• osmanoğulları'nın son hükümdârı 6. mehmed vahideddin'in hayatı, hatıraları ve özel mektupları"

    kitapta yazar murat bardakçı kendi yorumundan ziyâde çeşitli kitaplardan yaptığı alıntıları kullanmış, özellikle de sultan vahdeddin ve kızı sabiha sultan arasındaki yazışmalardan, günümüze ulaşa(bile)n mektuplardan yararlanmış ve onlardan yola çıkarak yaptığı tesbitleri de ara ara paylaşmış.

    kitap bir kesimin beklediği gibi sultan'ı göklere çıkarmıyor ya da diğer kesimin beklediği gibi vatan haini de ilân etmiyor; son padişahın insâni yönlerini ve güçlü ve de kararlı bir tutum sergileyememesini fırsat bilen kişilerce* düşürüldüğü durumları o devri görüp yaşamış kişilerin hatıratlarından alıntılarla aktarıyor.

    kitapta birçok ilginç satır, birçok dikkat çekici ayrıntı var. örneğin: son halife(!?) abdülmecid'in ünvan hırsı ama o ünvana fazla sahip kalamayışı; mustafa kemal atatürk'ün sabiha sultan'ı isteyişi fakat bu evliliğin gerçekleşememesi (ki, o satırları okurken gerçekleşseydi ne olurdu? olaylar nasıl gelişir ve değişirdi? soruları ister istemez akla geliyor tabii.), ingilizlerin ikili siyaseti ve bu siyasetin baskısıyla çıkartılan fetvalar, tezgâhlanan oyunlar vs. vs...

    ~~
    "sultan ve damat ferid, müttefiklerle dürüst bir işbirliği çerçevesinde türkiye'nin çıkarlarını korumanın peşindeydiler. şanssızlıkları, müttefiklerin dürüst olmamasıydı."
    sir henry luke
    -----
    "biz her şey olabiliriz. cahil, tecrübesiz, hatalı bir siyasete kapılmış olabilir ve zararlar da verebiliriz ama osmanoğlu olarak nasıl vatan haini olabiliriz?"
    sultan vahdeddin
    ~~

    birçok kaynağı işaret ettiği ve alıntı yaptığı için aslında arşivlik bir kitap. ama yazar kitapta kullandığı birçok belgeye sansür uygulamış, yasalara aykırı olabileceği gerekçesiyle birçok cümleyi çıkarmış satırlardan. bu da okuyucunun kafasında daha fazla soru işaretleri oluşmasına neden oluyor.
  • tarihi kitapları sevmeyenlerin bile okuması gereken kitaptır.

    evet tarihi kitap okumak bazen zordur, sıkar hatta boğar. lakin murat bardakçı çok iyi bir kaleme sahipmiş. öyle bir dil kullanmış ki bazen roman okuyor gibi hissettiriyor, bazen de sohbet ediyor gibi. anlatım dili kesinlikle sıkıcı değil.

    ben inkılap yayınlarına ait bir baskıyı okudum, kitapta belgeler de olduğu için oldukça kalın ama hikâye 500. sayfa gibi bitiyor. bu arada okumayanlar özellikle vahideddin ve kızları arasındaki iletişimi gösteren mektupların diline dikkat etmeli.

    kitap kesinlikle vahideddin veya mustafa kemal arasında seçim yapmıyor. o dönemde yaşananları o dönemin şartlarında anlatıyor.

    kitaptan iki tane not bırakıyorum aşağıya; bu notlar gösteriyor ki biz bugünün türkleri kendi kendimize zarar verme, ötekileştirme, benden olmayan benim gibi düşünmeyen ölsün gibi zehirler taşıyoruz. oysa unuttuğumuz şey bu topraklar bizim ve biz burada hep beraber yaşıyoruz. hulâsa burası bizim vatanımız.

    --- spoiler ---

    villa manolya'da bir sabah, şahbaba'nın mustafa kemal'e bakışını ve kanaatini tam olarak gösteren bir marş hadisesi yaşandı. hadisenin baş kahramanı hümeyra hanımsultan, o sabah yaşananları seneler sonra şöyle anlatacaktı: " biz daha memleketten çıkmadan önce, refet paşa istanbul'a gelmişti. her tarafta bayram yapılıyordu. bu günlerde "yaşa mustafa kemal paşa" diye bir marş söyleniyordu. ben de dayımla beraber ( sultan vahideddin'in oğlu şehzade ertuğrul efendi'yle) bu marşı ezberlemiştim. dışarı gitmemize kadar hep söylerdik. birgün villa manolya'da şahbabamın penceresi altında dayımla oynarken yine bu marşı söylüyorduk. kalfalardan biri geldi, 'aman cicim, şahbabanızı kızdırmak mı istiyorsunuz? sakın yaşa demeyin. hiç yaşa mustafa kemal paşa olur mu 'kahrolsun' diye söyleyin. yoksa şahbabanız kızar dedi. çocukluk işte... inandık, öyle söylemeye başladık. birden, şahbabamın üst kattaki penceresi dairesinin penceresi açıldı. dışarıya sarkarak 'çabuk buraya gelin' diye bağırdı. çok kızgındı. onu ilk defa böyle görüyordum. bizi her zaman çağırıp konuşan, şeker falan veren şahbabamızın yerinde sanki bir başkası vardı. dayımla beraber korka korka yukarı çıktık. şahbabamın ciğerlerinden biri yoktu. ama üstüste sigara içer, birini söndürmeden ötekini yakardı. kehribar bir ağızlığı vardı. masanın üzerinde hep büyük bir 'regie turc' sigarası paketi durur, içtiği sigaraların küllerini bergama işi, su dolu bir kâseye atardı. odasına girdiğimizde rengi kıpkırmızıydı. hiç kimseye yüksek sesle söz söylemeyen şahbabamı ilk defa böyle hiddetli görüyordum. izmariti su dolu kaba attı. czzzz diye çıkan sesi aradan 60 seneden fazla geçmesine rağmen hâlâ unutamam. bize 'bu marşın sözlerini kim değiştirdi?diye sordu. dayımla titreye titreye olanları anlattık. 'cahil kalfa' dedi. elleriyle göstererek "bana bakın! bir daha böyle bir şey söylediğinizi işitirsem ağzınızı tutar, kulaklarınıza kadar ayırırım. mustafa kemal bir türk askeridir. türk paşasıdır. benim paşamdır. hiç bir türk askerine hakaret edilmesine izin vermem.

    ..........…

    vahideddin'in ölümü üzerine mustafa kemal'in yorumu... haber roma büyükelçisi tarafından verilir...

    çok namuslu bir adam öldü. isteseydi topkapı'nın bütün cevahirini götürür ve öyle bir ordu kurup geri dönerdi ki...
    --- spoiler ---
  • mustafa kemal'in samsun'a gidişini belgesiz ve söylentilerle dolu şekilde açıkladığı kitaptır.
    zat-ı muhteremin yazdığına göre bazı paşalar milli mücadeleye önderlik yapması için mustafa kemal paşayı sadrazama önerir. sadrazam "yanlış hatırlamıyorsam ahmet tevfik paşa " konuyu padişaha iletir ve aralarında bir tartışma geçer. sadrazam padişaha "cumhuriyetçi olduğu söylenen mustafa kemal'i değil saltanata sadakati bilinen enver paşa'yı bu işe verelim padişahım" der,vahidettin ise milli mücadeleyi ne kadar desteklediğini ispatlarcasına (!) "askeri yönden en hayırlısı mustafa kemal paşa olacaktır." diyerek kendi saltanatını riske atarak milletini düşünür...
    bunun belgesini ise vahidettin'in sürgündeyken şöminede yaktığını ve bu yüzden günümüze ulaşmadığını yazmıştır. tabi bence de kesin mutlaka öyledir!
  • kitap sağ gösterip sol vurmaktadır. vakt-i zamanında piyasaya çıktığında aslında vahdettin'in vatan haini olmadığı (aksini iddia etmiyorum yanlış anlaşılmasın, bu konuda bir yargıya varmak beni aşar) ve mustafa kemal'i ne olursa olsun sürgün günlerinde bile savunduğu söylense de, devrik padişahın özel mektuplarından bazı mustafa kemal ile ilgili bazı kısımları çıkarılmış, bu çıkarılan kısımların ise atatürk'e hakaret sayılabileceği için çıkartıldığı belirtilmiştir. yani olay tanıtıldığı gibi vahdettin'in günün birinde torunlarına mustafa kemal lehine zılgıt çekmesinden ibaret değildir, savunduğundan çok daha fazla çamura batırmaya çalışmıştır kendileri.
  • gazeteci yazar murat bardakçı'nın son padişah sultan vahidettin'in hayatını anlattığı araştırma kitabının adı.
  • https://www.hurriyet.com.tr/…inden-savunmasi-337024
    ben, bir gazetecinin köşesinde kendi kitabının reklamını yapmasını hiçbir zaman etik bir davranış olarak kabul etmedim ama sözünü edeceğim eser artık piyasada hiçbir şekilde bulunmadığı için, bahsinde bir mahzur görmüyorum:
    sultan vahideddin’i konu alan ve onun özel evrakına dayanılarak yazılmış olan tek belgesel kitap, bendenize ait bulunan ve şimdi ‘nádir kitap’ sayılan ‘şahbaba’dır. vahideddin’in sürgünde yaşadığı italya’nın sanremo kasabasında 1925 yılında kaleme aldığı ve gündemimizi işgal eden

    ‘hain miydi, değil miydi?’ tartışmalarına cevap teşkil eden hatıralarının bazı bölümlerini şahbaba’dan burada günümüz türkçesi’ne aktarırken, konunun bir başka boyutuna da temas etmeden geçemeyeceğim: ‘şahbaba’nın bir nüshasını o zaman cumhurbaşkanı olan süleyman demirel’e de göndermiş ve demirel’den ‘bu değerli kitabınızdan dolayı sizi tebrik ederim’ meálinde bir teşekkür mektubu almıştım. ama ben, şahbaba kitabımda vahideddin’in ‘hain olmadığını’ söylüyordum!

    bülent ecevit’in başlattığı ve günlerdir devam eden ‘vahideddin hain miydi, değil miydi?’ tartışmasına sultan vahideddin bu hafta bu sayfada bizzat katılıyor ve hakkındaki suçlamalara kendisi cevap veriyor.

    önce, açıkça ifade edeyim: sultan vahideddin’in okuyacağınız sözleri, kendimden intihaldir!

    benim söylemem belki biraz tuhaf kaçacak ama, sultan vahideddin hakkında şimdiye kadar yazılmış olan ve padişahın özel evrakına dayanan tek belgesel kitap, bendenize ait olan ve bundan yıllarca önce yayınladığım ‘şahbaba’dır.

    tek kitap budur

    kitabın temelini, hükümdarın ailesinin 70 küsur yıl boyunca itinayla muhafaza ettikten sonra yayınlamam için verdikleri vahideddin’e ait hatıralar, mektuplar ve belgeler, yani birinci elden kaynaklar oluşturuyordu.

    ‘şahbaba’ dışında kalan vahideddin ile ilgili diğer bütün kitaplar ise -damad ferid paşa’nın yaveri tarık mümtaz göztepe’nin yazdıkları hariç olmak üzere- ya hayal mahsulüydüler, yahut ikinci derece kaynaklardan derlenmişlerdi.

    ben, bir gazetecinin köşesinde kendi kitabının reklamını yapmasını hiçbir zaman etik bir davranış olarak kabul etmedim. ama bu sayfada bugüne kadar sözünü hiç etmediğim eserim artık piyasada hiçbir şekilde bulunmadığı için, bahsinde bir mahzur görmüyorum.

    padişaha ait belgelerin şimdi nerede diye senelerden beri soranlara da, kısaca cevap vereyim: şahbaba’nın yayınlanmasından sonra her belgenin birkaç kopyasını çıkarttım ve bütün evrakı, padişahın kanuni várislerinin de istekleri doğrultusunda, mühürlü bir torba içerisinde ve ‘50 sene boyunca açılmaması’ şartıyla, resmi bir kuruluşa verdim.

    şimdi, vahideddin hakkındaki tek belgesel çalışmayı yapmış kişi olarak, onunla ilgili kanaatimi açıkça söyleyeyim: herşeyin bittiği bir anda tahta çıkmış ve iktidarı bebek ile aksaray arasında kalan birkaç semte sıkışmış çaresiz bir padişahtır. hain değildir, hattá ben memleketini sevdiğinden şüphe bile etmem. ama, birşeyler yapmaya çalışırken büyük hataları da olmuştur fakat bu hataların ihanet çizgisine getirilmemesi lázımdır. nutuk’ta geçen vahideddin ile ilgili ifadelerin ise o günlerin şartları ve yeni kurulmuş olan bir devletin meşruiyet çabası dahilinde yorumlanması gerekir.

    ‘ihanet’ ifadesi devlet adamları için kullanılabilir fakat hükümdarlara böyle bir yafta yapıştırılamaz; zira hükümdarlar, hükmettikleri toprağın çocuğu iseler, başlarında bulundukları devletin kendilerine allah’ın bir lutfu, bir ináyeti olduğuna inanır ve devleti hususi mülkleri olarak görürler. dolayısıyla, bir hükümdarın devletine, yani kendi mülküne ihaneti, aklı başında bir aile reisinin durup dururken evini yakması yahut esnaftan birinin, meselá bir bakkalın hiçbir sebep yokken dükkánını ateşe vermesi gibidir ve mantık dışıdır.

    demirel’in mektubu

    bu sayfada sultan vahideddin’in sürgünde bulunduğu italya’nın sanremo kasabasında 1925 yılında kaleme aldığı ve bugünkü tartışmalara cevap teşkil eden hatıralarının bazı bölümlerini günümüz türkçesi’ne naklederek veriyorum. ama, konunun yazıp yazmama hususunda günlerden beri düşündüğüm ve çok kısa bahsetmeye karar verdiğim bir başka boyutu daha var:

    ‘şahbaba’nın bir nüshasını o zaman cumhurbaşkanı olan süleyman demirel’e de göndermiş ve demirel’den ‘bu değerli kitabınızdan dolayı sizi tebrik ederim’ meálinde bir teşekkür mektubu almıştım.

    işin ilginç tarafı ise şuydu: ben, şahbaba’da vahideddin’in ‘hain olmadığını’ söylüyordum!

    paratoner görevi yaptım, musibetleri üzerime çektim

    memlekete paratoner oldum: ‘karşınızda köklerinden koparılmış, bir girdapla sahile fırlatılıp atılmış bir kazazede var. ben bu kargaşa içerisinde önümde daha ne kadar yol kaldığından habersizim ve bu işin neticesini de sadece allah biliyor. ...ne yapabiliriz ki? kader, bu konuda düşündüğümden farklı bir yol çizdi.

    ben, dindar bir insanım. ...vazifemi çok karmaşık bir dönemde, bir insanın yapabileceği en iyi biçimde tamamladığıma bütün yüreğimle ve kat’iyetle inanıyorum.

    insanın zaafları da söz konusu... ‘beşer şaşar’ ifadesinin doğru olduğunu çok iyi biliyorum ama, aşılması zaten imkánsız olan savaş zamanının engellerini ve daha sonra mütareke ile ortaya çıkan güçlükleri yenemediysem de, memleketimin iyiliği için yapmam gereken herşeyi yaptığımı iddia ediyorum.

    mütareke yıllarında ortaya çıkan bütün fácialara ve olaylara karşı gerçi kalkan olamadım ama paratoner vazifesi gördüm ve öyle zannediyorum ki, bütün musibetleri de üzerime çektim. kendimi feda ederek vatanı kurtarmaya çalıştım. ama gelin görün ki, bugün yaşayan kurban benim; daha doğrusu fedakárlığın kurbanı!’

    kaçmadım, hicret ettim: ‘her tarafı istilá eden inkılap ve ihtiras içerisinde bunaldım. bana teklif edilen şekildeki hiláfete ne karşı koyma, ne de başeğme imkánı görmeyerek kamuoyunda sükûn ve durumda açıklık belirinceye kadar tehlikeli bölgeden geçici olarak ayrılmaya karar verdim. gitmekle, vekili olduğum şánı yüce peygamberin yaptığını yaptım, kaçmadım, hicret ettim.’

    ihanet etmedim: ‘talih ve kader bizi vatanımızdan ayırdı ve nihayet gurbetlere attı. allah’ın takdiri ve kısmetimiz böyleymiş. ...gerçi málum sebepler yüzünden dinime, vatanıma ve milletime arzu ettiğim kadar hizmete vakit ve imkán bulamadım ise de, asla ihanet etmedim. şimdi burada zelil ve sefil bir halde kalmaktansa, anadolu’da at sırtında olmalıydık. ecdádımın sarıkları, aynı zamanda kefenleriydi. ...anadolu’ya gidip ordunun başına geçmem konusunu dünürüm sadrazam tevfik paşa’ya açtığım zaman, büyük bir muhalefete uğradım. ‘böyle bir avantüre giremezsiniz. biz, mustafa kemal paşa ile haberleştik. zaferden sonra, size bağlılığını bildirecek. onun istemediği, sadece damad ferid paşa’dır. galip gelirse zafer sizin, allah göstermesin yenilirse de bu yenilgi onun hesabına olacaktır. vaktiyle enver ve talát yenilmişlerdi ve onların hatalarını düzeltmek için galip devletlerle şimdi siz mücadele içerisindesiniz. anadolu’ya gidip mağlup olursanız vaziyeti kim kurtarır?’ deyip anadolu’ya gitmeme máni oldu.’

    üç büyük hata yaptım: ‘ben de insanım, hata etmediğim iddiasında bulunamam ve başlıca üç hatamı itiraf ederim: birincisi, rahmetli biraderim sultan reşad’dan sonra saltanat makamını kabul etmem. ikincisi, mütareke hükümetlerine, başta ferid paşa olmak üzere tevfik, izzet, ali rıza ve salih paşalar gibi milletin ve devletin kalbur üstü isimlerine talihimi bağlayarak aldanmam. üçüncüsü; devleti kuran ve halis muhlis türk olan osmanoğulları’nın memleketten sürgün edilip hiláfetin ortadan kaldırılacağına asla inanmak istememem. ...böyle bir tecrübeden sonra insanın vicdanının nasıl temizlendiğini, inancının ve tevekkülünün yeniden nasıl doğduğunu bilemezsiniz.’

    paşa’yı ben gönderdim: ‘bugün içinde bulunduğum ve hak etmediğim düşmanlıktan rahatlık ve mutluluk duyuyorum. ...bu, bana huzur da getiriyor. eğer yaşarsam ve mücadeleden muzaffer çıkarsam, ‘bir kötülüğe batıp çıkmıştım’ diye teselli bulacağım. düşmanlığa karşı mücadelenin yoğun, acı verici ama dayanılmaz olmadığına inandığım için kendimi feda ederek çok sevdiğim memleketimi kurtarmış olmaktan mutluluk duyacağım.

    memleket sevgim bana, istanbul düşman süngüleri altındayken mustafa kemal paşa’yı yunanlıların üzerine göndermek gibi ağır bir kararı aldırarak iláhi bir mutluluğun da zevkini tattırdı.’

    sevr’i imzalamayacaktım: ‘o sevr andlaşması ki, elime ilk aldığımda keskin bir acı ve korkulu bir ürperti hissettim. ...sevr bana göre ne bir andlaşmaydı ne de bir pakttı; kötülüğün baştan aşağı ta kendisiydi.

    bana gelince; mecburi ve geçici imza taktiğiyle biraz zaman kazanmaya çalıştım. saltanat şûrası’nı da zaten her türlü mes’uliyeti üzerime alarak galipleri ve zaferlerinden sonra türkiye’ye karşı aşırı düşmanca bir tavır içine giren bu memleketlerin kamuoyunu biraz sakinleştirmek için teşkil etmiştim. gelişmeleri bu şekilde beklerken biraz zaman kazanmaya çalıştım, zira olayların gidişatını normale sadece zaman çevirebilirdi.

    ...eğer işler kötü gider ve bu oyalamakta muvaffak olamazsam, andlaşmayı imzalamaktansa tahttan feragat etmeye kararlıydım.’

    hazineyi almadım: ‘istanbul’u terkederken osmanoğulları’na ait bulunan ve benim için çok büyük kıymet taşıyan eşyaları yanıma almayı düşünmedim. bu sebeple, yabancı bir memlekette şimdi beş parasız, yüzüstü ve ızdırap içinde kaldık.’
  • murat bardakcanin osmanli hanedanliginin son yillarini anlatan, okurken insanin icini burkan kitabidir. vahidettin'in bir botun rihtimana binerek italyanin san remo kentine sürgüne gittigi, kendisinin hic de iddia edildigi gibi hain olmadigi, kendisini kendi ifadesi ile "bütün musibetleri üzerine cektigi ve paratoner görevi gördügü" diye tanimladigi o yillari anlatan kitap. mustafa kemal pasa'nin saraya damat olma ihtimali de anlatilir kitap'da. bir roman gibi okunaklidir ayrica. cok uzun süre önce okumustum bu kitabi ve hüzünlenerek bitirmistim. cünkü kitabin son sayfalarina dogru ilerledikce, sadece kitabin son noktasina degil, ayni zamanda 539 yillik bir tarihin son anlarina yaklastiginizi fark ediyorsunuz.
  • murat bardakçı'nın , inkılap yayınlarından tekrar basılan sultan vahdettin kitabı.

    “… elbet birgün hak kuvvete üstün gelecek ve necîb milletimiz hakikatleri öğrenecektir…”

    "torunları, sultan vahdettin’e $ahbaba derlerdi. $ahbaba, yukarıdaki satırları ölümünden birkaç gün önce yazmıştı…. son padi$ahın tarihteki rolü yıllarca tartı$ıldı ama, o hiç katılmadı bu tartı$maya…

    murat bardakçı’nın titiz bir ara$tırmayla topladığı ve bugüne kadar hiçbir yerde yayımlanmamı$ belgelere dayanarak kaleme aldığı $ahbaba sadece sultan vahdettin’in değil, ailesinin ve yakın çevresinin de hikâyesi…
    hükümdarın kızı sabiha sultan’ın ifadesiyle, “masalı andıran bir hayat ya$ayıp ba$döndürücü ini$-çıkı$lar ve ta$kın fırtınalar atlattıktan sonra pek de kolay olmayan bir $ekilde ayakta kalabilen insanların” öyküsü…"

    http://www.inkilap.com/
  • guya mustafa kemal demis ki; "isteseydi topkapı'nın bütün cevahirini götürür ve öyle bir ordu kurup geri dönerdi ki..."

    ulke topraklari yunan, ingiliz, italyan, fransiz ve ermeni ordularinin isgalindeyken "geldikleri gibi giderler" diyen ve bu dedigini gerceklestiren bir insanin sarfedecegi turden bir soz mu bu?

    "sahbaba" tahtin basindayken, topkapinin butun cevahiri elindeyken, ulke icinde kendisine halen itaat eden ordusu (kuvayi inzibatiye) varken ve itilaf devletleri de bu orduyu desteklerken bile yenemedigi tbmm'yi sonradan geri donup nasil yenecekti?

    bu noktada iddia sahiplerine cesitli sorularim olacak:
    1- topkapinin cevahiri ile 1922 sonrasi tbmm ordusunu oyle kolay yenecek gucte bir ordu kurulmasi mumkun ise, neden bu ordu daha once kurulup;
    1.1- isgali onlemek icin kullanilmamisti?
    1.2- isgalcileri ulkeden defetmek icin kullanilmamisti?
    1.3- tbmm'yi yenmek icin kullanilmamisti?
    2- "sahbaba" orduyu nerede kuracakti?
    3- bu ordu hangi millet/milletlerden olusacakti?
    4- bu ordu turkiye cumhuriyeti topraklarina nereden giris yapacakti?
  • son osmanlı padişahı sultan vahidettin'e torunlarının hitap ediş şekli.
hesabın var mı? giriş yap