• deniz ağacı ile umutlu bir başarıya erişen, gelintaşı'nda yorumunun yanlışlığına karşın etkili bir yazarlık gücü kazanan, sığırcıklar'da duraklayan yaman koray'ın romanı. yine erdek dolaylarını ve ora insanlarını konu alarak narlıköy'den balıkçı ali'nin paşalimanı'nda bir deprem sırasında bulduğu define, daha ilk sayfadan yazarı yanlış yola iter. bütün gerçeklikler bir yana bırakılır; ali köyünün onarımına para ve emek harcar, turistik bir değer kazandırmaya uğraşır, komşu kızı zehra ile sevişir, arkadaşı sadık'ın ihanetine uğrar, koca ninesini kaybeder, köyünde değerlendirilmez, motoru kazaya uğrar ve cenabetlik halinin bu kadar mı olur diye kastırdığı bir karabasan sonunda gemisini yakarak şu vefasız dünyaya küserek, almanya yollarına düşer. tasvir ihtiyacı ile gereksiz paragraflar açma alışkanlığını yazar hala bırakmamış. duygulu ve kolay bir anlatım. toplum sorunlarna omuz silken cılız bir yorum. insanları yalnız bir tek açıdan ölçen yanlış bir yöntem. söz gelimi, roman kahramanı ali yerine sadık konuşmaya başlasa, şu anlatılanlar ne kadar tepetaklak olur? bunu bile düşünmeden çalakalem giden tek yanlı bir hikaye. bir yeteneğin konu ve gözlem kolaylıklarına düşerek kendini harcayışı, emeksiz bir çalışmanın ucuz ürünü.
  • panama'da yapilan, renkli kumaslarin ust uste dikilmesinden olusan, el emegi goz nuru panolar. yakindan bakin, inanilmaz.. http://www.panart.com/mola1_01.html
  • bir cemal süreya şiiridir.

    -kartallar dolanıyor generalim
    -kartallar dolanır da dolanmaz da
    kaç tane vurmuştum mütarekede
    ama düşman demeye dilim varmıyor
    zaten böyle durumlarda va aşkta
    taşınacak silah değildir gurur

    -ölüyorum yüzbaşım ölüyorum
    -bana bak ben yüzbaşı değilim
    üstelik biraz sonra talim var
    dört rüzgarı biçen mitralyözlerin
    uçlarında gökyüzü mayalanıyor

    -çavuş pırpırların ne mavi
    -görünce kamaştı da ellerim
    şah ismail'in üç sevgilisini
    gülizar, gülperi, arap üzengi

    -asker su ver asker
    -ben asker değilim nişanlıyım
  • çocuklara ugulanan bir davranış değiştirme yöntemidir. olumsuz davranışından sonra çocuğun hoşlandığı ortamdan uzaklaştırılması ve bütün etkinliklerine bir süre ara verilmesidir.
  • türkçeye italyancadan geçmis, iki degisik anlamda kullanilan kelime. italyanca mollare fiili, bir isi -tamamen ya da geçici olarak- birakmak, denizcilikte halatlari birakmak, birisini -genellikle es, sevgili vs.- terketmek anlamindadir; molla ise ikinci tekil sahis emir kipidir. hâliye türkçedeki mola,
    1. bir is sirasinda verilen ara demek olur ki biz bunu özellikle yolculuga ara verme olarak kullaniyoruz.
    2. "halatlari birak!" anlaminda denizcilik deyimidir ki biz bunu deniz otobüslerinde duyariz daha çok.
    ben de sunu öneriyorum, zira o anlam öksüz kalmis:
    3. iki sevgili arasindaki dinlenme ani. artik bu anin iki sevgili arasinda bir süre bosta kalmak suretiyle zamanda mi, yoksa birinin evinden digerinin evine giderken mekânda mi olacagi size kalmis.
  • halatı bağlı olduğu yerden çıkar anlamında kullanılan denizcilik terimidir.yalnız burada önemli olan halatın rastgele bir yerden çıkarılmıyor olduğudur.mola, halatın koçboynuzundan çıkarılması gerektiği zaman kullanılır.yakın anlama gelen fora ise bir yelkene bağlı olan halatın çıkarılması gerektiği zaman kullanılır.
  • italyanca "mo'la" dan gelmiştir dilimize.
  • (bkz: tiyatro mola)
  • ''mola verebilir miyiz? ben çok yoruldum'' dediğinde karın boşluğuna gelen sıkı yumruktan, aşk ilişkisinde değil boks maçında olduklarını anlamıştı. gözünün önünden yıldızlar yerine elindeki kartonlarda iki yazan bikinili kadınlar uçmaya başladığında bayılmak üzere olduğunu anladı.

    yağmur sesiyle uyandı. çok yağmur sesiyle, o kadar çok ki, bulunduğu yerde mahsur kalmasına neden olmuş, ütüsü bozulacağı çok belli olan ekose üniformasına rağmen lisenin eski binasına yapılan yan merdivenlere oturmuş, gereğinden uzun öğlen arasının keyfini çıkarıyordu. yalnızdı, ergendi ve feridun düzağaçın ne zaman yeni bir albüm çıkaracağından daha büyük bir tasası var mıydı bilmiyordu.

    aşkıyla yorduğu sevdiceğini odada yalnız bırakıp damarlarında kan yerine dolaşan şarabın çarpıklığıyla edebildiği tek kelam ''tamam'' oldu. ''mola verelim.''

    feridun'un aniden aklından çıkmasına neden olan sesi fark ettiğinde oturma diyemeyecek kadar geç kalmıştı. yanına oturan kendinden bir üst model ergen, adına hitaben mütemadiyen zırvalamakta, sokakta bağırsa yedi kızın arkasına dönüp bakabileceği kadar yaygın adını bilmekle övünmekteydi. bozmadı. öğle molasında tanıştıklarına olanca nezaketiyle sevinmiş gibi yapıp gülünce kısılan gözlerini açıp bakamadan iyi dersler diledi.

    kendini kapattığı odada ağlayamayacak kadar canı yanıyor, nefes alırsa havadaki havadan zehirleneceğini düşünüp az ve kısık soluklanıyordu. kapıyı kapattı. ona güzel görünmesini sağlamaktan başka amacı olup olmadığını artık sorgulamadığı kıyafetlerini düzenleyip valizine koydu. anlamaya çalıştığı kelimenin mola olması, hayatta kendini ne büyük bi bok sanırsa sansın sevdi mi ne kadar gereksiz önem verdiğini ortaya seriyor, neleri anlamış, neleri kenara koymuş insanın, mola kelimesine anlam vermeye çalışmak için sabahlara kadar kıvranmasına o esnada gülemiyordu.

    ''sana da iyi dersler'' diye gülümseyen yüzüne belki hiç söyleyemedi ama, o da onun adını biliyordu. bunu itiraf edemeyecek kadar geleceği görüyor, yıllar sonra sabahın ilk ışıklarında hayat boyu mola vermesini sağladığı sevgilisini uyurken bırakıp gidiyordu.

    sessizce kendi üstüne kapattığı kapı, belki öğle molasının bittiğini söyleyen zille aynı gürültüyü çıkarmıyordu ama onun kadar çok acıtmıyordu.
hesabın var mı? giriş yap