hesabın var mı? giriş yap

  • fransız mutfağından çıktığı düşünülen ve bütün dünyaya yayılmış bir lezzet.

    kruvasanın tarihi ise ikinci viyana kuşatmasına dayanıyor. ortaya çıkışında osmanlı'nın ilginç bir rolü olduğuna dair bazı rivayetler var. bunlardan en güçlü olanın hikayesi ise şöyle:

    viyana'da strauch ile heidenschuss sokaklarının birleştiği köşede şaha kalkmış atın üzerinde kılıcı elinde bir osmanlı askeri heykeli bulunuyor. bu arada heidenschuss kelimesinin anlamı ise 'fırıncının darbesi' olarak biliniyor.

    işte tam da bu noktada meşhur kruvasanın osmanlıyla kesiştiği o hikaye başlıyor.

    osmanlı ordusu viyana kuşatması sırasında surları aşmak için top ateşinden daha etkili bir yöntem olan lağım atmayı kullanıyorlardı. kale duvarlarının altından kazılan tüneller patlayıcıyla doldurulup ateşlenir, meydana gelen patlamayla surlar yıkılırdı. yeniçağ'da kale müdafileri surlarının lağımla yıkılmasını önlemek için duvarların üzerine içi su dolu kovalar koyup, surların altından tünel kazılıp kazılmadığını anlamaya çalışırlardı.

    osmanlı, viyana kuşatmasında savaşırken bilinen savaş taktiklerinden biraz daha farklı bir yöntem kullanıyormuş. normalde millet top tüfek savaşırken osmanlı lağım atma yöntemini kullanıyormuş. türklerin eski bir savaş geleneği olan bu yöntem, osmanlı'da, modern bir yapıya ulaştırılarak, çeşitli savaşlarda kullanılmış. savaş alanının gerilerinde açılacak bir lağım ile düşman siperlerinin altına kadar ilerlemek ve burada patlatılacak bombalarla düşman siperinin yok olmasını sağlama esasına dayanan bir yöntem bu.

    osmanlıların kullandığı lağım yöntemi ise karşı taraf tarafından önceden tespit edilerek patlatılıyordu. savaş bitmeye yakınken fark ettirilmeden şehrin surlarına kadar bir tünel kazılmış. patlayıcıları ateşledikleri anda surları uçaracak bu plan, kısa bir mesafe ötesinde çalışan fırıncı tarafından fark edilmiş. tabii içindeki vatanseverlik aşkıyla avusturyalı askerlere koşa koşa durumu izah etmeye gitmiş. bunu öğrenen askerlerin ilk işi haliyle bu lağımı patlatmak olmuş ve osmanlılar için büyük kayıplar verilmiş bu noktada.

    şimdi lağımdan kruvasana dönecek olursak;

    haberi veren fırıncı savaşın akıbetinde ciddi bir rol oynamış ve karşılığında ödüllendirilmiş. bizim ay çöreği olarak andığımız bu lezzeti osmanlılar'a karşı kazandığı zaferden yola çıkarak hazırlamış. osmanlı sembolü hilali kullanarak hazırladığı bu tat böylece bütün dünyaya yayılmış.

    kaynak olarak ise şöyle küçük bir şey bırakabilirim:

    https://viennaslittledetails.com/…3/ottoman-empire/

  • a haber'de olsaydı bu durum;

    spiker: efendim davutoğlu'nu cumhurbaşkanı aldı makamından.
    binali yıldırım: olur mu öyle şey akp kongre kararı aldı ben seçildim.
    spiker: doğru söylüyorsunuz efendim.

    aslında o kadar cevap veremeyecekleri konu var ki ama soru soracak organlı insanlar lazım.

  • nasa tarafından, hubble uzay teleskobu kullanılarak çekilen fotoğraftır. galaksinin başlığı altında verilmiş olsa da, çok güzel olduğu için başlık açmak istedim.

    dünyadan bir kaç dakika uzaklaşmak isteyenler için ...

    edit: bu konulara ilgi duyanların katılabileceği bir coursera çevrimiçi kursu

  • yer: yine yıldız teknik üniversitesi. yine aynı hocayla sınav tarihleri tartışılmaktadır.

    öğrenci: hocam o tarih bize uymuyor.

    hoca ise direkt bir hikaye anlatmaya başlar.

    iki adam bir trende gidiyormuş. biri diğerine "odun de" demiş. diğeri odun diyince, "ben sana kodum" demiş. diğeri de altta kalmamak için bir şey bulmaya çalışmış. "sen de makas de" demiş. diğeri makas diyince "ben sana kodum" demiş. adam şaşırmış ve "ama bu uymadı ki" demiş. o da uysa da kodum uymasa da kodum demiş.

    böylelikle cuk oturur. hikaye de öğrenci de.

  • market ya da ormanda yürüyüş dışında dışarı çıkmadığım, eşim dışında hiç kimseyle fiziki olarak görüşmediğim karantina sürem 1 ayı geçti.

    neredeyse her gün ne kadar şanslı olduğumu düşünüyorum bu aralar. evlenirken “hayatı beraber geçirmek istediğin insan”ı seçtiğini düşünüyorsun ama birebir yaşayıp görmek çok değişik bir duygu.

    mutlu olunca “kesin bir bokluk olacak” diye düşünen bir insan olduğum için, şimdiye kadar hep içimde evlendik ama belki birkaç yıl sonra aslında doğru insan olmadığızı anlarız belki gibi bir korku vardı. “ya hata yaptıysam” korkusu. şu bir ayı geçirdikten sonra, anladım ki çok doğru bir karar vermişim.

    başka hiç kimse olmadan, 1+1 ufacık evde mutlu mutlu yaşayabildiğim bir insanı bulmuş olmak inanılmaz.

    o kadar insan içinden nasıl oldu da böyle harika bir insanla ikimiz de bekarken tanıştık, ikimiz de birbirimizi çekici bulduk, zaman geçti iyice bağlandım, o da bana bağlandı ve mutlu olduk. nasıl bu ufak ihtimal gerçekleşti? aklım almıyor.

    ilerde daha ufak bir yere taşınsak şehir hayatını özler miyiz, beraber sıkılır mıyız tantana olmadan diye düşünüyordum arada. çok daha mutluymuşuz meğer.

    mutlu evde büyümediğimden herhalde bana öyle olağanüstü ve inanılmaz geliyor ki... neyse hayat bu ama şimdilik pek güzel.

  • bazılarına göre bir komplo teorisi olan inanış. şimdi, epey eskiden alınmış bazı ürünlerin hayvan gibi dayandığına pek çoğunuz şahit olmuşsunuzdur. şimdiki tasarımlar, ürünleri ufaltmaya çalıştığı ya da donanım özelliklerinin artmasından ötürü veya firmaların kasti ibneliğinden kaynaklı mı bilemiyorum ama kesinlikle daha kısa ömürlüler. en azından bir şekilde ya hızlıca zamana yenik düşmesi isteniyor, ya yan ürünlerine para bayılıp müptelası oldurulmaya çalışılıyoruz veya gerçekten garanti süresinden kısa bir süre sonra çöp olması isteniyor.

    özellikle ev eşyası, tekstil ve teknoloji ürünlerinde bu anlayış çok göze çarpıyor. şimdi asıl mesele bunu ben böyle inanıyorum diye açıklamak değil; bunun gerçek olma olasılığının irdelenmesi. mesela kulaklıklar üzerinden bu konu irdelenmiş biraz.

    demem o ki parasını versen de yüzde 99 güven aralığında, kalitesiz kumaştan, bir yerinden pörtleyen kazaktan, yırtılan pantolon ve ayakkabılardan, bozulan aygutlardan; kırılan eşyalardan kurtulamıyorsun. lan bizim 20 senelik emektar eşyalar bile sizin gibi değil. 20 senelik buzdolabını değiştirmek için, "yeter artık bozul" diyerek annemin buzdolabını tekmelediğini hatırlarım. yine de bozulmamıştı o buzdolabı. şimdikilere kötü söz söylesen bile 2 güne pert olur.