• bir cezaevindeki hücreleri gözlemliyorum bu yazıyı yazarken.

    duvarların hepsi aynı renkte değil. bir hücrenin rengi ise diğer gruplarla tamamen alakasız. sanki gereken renkte boyayacak malzeme kalmamış, onlar da kenarda buldukları alakasız bir renk ile o kalan tek hücreyi boyamışlar gibi görünüyor.

    bahçede tutukluların spor yapabileceği küçük alanlar bulunuyor. henüz bahçede bir tutuklu görmedim. bekçi kuleleri çok sık inşa edilmiş. bir zamanlar buradan kaçabilenler olmuş, ancak bugünlerde bunun eskisi kadar kolay olmadığı aşikâr.

    buradaki duvarlara bakarken; vaktinin çoğu hastanelerde geçmiş biri olarak söyleyebilirim ki, hayattaki en önemli şey özgürlüktür. schopenhauer bir kitabında insan için en mühim şeyin sağlık olduğunu iddia ederdi, lâkin ben hastanede bulunduğum süre içinde burada hissettiklerimi hissetmedim. aslında sağlık bile, insanın özgür olma arzusuna hizmet eder. diğer her şey gibi. insanların arzuladığı, hırs yapıp hayatının merkezine koyduğu sağlık, para, güç gibi ideallerin hepsinin temelinde özgürleşme dürtüsü vardır.

    bu bana biraz hayatın ironisi gibi geliyor, zira özgürlük kavramının kendisinin başlı başına bir illüzyon olduğuna inanan biriyim. (#105036532)

    haliyle; ontolojik olarak varlığını kabul etmediğim özgürlüğün, siyasi ideolojimin de temelini oluşturması da hep çözümlemem gereken bir paradoks olmuştur iç dünyamda.

    spinoza'nın "şayet havaya atılan bir taş düşünebilseydi, kendi isteğiyle yere düştüğünü sanırdı." şeklinde bir aforizması vardır bu konuyla ilgili.

    bu perspektifle benden özgürlüğün tanımını yapmamı isteselerdi, muhtemelen "içinde bulunduğumuz durumun/yerine getirdiğimiz eylemin, iç dünyamızdaki arzularla uyuşması." derdim özgürlük için.

    kısacası gandhi'nin "mutluluk" dediği şeye ben "özgürlük" derdim.
  • "kendimizi özgür zannediyoruz, oysa ki sadece ipimizi biraz uzun bırakmışlar. sınırlara gelince fark ediliyor bu. dışarı çıkmak isterken kendini cama vurup duran yarı delirmiş karasinekler gibiyken. sadece geceleri, yapayalnız ve yalınayakken anlaşılabilecek şeyler var."

    emrah serbes
    afili filintalar
  • bundan asirlar once, sureligine mersin'de bulundugum bir zaman diliminde, antakya'da bulunan arkadasima gidip, yetmiyormus gibi iki gun kalma sansini yakalamistim.
    mersin'den otobuse binip, meshur sicak memleketlerden otobus klimasi ile ferahlayip, adana'da mola verip, antakya girisindeki fabrikalara selam verip son vermistik yolculuga.
    ben mutaassip bir aile kiziyim. kendime yirta yirta yarattigim bir yasam alanim var ama, bir kobay faresi gibi, gidip, gorebilecegim yerler hep uzun duvarlarla orulu.
    hayatimda ilk defa kendi basima, kimsenin ne yapacagimi soylemeyecegi bir zaman dilimine sahibim.
    ilk gun-gece sahile attik kendimizi. ben belki ilk defa, o gece orada yuzume vuran sicak antakya ruzgarinda anladim ozgurlugun ne oldugunu. belki o an degil ama, sonra sonra ne vakit kanatlarimi cirpmaya yeltenip, kendi icime donup, tutsakliga alistigimi hissettsem, yuzume vuran o sicak ruzgari, o kokuyu hissettim burnumun ucunda ve parmaklarimda, kamburumda.
    esir dusmeden anlasilacak gibi degil. onlarca sorumlulugu sevmeye calistikca, ara ara kirpiklerimin arasinda buluyorum o duyguyu.
    iki gun..
    iki gun boyunca, butun hayatimin ozgurluklerini yasadigim icin, sonrasinda anladim esareti.
    belki komik geliyordur, tum hayatini bu hisle yasayanlara ama, butun hakkimi kullanmamis oldugum hissiyle baglaniyorum hayata.
    daglarin arasindan dogan o sari gunesi, icime dogan o kirmizi urpertiyi, ve basimda esen o kavak yellerini yine bulacagimi biliyorum.
    umut etme ozgurlugum var..
    degil mi ?
  • hocamız anlatırdı, osmanlı meşrutiyet çağlarında ülkedeki ıslahatların neden istedikleri yönde ilerleyemediklerini araştırmak için avrupa'ya gönderilen elçiler neyin eksik olduğunu bulup gelivermişler bir gün. demişler ki, avrupa'da olup bizde olmayan o şeyi bulduk efendimiz: özgürlük.

    "ne ola ki, bu özgürlük?"

    "insanın istemediği şeyleri yapmaması."

    "hiç mi?"

    "hiç."

    ertesi gün, ahaliden kimse işe gitmemiş.
  • george orwell'e göre, "insanlara duymak istemedikleri şeyleri söyleme hakkı"dır.

    ana tema:
    (bkz: siyaset bilimi/@derinsular)
  • zülfü livaneli'nin konserlerde "default" olarak söylediği gaz şarkısı...sözleri paul eluard'a aittir...eskiler (80'lerde, 90'ların başlarında livaneli'nin halk konserlerine gidenler) bilir bu şarkısı ile izleyenlerin nasıl havaya girdiğini...

    "...
    okulda defterime
    sırama ağaçlara
    yazarım adını

    okunmuş yapraklara
    bembeyaz sayfalara
    yazarım adını

    yaldızlı imgelere
    toplara tüfeklere
    kralların tacına

    en güzel gecelere
    günün ak ekmeğine
    yazarım adını

    tarlalara ve ufka
    kuşların kanadına
    gölgede değirmene
    yazarım

    uyanmış patikaya
    serilip giden yola
    hınca hınç meydanlara
    adını

    ey özgürlük

    kapımın eşiğine
    kabıma kacağıma
    içimdeki aleve

    camlarn oyununa
    uyanık dudaklara
    yazarım ben adını

    yıkılmış evlerime
    sönmüş fenerlerime
    derdimin duvarına

    arzu duymaz yokluğa
    çırılçıplak yalnızlığa
    yazarım adını

    geri gelen sağlığa
    geçen her tehlikeye
    yazarım adını

    bir sözün coşkusuyla
    dönüyorum hayata
    senin için doğmuşum haykırmaya

    ey özgürlük
    ..."
  • "pierre perret'nin şarkısında olduğu gibi, kuşların kafesini açmak mı gerekir?* tehlikeli olma pahasına özgür bir yaşam mı yoksa sınırlı olsa da güvenli bir yaşam mı daha iyidir? bedeli ödenecek bir özgürlük mü yoksa süslü bir hapishane mi?
    (...)
    bununla birlikte, bazı kuşların kafeste yaşamayı
    tercih ettiğini söylemek aşırıya kaçmak olacaktır.
    aslında yalnızca öyle koşullanmışlardır ve tek seferde fazla özgürlük onları ürkütür. güvenlikleri için korkar, tanımadıkları bir çevreyle karşılaşmaktan tir tir titrerler. ama bizim için de aynı şey geçerli değil mi? koca koca binaların yükseldiği bir sitede yaşarken birden ormana bırakılan bir çocuğu hatta bir yetişkini ele alalım. sizce koşa koşa geri dönüp onu evine götürmeniz için yalvarmaz mı? simgesel açıdan da doğrudur bu. bir yaşamda büyük özgürlük anları bazı kimseler için dehşet verici olabilir: işsiz kalma ya da emekliye ayrılma bazen çok kötü tecrübe edilir. başkaları tarafından belirlenmiş mecburiyetlerin ve işaret noktalarının yokluğunda tüm bu zaman boyunca ne yapacaklardır? insanlar her zaman "özgür olmak istemezler. gerçek özgürlük, hem sosyal hem bireysel ölçekte, insan için çoğu kez kaygı vericidir. bir yandan özgürlüğü her şeyden çok isterken öte yandan ondan korkarız.

    hepimiz göçmen kuşların mavi göklerine gıptayla
    bakmaz mıyız? bu kuşlar, yükseklerde süzülme, kaçıp gitme, seyahat etme, erişilmez yerlere ulaşma kapasiteleriyle özgürlüğün en güçlü simgelerinden birini temsil eder. unutmayalım ki uçma yeteneğine -makineler sayesinde-kavuşması insanın kendi tarihinde pek yenidir. çok uzun zaman, çıktıkları yüksekliklere ulaşmaktan aciz, başımız havada kuşları seyrettik. kendimizi bu kadar üstün görürken, onlarla bu alanda aşık atamamak biraz küçük düşürücü. insan, yer değiştirme özgürlüğüne kavuşmasını sağlayacak bu yetiyi hep kıskanmıştır. nihayet gökyüzünü fethetmeyi başardı ama ne zorlu yollardan geçerek!

    kendi özgürlüğümüzü idrak etmekte güçlük çektiğimiz gibi, başkalarının özgürlüğünü kabul etmek de bize zor gelir. zamane çocuklarının kuluçka dönemi, yavru kuşlarınkinden daha uzun sürüyor. kuş ebeveynler yavruları inisiyatif alsın diye bırakır, kendi başlarına uçmaya cesaretlendirir. yirmi birinci yüzyılda, sokaklarda koşturan, oynayan neredeyse hiç çocuk göremiyoruz. başlarına bir şey gelir korkusuyla onları sürekli kontrol altında tutuyoruz. çiftler için de aynısı geçerlidir. hangi biçimde olursa olsun ötekinin özgürlüğü çoğunlukla korku yaratır. daha da kötüsü, ailedir. aile normun, yargıların yeridir: grupla aynı olmak gerekir. şayet üyelerden biri sınırların ötesine bir adım fazla atmaya yeltenirse ya kendisine hemen düzen hatırlatılır ya da dışlanır.

    gelgelelim, başkasını ne kadar kapalı tutarsak firar riski de o kadar artar. (...)

    kuşların yaşamına yakından bakarsak şunu fark
    ederiz: civcivler veya yavru güvercinler tamamen özgür bırakıldıklarında yuvalarından çok fazla uzaklaşmazlar. havalar kötüleştiğinde ya da bir tehlike algıladıklarında hemen oraya sığınırlar. (...)

    insanlar için de böyledir. özgürüz diye illa kaçıp
    gitmeyiz. yuvada her şey yolundaysa hep oraya geri döneriz. (...) ihtiyacımız olan şey belki de budur: ahenkli bir denge. (...)"*
  • güney afrika cumhuriyeti'nde, 1994 yılında nelson mandela'nın başkanlığını yaptığı afrika ulusal kongresi (anc) seçimleri kazanır ve ülkedeki apertheit rejimi sona erer.

    anc'nin ilk yaptığı işlerden biri anayasa reformudur. anayasa reformu çerçevesinde, cinsiyet, toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelime dayalı ayrımcılık da yasaklanır. yasada, transgender bireylere yönelik cinsiyet kimliğine dayalı ayrımcılığın, toplumsal cinsiyet başlığı altında engellendiği özellikle belirtilir.

    sokak röportajları sırasında bir travesti şöyle der:

    -insanlar hala bana fiziksel şiddet uygulayacaklar, hakaret edecekler ve yüzüme tükürecekler. bu durumda kafalarına anayasa atarak mı kendimi savunacağım? ama şu var ki kendimi hiç olmadığı kadar özgür hissediyorum.
  • fransız komünist partisi üyesi olan paul eluard'ın ölümünden 30 yıl sonra zülfü livaneli tarafından bestelenmiş şiirdir. zülfü efendi haricinde yurtdışında başka birçok farklı besteci de bu şiiri (bkz: liberte) müziklemiştir. her ne kadar vodafone reklamında paul eluard'ın şiirinin türkçe çevirisi kullanılmamış olsa da, telif hukukunu azıcık dahi bilenler, hem reklamın konsepti özgürlük temasına dayandığı için hem de eserin sözleri, şarkının mütemmim cüzü olduğu için, sadece zülfü livaneli'nin veya pek sevgili temsilcisi uluslararası kartel universal music'in izniyle bu reklamın yayına çıkamayacağını bilirler.

    buradan zülfü efendi'ye her şey satılık şarkısını hediye ederken, mezarında paul eluard'ın kemiklerini sızlattığı için de kendisine tüm zamanların lalesi ödülünü veriyorum.

    80'lerin ilk yarısında kendisine popülerleşme aygıtı olarak seçtiği mikis theodorakis için boğaziçi üniversitesi'nde düzenlenen fahri doktora törenine gelmeye tenezzül bile etmeyen zülfü efendi, avea açıkhava konserlerinde afiyetle yeni vodafone jingle'ını da çığırır herhalde.

    (bkz: edeb ya hu)
  • 1.en guzel sey.
    2.louis aragon'un bir siiri. (bkz: aragon)
    3.zulfu livaneli'nin eski -ve en iyi- sarkilarindan.
hesabın var mı? giriş yap