• iki adet taş yanyana koyulur, üzerlerine de küçük sopa yerleştirilir. bu küçük sopanın özelliği iki ucunun en az birinin giderek incelmesi olmalıdır. rakip takımın elemanları sahaya yayılırlar. büyük sopanın alt ucu küçüğün altına girecek şekilde yerleştirilir ve diğer ucundan tutularak küçük olan ileri fırlatılır. rakip oyuncular eğer fırlatılan küçük sopayı havada yakalayabilirlerse 7 puan alırlar ve sıra direkt kendilerine geçer. yok eğer yakalayamadılarsa küçük sopanın düştüğü yere gidilir. oyuncu elindeki büyük sopayla yerdeki küçüğün bir ucuna şiddetli bir şekilde vurur ve havalanmasını sağlar, havadaykende tüm gücüyle denk getirebilirse küçüğe abanır ve atabildiği kadar ileri atar. bu işlemi tam üç kez tekrarlar. üç kere vurduktan sonrada küçük sopanın son düştüğü yere gidilir. burada opsiyonlu bir deneme vardır. atışlar bittiğinde küçük sopanın koyulduğu taşların arasına bu sefer büyük sopa koyulur ve rakip takımdan biri küçük sopanın son bulunduğu yerden küçük sopayı fırlatarak büyüğü üzerinde durduğu iki taşın üstünden devirmeye çalışır. başarırsa sıra kendilerine geçer. ama üç atış esnasında küçük sopa çok uzaklara giderse (ki iyi oyuncularla oynanırsa gider) bu hiç denenmez bile. atış yapılıpta devrilemezse bu sefer sıra kaleye doğru zıplama kısmına gelir. burada yapılması gereken küçük sopanın son bulunduğu yerden kaleye kadar, sopayı fırlatan takımın belirlediği rakam kadar zıpalama yaparak ulaşmaktır. mesela küçük sopanın durduğu yerden kaleye kadar size 5 dendi, siz ordan gerilip gerilip 5 defada kaleye ulaşabiliyorsanız sıra size geçer, yok eğer geçemiyorsanız sopayı fırlatan takım 5 puan kazanır ve tekrar başa dönülür. burda dikkat edilmesi gereken şudur, bir takım çok uzağa giden bir sopa için mesela 2 diyemez, çünkü o zaten imkansızdır, yapılması beklenen tahmini adım sayısına yakın, en azından denemeye değecek bir rakam verilmesidir. zaten ne kadar yüksek rakam söylerseniz ve karşı taraf bunu başaramazsa o kadar çok puan kazanırsınız.
    çok küçükken mahallenin abilerinin arasında kendime zar zor fasulyeden yer bulup oynadığım, ama çoktandır unuttuğum bir oyundu çelik çomak. kendi kendime büyük sopayla küçüğü kaldırıp ona vurup ileri fırlatma denemeleri yapmakla geçti çocukluğumun kayda değer bir kısmı. ve içinde benim gibi veletlerinde bulunduğu oyunlar değilde, asıl bir şekilde büyük abilerin toplanıp, içine bizi -iyikide- almadıkları oyunları seyretmekti en büyük keyfim balkondan. o oyunda küçük sopa caddelere yollara kadar fırlatılır, nerdeyse imkansız zıplamalarla kaleye ulaşılmaya çalışılır ve belki ulaşılırdı.
    büyüdüğümde onlar gibi oynarım diyordum, büyüdüm, balkondan bahçeye şöyle bir bakayım dedim, baktım, kimse çelik çomak oynamıyordu. yıllar sonra sol framede çelik çomak başlığını gördüm, gözümün önüne bir çocuk geldi. şortlu, dizlerinde simit oyunundan kalan kabuk tutmuş yaralari, annesinden mahalleye gelen sütal dondurmalarından almak için inatla para isteyen, balkondan çamaşır mandalına sıkıştırılmış parayla gözleri gülen bir çocuk. ne zamandır unuttuğum bir çocuk.
  • bi adet uzun ve bi adet kısa sopayla(çubukla) oynanan şimdilerde unutulmuş bir mahalle arası çocuk oyunu.
    büyük sopayla yerdeki küçük sopaya vurarak yerden havalandırmak ve havadayken büyük sopayla daha güçlü bi vuruş yapmak oyunun ana konseptidir.
    (bkz: ukte dolması)
  • haydarabad'daki musluman mahallesindeki (bkz: golkonda) cocuklar tarafindan da oynandigini gordum.
  • baba zula'nın pırasasından sonra beni evde dansöz nevbahar moduna sokup çılgınca göbek atmamı sağlayan gevende şarkısı
  • 9/8'lik gevende şarkısı. albümdeki tek 9/8'lik...
  • 1996-97 sezonunda jübile yaptığım sipor, çok severdik. neyin çelik neyin çomak olduğunu bugün öğrendim. biz kısaca çelik derdik bu oyuna. çukurun üstüne köprü gibi duracak şekilde yerleştirdiğimiz kısa sopa çelik, onu havaya kaldırdığımız uzun sopa yani değnek de çomakmış meğer.

    çomakla çeliğe vurup uzağa fırlatmak--> golf, çeliğe vuruş yapma-->tenis ve beyzbol, havadaki çeliği yakalamak basketbolla benzerlik gösterir deniyor. yalnız biz çeliği çukura 45 dereceyle yerleştirip üstüne vurup sıçratarak değil, çomağı çukura sokup (köprü şeklinde duran çeliğin altına girip temas ederek) havalandırırdık.
  • ilk oynadığımda* beni büyülemiş oyun. oyundan zevk almanın da ötesinde ruhani* bi hisse kapılmıştım. o yıllardan sonra ne oynadım ne de oynayan birilerini gördüm. utanmasam bu yaşımda bir çelik bir çomak bikaç da çocuk bulup oynayacağım; çelik çomak oyunu.
  • mükemmel bir düğün şarkısı olur bundan. eminim bak buna. nikah-düğün bir arada bir eğlence düşünüyorum ben hep. imzalar atılana dek gergin bekleyiş içinde sandalyelerinin ucunda oturan eşin-dostun gözleri, iki kat "evet" duyulduktan sonra yaşlara gark olacaktır elbet. sarılmaların, öpüşmelerin, geçmişe doğru hüzünlü bir yolculuk başlatmasına izin vermeksizin, çelik çomak çalınmaya başlanır, ses yavaş yavaş yükselir, yükselir ve ahmet "çelik çomak başlıyor ahali!" dediği anda ortamdaki gençler bir anda sandalyelere çıkar ve hep bir ağızdan bağırırlar:

    "e hadi! oturmaya mı geldik? biz biliyoruz da mı oynuyoruz?!"

    işte ondan sonra genci-yaşlısı demeden herkes fırlar ayağa; danslar edilirken sallanır yer, kahkahalar deler serin akşamı, bulutlar dağılır, yıldızlar parlar.

    hayaller başka güzel, gevende başka güzel.

    http://youtu.be/qjamp1hbxkw
  • iç anadolu ağızıyla "höre" denilir bu oyuna...
  • fethiye kırsalındaki adı ise manda idi. puanlı bir oyundu, puan almaya güp katma denirdi. standart çelik çomaktan biraz farklı, aşamaları, değişik becerileri sınayan evreleri vardır. yerdeki mandayı hazırladığın çukurun kenarına koyup ucuna vurarak sektirme ve sektikten sonra değnekle asıl uzağa fırlatıcı darbeyi havada yapma gibi (mit). bir irice taş bulup, hazırlayıp onun ucuna yerleştirilen mandanın ucundan tek bir değnek vurusuyla en uzağa fırlatılması girişimi gibi (taş). bu tip vuruşta manda döne döne gider, pervane gibi. mandaya değnekle abanarak, allah ne verdiyse vurmaya filliklemek veya çelliklemek daha yerel terimiyle yelli denirdi. bir etap daha: değneği belinin arkasında yatay tutup, ucunda 't' veya haç gibi mandayı gene yere paralel dengede tutmak, titreyerek duran mandayı uygun an geldiğinde değneğin ufak bir hamlesiyle göğe doğru yaylandırıp, değneği bel gerisinden elinin güç verebileceği ön tarafına hızla çekip manda yere düşmeden, havadayken bu sefer uzağa fırlatma amaçlı tekrar vurmak (bel). zorlarından biri bu. bacakların birini tek ayak üstünde duracak şekilde leyleğimsi, havaya kaldırıp, manda değneğin ucunda gene haç biçiminde titrek dengede tutulurken, yukarıdaki bacağın izin verdiği boşlukta mandayı yaylandırıp, hafif yukarı fırlatıp sonra hızla değneği boşluktan geri çekip havadaki mandaya abanıp hızla vurarak fırlatmaya bacak deniyor oyunda. bir başka aşama, bu sefer değneği tutmaya alışkın olduğun yerin tersinden, görece hafif tarafından ve uzanan ucu dikey aşağı yönelecek biçimde elde tutarken tutan yumruk parçasıyla değneğin yumruktan yukarıda kalan kısa parçası arasına bu sefer tam küçük harf 't' veya haç görünümü alacak şekilde yerleştirip, elin yukarı doğru yaylanıp mandanın haç kompleksinden ayrılması, havada asılı kalması ve değneğin altta kalan uzun parçasıyla uzağa fırlatma işlemi yapılması (yumruk). ha sayı almaya çalışan (ebe) oyuncu sırayla aralıksız veya öteki yandığında sıra kendine gelerek bu eylemleri becermeye çalışır. karşıda, savunmada kalan çocuk ise bizim çukur çeylen'in geleneğinde elinde bonus kafa gibi bir çalı tutarak mandanın gönderildiği bölgede tetikte bekler. çalının görevi havaya doğru uzatılmak, filliklenen mandayı havada, yere düşmezden önce dallarının, yapraklarının arasında tutarak yakalamak. o zaman savunmadaki oyuncu ya atağa geçme hakkı kazanıyor, ya emin değilim puan sildiriyor veya kendine yazdırıyor. havada yakalayamamışsa bu sefer mandayı eliyle atak yapan oyuncunun içinde, merkezinde olduğu çembere doğru atıp çembere sokabilirse başarmış oluyor, atakçı be sefer elle gönderilen mandayı tekrar havada yakalayarak yeniden değneğiyle uzağa gönderme şansına sahip. bazen de atakçı çember içinde olmuyor da, aşamalardan birinde kullanılacak olan taşı kale gibi koruyor oluyor, savunmacının bu türevdeki görevi mandayı o kale taşına değdirmek, mandayla kaleyi vurmak .

    bilenlerin bazısına sorunca bunların sırasını: yumruk, elde (elinde değnek tutulu dururken hafif gevşettiğin baş ve orta parmaklar arasında değneğe paralel tuttuğun mandayı elinle havaya doğru yaylandırıp havada tekrar değnekle vurulup fırlatılması), uç/uçta, bacak, bel/belde, taş, mit, birinci-ikinci-üçüncü yelliler. güp katma şöyle: mandayı karşılayan ebeye doğru atar; o çomağıyla geriye fırlatamasın diye karşılayan kalesine ve ayaklarına doğru atar. ebe mandayı havada yakalayıp değnekle vurarak daha uzağa postalamaya çalışır. postaladığı yere daha sonra değneğinin boyunu kullanarak saydırır. o sayı tutarınca güp katmış olur. karşılayan karşılamada sadece ellerini kullanmaz; eldiven gibi çalışacak bir çalı dalı kullanır.

    çok çok zevkli olan bu oyunun ayin hazzı vermesi şaşırtıcı değil, adeta av, çeviklik, savunma-atak ile savaş sporu, savaş dini. bir de büyük tehlikesi var mandanın göze veya kulağa girmesiyle olabilecek kazalar. köyümüzden aşık mustafası çocukluğunda mandayla kulağından yaralanmış, kulağı akardı; o akıntı sebebiyle vücudunun, teninin başka kokusu varsa da bastırılmıştı ve mahrem değil sosyal, ağır bir kokuya sahip olmuştu. her gittiği yerde kulak akıntısı kokardı.

    (bkz: bakışlar mayalar tarihöncesi)
    (bkz: manda/@ibisile)
    (bkz: çelik/@ibisile)
    (bkz: yedi kiremit)
    (bkz: çanak çömlek patlaması)
    (bkz: göt kazmaca)
    (bkz: çocuk oyunu/@ibisile)
hesabın var mı? giriş yap