın bugüne kadar yaptığı en farklı şarkı. 90'ların parıltılı pop/rock gruplarından (misal the cardigans) birinin kaydettiği bir eser gibi. türkiye'de bir örneği olduğunu sanmıyorum. gitarda kullanılan efektler, şarkı söyleme tarzı vesaire çok farklı. takdir ediyorum. sözlerine de ayrı parantez açmalı. düz yazı gibi okuduğunda oldukça iyi. 80 sonrası apolitik/batıcı diye yaftalanan gençliğin "tamam bizi eleştirin de iyi/kötü bir çizgimiz var. siz ise döneksiniz" sözlerini çok önemli buluyorum. amaaa... çok kötü bir şarkı ya. bu parıltılı rock ile bu sözlerin doğrudan ya da ironik olarak hiçbir alakası yok. o gevşek şarkı söyleme tarzı degindikleri karaktere uyuyor belki ama dinlemesi çok zor.

    dönek'ten sonra 180 dönüp kısacık, neredeyse punk diyebileceğimiz istanbul'u dinliyoruz. canavar gibi şarkı. neredeyse herkesin istanbul'a karşı duyduğu sevgi/nefret ilişkisini çok iyi anlatıyor. içip içip bizi döven, bize söven, kanımızı emen bu şehre hangimiz hala büyük bir sevgi ile bağlı değiliz ki? şarkıdaki hızlı ve daha yavaş bölümlerin de istanbul'un bu gitgelli kafasını temsil ettiğini söyleyebiliriz. nokta atışı şarkı.

    albümün kapanışını yapan senin gibi, duman gibi ama değil de gibi bir şarkı. sakin sakin ilerlemesi güzel. şarkıda bahsedilen "ilahi aşk"a da uymuş. duman gibi olmayan kısmı ise nakaratı. kaan tangöze'nin "seninleee", "hep böyleee", "senin gibiiii" tonlamaları o dönemlerde kendini duyuran yeni nesil türk rock gruplarından çok farklı değil. hatta şarkıyı hiç bilmesem ve nakaratı duysam "acaba bu şarkıyı harun tekin ya da gökhan özoğuz mu söylüyor?" derdim. sadece vokal değil, gitar solosu, davulunun çalınması, bas gitar, hepsi daha klişe bir alternatif rock grubu havasında. bu olumsuz bir eleştiri değil aslında. ama ara ara duman albümü gibi hissettirmeyen bu albüm, sanki bir konuk sanatçı ile sona ermiş gibi.

    bir ilk albüm olarak oldukça iyi bir eser. ilk denemede köprüaltı ve hayatı yaşa gibi iki şaheseri yapmak öyle her yiğidin harcı değil. halimiz duman ve yalnızlık paylaşılmaz gibi yürek delen eserleri ilk denemede yazabilmek de büyük iş. sallantıda olan şeyler de var elbet yukarıda belirttiğim gibi. ama şöyle düşünelim: eğer duman bu deneyleri yapmasaydı da belki alışman lazım gibi bir şaheseri deneylerle mahvetseydi daha mı iyi olurdu? olmazdı elbet. eski köprüaltına belki hiç gidemeyeceğim ama duman sağolsun orada kimseler görmeden buluşup, mehtaba karşı uzanmanın nasıl bir his olabileceği hakkında bir bilgim var.

    3,5/5 verdim gitti
    albümü en iyi anlatan şarkılar: köprüaltı, hatun, senin gibi

  • https://twitter.com/…tatus/1306163259976933376?s=20

    iyi parti genel başkan yardımcısı yavuz ağıralioğlu'nun, hepimizin içine oturan milyarlarca dolarlık telekom kazığı üzerinden yaptığı, sesli güldüren türkiye-yunanistan kıyaslaması.

    tam bir güler misin ağlar mısın saptaması. hem iktidar partisine hem yunanistan'a ayar veren iyi bir gönderme olmuş.

  • ifşa edilen kişi şikayet ettiği takdirde ifşa eden kişi kesinlikle ceza alacaktır. en kötü ihtimalle hükmün açıklanması geri bırakılır, 5 yıl boyunca diken üstünde durur. tadı kaçar. canı sıkılır. ne halt yediğini sorgular belki.

    yargıtay diyor ki bir kararında:

    "sanık ...'nin, mağdur ... tarafından twitter hesabına gönderilen mesajları, aynı sitede, belirsiz sayıdaki birden fazla kişinin okuyup, öğrenebileceği şekilde paylaşarak, kendisiyle yapılan haberleşmelerin içeriğini mağdurun rızası olmaksızın alenen ifşa etmesi ve yayımlaması biçiminde sübut bulan eyleminin, tck'nın 132/3. madde ve fıkrasında tanımlanan haberleşmenin gizliliğini ihlal suçunu oluşturduğuna dair yerel mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir."

    savunma olarak "beni taciz etti" dese bile bu savunmaya itibar edilmeyecektir.

    birincisi, ortada bir taciz yok. ikincisi, özel mesajları, fotoğrafı ifşa etmişsin. haklı olduğun düşünülse bile haksız duruma düşmüşsün. hak aramanın yolu bu değil ki. senin amacın bambaşka belli ki.

    umarım ifşalanan kişi şikayet eder de bu ilgi bekleyen kişi hak ettiği cezayı alır.

    edit: 2. görsele bakmamıştım. "hırbo" diyerek hakaret de etmiş. ceza bir miktar daha artar.

  • güven nedir sorusunu bana sorduran olay.

    böyle bir enty girmiş biriyim sikseler göndermem.

    (bkz: #50362852)

    neyse

    arkadaşım buna izin verdi adamın fırsatı yoktu kız ise ağlıyor tatil tatil diye.

    neyse kız teklif sundu kankimle gideyim o zaman başımda erkek olsun. iyi dedi oda perşembe sabahı arabayla yola çıktılar 800km. haftaya pazar dönecekler.

    adam hoşgörülü bir insan sevgilisine güveni tam izin verdi ama bana o kadar ters geldi ki bırak göndermeyi teklif bile etse baya arıza çıkartırdım sanırım.

    bana godoşluk gibi geldi ama hangi dereceden godoş bilemedim.

    tamam hoşgörülü olmak lazım ama bu biraz fazla. denize gidecekler dağa bayıra çıkacaklar otel ayarlamışlar ama macera olsun diye ilk 3 gün arabada sabahlayacaklarmış plan böyle. direk otele gitmek yok ilk 3 gün karavan tipi gezi yapacaklar 800 km yol 3 günde gidilecek. ibne 20km ortalama ile gider.

    ulan şimdi bunlar denize gidince birbirlerine güneş kremi sürmeyecekler mi lan ??????

    masonluk derecelerinin kalıbını kullanırsak

    örnek

    4.derece: gavat üstadı

    7.derece: gavat ve hakim

    9. derece: dokuzlar'ın seçilmiş gavatı

    13. derece: solomon krallığının gavatı

    14.derece: yüce üstad kutsal kubbe gavat seçilmişi

    19.derece: büyük pontif yüce gavat

    20.derece: düzenli locaların büyük saygıdeğer gavatı

    23.derece: gavat sandığı başkanı

    26.derece: iskoçyalı gavat

    27.derece: gavat tapınağının hakim amiri

    30.derece: beyaz siyah gavat şövalyesi

    32.derece: kutsal sır yüce gavat.

    şiir

    alagavat çocuktum, ufacıktım,
    top oynadım,acıktım.

    buldum yerde bir erik,
    kaptı bir alagavat.

    erik kaçtı kankasına,
    gavat bindi bir ak doğana.

    gavat, yolu şaşırdı,
    kaf dağından aşırdı.

    evet.

    tatilden döndüler ama kız oldukça mutsuzdu bizim salak yoktur birşeyi diyordu dün ortalık karışmış sabah haberim oldu.

    neyse salak sıkıştırıyor kızı dün kız hıçkıra hıçkıra ağlıyor ama birşey söyleyemiyor. kağıt kalem istiyor ve yazıyor.

    -bana dokunmasına izin verdim.

    herşeyin özeti olmuş zaten bu cümle.

    ne demek lan izin verdim vay amk.

  • http://m.t24.com.tr/…rkiyede-ilk-kez-goruldu,280428

    1874 yılından sonra ilk kez ülkemizde görülen kuş türü, uçan penguen.

    sulak alanların kuruması ve doğal kaynakların tahrip edilmesi kuşların anadolu'ya küsmelerine neden olmuştu.

    bir an önce yola koyulmalarinda fayda var bence. çünkü insanlarımız doğuştan avcılığa meraklı "kutuplardan uçan penguen mi ne gelmiş, gidah vurah..."diyebilirler.

  • 2004 yılındakilerden biri geldi aklıma.
    istatistik, ekonomi ve hayvani ingilizce terimler içeren çılgın bir sınav sonrası görüşmeye çağırmışlar. çok sonradan öğreniyorum ki o güne kadar o sınavda bana en yakın sonuç benim %30 altımda. benim bundan haberim yok tabi..

    iş yerinde arkadaşım da var, görüşme akabinde yemeğe çıkacağız beni bekliyor. kudurmuş adam beklerken.
    "hiç kimseyle yarım saatten fazla görüşmediler" deyince çüş dedim, 2 saat net sürdü benimkisi!
    konuştuğumuz şeyleri paylaşıyorum, aynı süreçten geçmiş arkadaşım yüzüme bakıyor aval aval.

    "oldu bu iş" diyor, "merak etme".

    bir hafta sonra haber geliyor. ben stres mülakatına girmişmişim meğer. hiç streslenmemişmişim, hiç hata yapmamışmışım!
    ahahahaha..
    gözüm bile seyirmemişmiş, bir gram terlememişim.

    iş zaten deli gibi stresli bir iş. olumlu bir cevap geldi sanıyorsun de mi sözlükçü?

    yok.
    yeterince istekli olsaymışım terlermişim, vay vay vay..

    dip not: alanında dünyada tek olan bu eşşekler battı krizle beraber

    son not: direkten dönmüşler, ben bir beddua daha patlayım :p

  • merhaba, söz verdiğim gibi bugün size microsoft internet explorer'in hikayesini anlatacağım. niye bu kadar kötü olduğunu ve kirli geçmişini öğreneceksiniz. (bundan sonra ie olarak anılacaktır) şimdi 1995'e dönüp, zamanın teknolojisine bakalım.

    windows 95, çıktığında büyük bir devrim yaratmıştı. yeni kullanıcı arayüzüyle de, teknik anlamdaki yenilikleriyle de (mesela 32-bit çağını başlatıyordu) ortalığı sallamıştı. kullanıcıların arayüze kadar seçim yapmasına izin veriyordu (95'i 3.1 arayüzüyle yükleyebilirdiniz!) 16-bit dos ve windows 3.1 yok olacaktı. o zaman apple batmaya doğru gidiyordu (mac os 8, kod adıyla copland çok gecikmişti), os/2 windows 95'in başarısından dolayı pazar savaşını artık kaybediyordu, linux falan daha olgunlaşma evresindeydi. novell netware, solaris gibi birkaç üst düzey işletim sistemi dışında microsoft'un elini kolunu sallaya sallaya tekel oluşturabileceği bir ortamdı.

    1995 yılında, internet hızının artışıyla (56k dial-up çıkmıştı, 2 yıla geniş bant çıkacaktı), bilginin ve bilgisayar kullanımının artışıyla insanlar bbs'lerden veya haber gruplarından (mesela compuserve) www teknolojisine geçiyordu. o zamanlar, 1994'te iyice ünlenen netscape navigator, en çok kullanılan tarayıcıydı. ücretsizdi, hızlıydı, sağlamdı. (ücretsiz yazılımların az olduğu bir dönem)

    bu durum tabii ki microsoft'un da dikkatini çekti. tarayıcı pazarında biraz geç kalmışlardı ancak planları büyüktü. (bu zamanlarda da web-tabanlı uygulama fikirleri ortaya atılıyordu) microsoft, başka bir tarayıcı ncsa mosaic'i satın aldı ve ıe böylece doğmuş oldu. (mosaic, internet kullanımını patlatan ilk büyük tarayıcıdır) ie'nin ilk sürümü, ayrı dağıtılmak yerine windows 95'in plus! paketiyle geliyordu. 2 ve 3. sürümleri ise windows 95'in daha sonraki sürümleriyle beraber gelmekteydi. niyeyse (!), ie'nin sistemden kaldırılma seçeneği yoktu! (umut sarıkaya diliyle, omo'nun yanında gelen limonlu cif gibi!) sadece bir uygulama olan bu küçük (!) tarayıcının sistemle beraber gelmesi (ve gitgide sistemle bütünleşmeye başlaması) niyeyse dikkatleri çekmedi ve felaketin zeminini hazırladı.

    1997 baharından itibaren geliştirilen ve eylül 1997'de çıkan ie 4, tarayıcı savaşlarının simgesi oldu ve microsoft tarafından her yerde yayıldı. microsoft, gücü altına alamadığı netscape navigator'u yok etmek için her şeyi yapacaktı. yöntem şu: bundling. ie'yi windows veya diğer programlarla beraber getir veya her şeyi ie'ye bağla.

    en başta ie 4, windows'un temel dll'lerini değiştiriyordu ki kendini sisteme gömsün. böylece basit bir tarayıcı, "sistemin ayrılmaz bir bileşeni" haline dönüşecekti. (ayrıca bu kritik işlemler windows'un veya programların çalışmamasına neden olabiliyordu) (bkz: dll hell) ie 4, activex gibi diskinize kadar erişebilen (güvenlik açıklarıyla dolu) ve channel bar gibi masaüstünüzün tam ortasına reklam yerleştiren eklentilerle geliyordu. ayrıca şişmişti ve çok açığı vardı. ie'ye gelebilecek bir zarar sistemin yeniden yüklenmesini dahi gerektirebilirdi! ayrıca ie, açılışta otomatik yükleniyordu, doğal olarak kaynak tüketiyordu ve bu da yavaşlamalara nedendi. böylece diğer tarayıcılardan "daha hızlı" da olabilecekti. ie 4, yüklendiğinde windows kullanıcı arayüzünü komple değiştiriyordu. dosyalarınızı artık windows gezgini ile değil, internet tarayıcısıyla görüntülüyordunuz!!! masaüstünüze web sayfası yerleştirebileceğiniz active desktop da eklenmişti. (ancak yavaştı ve güvenlik açıkları vardı) yardım dosyaları, html benzeri bir biçimde derlenmeye başlandı (ie çekirdeğine bağımlı olsun diye). uygulamalar, içeriklerini ie çekirdeğiyle görüntülüyordu. bu şekilde, ie'nin yeni sürümü "gerekli olacaktı". microsoft, bütün yeni programlarını ie çekirdeğini kullanacak şekilde yazdı ve firmaları da buna yönlendirdi. aygıt sürücüleri bile ie istiyordu artık. iş kullanıcıları için üretilen programlar ve sunucu bileşenleri de (mesela iis) ie gerektiriyordu. yerel ağ güvenliğinde kullanılan ntlm protokolü sadece ie'de vardı. (ntlm desteği, ancak firefox'a 2006'da gelebildi! o zamana kadar ie, iç ağları tekeline almıştı bile)

    bütün sorunlarına rağmen ie 4 kaldırılamıyordu veya kaldırılsa bile eski ie sürümüne dönüş yapıyordu. (bu da sistemde çok fazla artık bırakıyordu) ie 4, önce windows 95 osr 2.5'te kaldırılamaz bir şekilde eklendi. windows 98'de (ve o zamanlar gelişim altındaki windows 2000'de) ie'nin kaldırılamaz bir şekilde geleceği belliydi.

    microsoft, apple'yi, sonraki mac os sürümünde netscape yerine ie kullanması yönünde tehdit etti. aksi durumda microsoft, mac için office sürümü çıkartmayacaktı. o zaman iflas tehlikesindeki apple, boyun eğmek zorunda kaldı. macworld 1997 konferansında steve jobs (yeniden ceo olmuştu), sonraki mac os'ta varsayılan tarayıcının ie olacağını duyurduğunda, binlerce kişinin arasında yuhalandı. tekrar ediyorum, steve jobs yuhalandı.

    microsoft, windows'u sattığı bilgisayar üreticilerinin (oem) ie'yi kaldırmasını/değiştirmesini, hatta ie simgelerini kaldırmasını dahi yasakladı. aksi takdirde microsoft, yasağa uymayan üreticilere windows lisansı vermezdi. bu da o üreticinin satışlarının büyük oranda düşeceği anlamına geliyordu. (ibm'ye, os/2'den dolayı zaten daha geç ve pahalı bir lisans verilmişti) oem'lerin ie 4 hakkındaki şikayetleri dinlenmedi.

    bütün bu saydıklarım, netscape navigator'u yok etmek için yeter de artardı bile. netscape'nin yapabileceği çok bir şey yoktu. ileride yazılımın kaynak kodlarını açacaklardı.

    mayıs 1998'de (windows 98 bitmişti, üretimdeydi), 20 abd eyaleti microsoft'a federal düzeyde tekel davası açtı. ama ie artık doludizgin gidiyordu ve netscape kaybediyordu. ie'nin verdiği hasar yayılmaktaydı. haziran 1998'de windows 98, artık bir parçası (!) olan ie 4 ile çıktı. ie'nin aslında kaldırılabileceği, kasım ayında 98lite adlı bir programla gösterildi.

    1998 sonunda netscape, aol tarafından satın alındı. açık kaynak kodlu gelişim, "mozilla" kod adıyla gerçekleştirilecekti. (ne olacağını tahmin edebiliyorsunzdur artık)

    mart 1999'da, ie 5 yayınlandı. ie 4'e göre oldukça sağlamdı ve bazı işe yaramaz özellikleri kaldırmıştı. ki windows 98 second edition ile beraber geldi. hala çıkmayan windows 2000, ie'nin sisteme gömülmesinden daha az etkilenecekti.

    bu noktada ie öndeydi çünkü plan başarıya ulaşmıştı, internet siteleri html standartlarına göre değil, ie'ye göre yazılıyordu. ie tekeldi. 2002'de pazar payı %90'ı geçecekti. durum çoktan "bu site ie'nin x ve daha yukarı sürümlerini gerektirir şekline evrilmişti ve yıllarca böyle sürecekti. ie, siteler için değil; siteler, ie içindi! ie, uzun yıllar acid testlerinden niçin kaldı sanıyorsunuz?

    7 haziran 2000'de microsoft, abd adalet bakanlığınca suçlu bulundu. ama ufak cezalarla yırttılar. herkes ie'ye alışmıştı bile.

    ağustos 2001'de çıkan ve windows xp ile beraber gelen ie 6'dan itibaren neredeyse ie gelişimi durduruldu. (bkz: #85057687) hata düzeltmeleri dışında 6 yıl kılını kıpırdatmayacaktı microsoft. ie 6, zararlı yazılımlar için bir cennet haline dönüştü. (bunda windows vista'nın çok gecikmesinin de payı vardı)

    2003'te aol, netscape bölümünü kapattı ve mozilla vakfı kuruldu. faha önceki mozilla tarayıcısından sonra, firefox'un gelişimi başladı. ie'nin mac sürümü, 5'ten itibaren güncellenmedi. apple de safari'yi yazdı. bir taraftan opera da ücretsizleşiyordu. 2004'te firefox'un çıkışı, ie'nin sonunu başlattı. 2006'daki firefox 2, asıl darbeyi vurdu. diğer tarayıcılarla beraber zamanla web standartlarının ilerlemesi ie 6'yı çağdışı hale getirdi.

    2006'da, windows vista çıkmadan önce ie 7 yayınlandı ama çok etkisi olmadı. en azından yıllar sonra sekmeler gelmişti... diğer tarayıcılar çok öndeydi. ie'nin yeni sürümleri de durumu değiştiremedi. 10 yıl içinde dibi gördüler.

    eylül 2008'de google chrome çıktı. firefox'un hatalı kararlarla geliştirilmesinden dolayı ve hızlı olmasıyla ilerleyen yıllarda liderliği aldı.

    ie 12'den sonra gelişim durduruldu. windows 10'la beraber microsoft'un yeni tarayıcısı microsoft edge. sebebi, ie'nin kötü ünüyle beraber ie motoruna dokunulamaması. bir değişiklik yüzlerce programın/web sitesinin çalışmamasına neden olabilir. ama hala windows 10'da ie'yi eklemek zorundalar! sırf pazar payı için yapılan teknoloji ihaneti, ie'ye bağımlı programları bir anda değiştirmeyecek. neredeyse 20 yılın ürünü bu.

    web'in gelişimi neredeyse ie nedeniyle duracaktı ancak rekabet, görüldüğü gibi yine teknolojinin gelişimini sağladı. gelişim karşısında durmak ie 6 gibi bir felaketle sonuçlandı. ve özgür yazılımın nasıl tekel destekli yazılımları dahi yenebileceğini öğrenmiş olduk. tekelin sadece ardında bir enkaz bırakacağını gördük. yazılıp bitecek programları web gibi değişen bir standarda bağlamak, ie'nin elini kolunu bağladı ve felakete yol açtı.

    uzun oldu ama ie'nin hikayesi böyle. okuduğunuz için teşekkürler!

    kaynak

  • nasıl bir konfor alanı lan bu dedirten vazgeçiş.

    hiç mi ailenin yanından ayrılmadın bu yaşa kadar? ne yaşadın da 48 saate türkiye'ye geri dönme kararı aldın? büyük konusmayayim ama; adımımı londra'ya atar atmaz beni zikmeleri, ve orada kaldığım müddetçe her gün zikeceklerini beyan etmeleri lazım dönmem için.

  • 11 eylül 2001'de nyc'de wtc'ye yapılan terör saldırısında hayatını kaybeden ve resmi kayıtlarda görünen tek türk vatandaşıdır.
    vücudunun sadece belli bir bölümü ancak 2 senelik arama ve eşleme çalışmaları sonucu toplanmış, memleketi sarıyaprak'a defnedilmiştir.
    evli, bir çocuk babası idi.