• yalnızca yandaşların görebildiği cümleler yazan gazete. sosyal medyada köpürttükleri, mağdur edebiyatı yaptıkları yazı şu:

    [http://www.theguardian.com/…ey-recep-tayyip-erdogan http://www.theguardian.com/…ey-recep-tayyip-erdogan]

    içinden cımbızlayıp, köpürttükleri cümle:

    --- spoiler ---

    mr erdogan has maximised his constituency in the somewhat poorer, somewhat less westernised and more religiously inclined segments of turkish society, and he has acquired a substantial body of big business supporters who benefit from association with him.
    --- spoiler ---

    bu cümleden "tam batılılaşmamış, yoksul müslümanların kendi ülkelerini yönetmelerine izin verilemez." gibi bir anlam çıkarmak için; ya hiç ingilizce bilmeyip tamamen google translate çevirisine bel bağlamak gerekiyor -ki o bile bu kadar saçmalamıyor- ya da dezenformasyon ve yalancılıkta zirve yapıp konuyu mağdur edebiyatına bağlamak gerekiyor. sanırım kendileri de dahil herkes doğru seçeneğin hangisi olduğunu biliyor.
  • cumhurbaşkanımıza "denge duygusu yok" demişler.
    http://www.bbc.co.uk/…15/06/150531_guardian_basyazi

    kimse zahmet etmesin, ben gereken cevabı yazıyorum.

    (bkz: sen kimsin ya)
  • guardian'dan fiachra gibbons'ın 13 temmuz 2013 cumartesi günkü yazısı...

    "erdoğan’ın başdanışmanı türkiye’deki protestoların arkasında ne olduğunu biliyor - telekinezi

    türk hükümeti gezi parkı protestolarını açıklayabilmek için lufthansa’dan cıa’e, bazı endişe verici komplo teorileri üretti.

    türk hükümeti gezi parkı protestolarının arkasındaki “gerçek nedenleri” harmanlamaya başladığında, ilk komplo teorileri hayal gücünden oldukça yoksundu – cıa, (türkiye’nin) ekonomik başarısını kıskanan avrupalılar, teröristlerle ortaklık yapan belirsiz yabancı mihraklar, twitter, “faiz lobisi” ve tabiki uluslararası yahudi komplosu. türkiye’nin (veya aslında yunanistan’ın) şu eski dostumuz yahudilerin dünyayı ele geçirme planları kitabı (elders of zion) olmasa günah keçisi kim olurdu acaba?

    türk halkının devlet yönetimi, karlılık ve dindarlıkta altın çağ yaşarken sokaklara çıkmasının (kendisi için de bariz şekilde akıl almaz bir durumdu bu) tabiki bir hikayesi olmalıydı.

    ve aslında şu anda cevabı öğrenmiş bulunuyoruz – bu, karanlık güçlerin başbakan recep tayyip erdoğan’ın saygınlığını yitirmesi için yapılmış muazzam bir telekinezi saldırısıydı çünkü o türkiye’yi “dünya için bir model” yapmıştı. doğrusu, bu şaşırtıcı buluşu yapan yiğit bulut erdoğan’ın başdanışmanı oldu. hayır, şaka değil. telekinezi, tabiki siz de fark ettiniz, yunanca bir kelime.

    bakanlar ve türkiye’nin ana akım medyası, geçen aydan beri erdoğan’ın istanbul’daki bir parkla ilgili basit bir planlama ihtilafının, milyonlarca kişinin sokaklara dökülüp başbakan’ın otoriter tarzı ve protestoculara karşı polis vahşetiyle sonuçlanan olayları şok edici derecede kötü yönetimini örtbas etme konusunda birbirileriyle yarışıyorlar.

    başkanı olduğu ak parti, farklı şekillerle gezi parkı protestolarının cnn veya bbc ve hatta reuters’in işi olduğunu iddia etti (ajansın muhabirlerinden biri başbakan’a “uygunsuz bir soru” sorduktan sonra). cnn’den christiane amanpour bir sahte gazete röportajında “protestoları” para için başlattığını “itiraf etti”. ak parti ayrıca hükümetin gazabından korkan medya organı sahiplerinin daha önceden kovduğu, önde gelen liberal gazetecileri de parmakla gösterdi. (türkiye, zaten dünya’da gazetecilerin en çok tutuklu olduğu ülkeler sıralamasında birinci durumda)

    polis tarafından öldürülenlerin lekelenmesinden daha da şok edicisi, erdoğan’ın ak parti’sinin ortaya doğru dürüst bir komplo teorisi bile koyamaması. mısır’daki askeri darbenin türkiye’deki islamcı kesimin ruh haline faydası olmadı – veya bu çılgınlığın ortasında kendi kendini gerçekleştiren kehanet - türkiye’de bono oranları bu süreçte neredeyse iki katına çıktı.

    gerçeklerin dışında, tüm komplo teorilerinin (bunların hepsi hemen açıklanacakken hiçbir zaman açıklanmadı) eksiği her kalıba girebilen bir unsurdu: erdoğan’ın ufacık bir çimenlik için kendisinin ve ülkesinin tüm itibarını çöpe atacak kadar kafa karıştırıcı rezaleti bir rasyonel dahilinde açıklayacak ve başka bir boyuta taşıyacak olan unsur.

    bulut – tv programcısı, yorumcu ve kaygan direklerin tırmanıcısı, (gezi parkı olaylarına kadar saç jölesini orantısız olarak kullanmasıyla tanınıyordu) öne çıktı. protestoların başbakan’ın istanbul’da yeni inşa edilmesini istediği devasa havaalanının “100 milyon yolcunun almanya’dan türkiye’ye çevrileceği için” alman havayolu şirketi lufthansa tarafından, ödendiğini söyleyerek yıldızı parlayan bulut, uçtu.

    bulut, türkiye düşmanlarının erdoğan’ı telekinezi ile öldürmeyi planladığını iddia etti. bulut geçen ay televizyonlara “telekinezi ve daha birçok yöntemle recep tayyip erdoğan’ın ölmesi için sürekli çalışma yapılıyor” dedi. bu hafta bulut, erdoğan’ın resmi danışmanı oldu.

    kulağa tamamıyla çılgınca gelebilir fakat perde arkasında erdoğan’ın kendisini ölümüne seven destekçilerine bir mesaj olarak bu meydan okuyan ve değişken davranışlarının bir ölüm-kalım mücadelesi vermesine dayanmasından böyle bir yöntem olma olasılığı akıllara geliyor.

    türkler endişe etmeliler mi? bu eğer erdoğan’ın halet-i ruhiyesini bir anlık görebilmelerine yol açıyorsa etmeliler. protestoların zirvede olduğu bir zamanda istanbul’daki büyük bir toplantıda kendini türkiye’de seçimle başa gelen ilk lider olan ve şu anda pkk lideri abdullah öcalan’ın tutulduğu ada hapishanesinde ordu tarafından asılmış olan adnan menderes ile kıyasladı. o zamandan beri, erdoğan köprüler inşa etmek yerine kendi hakimiyetini sağlamlaştırmaya ve öç almaya çalışıyor – bunlardan sonuncusu gezi parkı olaylarında kendisinin canını sıkan, planlama ile ilgili yetkili durumda bulunan tmmob’ni yetkisizleştirmesiydi.

    aslında gerçekte erdoğan’ın her zaman en büyük tehlikesi erdoğan’ın kendisi ve çevresindekiler olmuştur – emlak kralı damadından her yere kendisiyle gelen eski kasımpaşalı arkadaşlarına (bir keresinde bu kişiler başbakanı ramazan ayında silahla korunan arabasında bayılmış haldeyken hastane önünde mercedes’ine kilitlemişlerdi). sadece beş yıl önce yeni başdanışmanı kendisine ve partisine, atatürk’ün kurduğu laik devlete “faşist” bir tehdit olarak saldırıyordu. osmanlı imparatorluğu’nun ümitsiz bir nostaljiği olan erdoğan, padişahlarının çoğunun savaşta değil kendilerinin yerine geçmek isteyenler tarafından öldürüldüğünü hatırlayacak kadar da akıllıdır."

    fiachra gibbons
    the guardian

    http://www.guardian.co.uk/…esis-conspiracy-theories
  • tanımlamak için bir sıfat kullanmak gerekirse, olan biten herşeyin gerçek olduğunu söyleyebiliriz.

    ilk bakışta pek anlamlı veya dikkat çekici gelmiyor. ee yani? sadece gerçek?

    dizi, tabiri caizse başroldeki nick'in sıçışıyla başlıyor. uyuşturucudan yakalanıp, babası sayesinde hapisten kurtulup kamu hizmetine mahkum ediliyor. bir tarafta babasının firmasında şirket avukatlığı yaparken, bir tarafta da sosyal hizmetlerde önce çocukların sonra da yetişkinlerin davalarına bakıyor. piyasayı ve rekabeti sevdiğini söyleyen nick için denkleme devlet ve diğerkamlık giriyor. ve dizinin süresi boyunca gittikçe ikincisine değer vermeye başlıyor.

    babasıyla olan mesafesi, hesaplaşması, kavgası değişik bağlamlarda devam ediyor. basit bir şirket satış anlaşmasını bir savaşa çevirip kovulması gibi manidar olaylarla ahlak, değerler ve dürüstlük gibi kavramlar üzerinde düşünülmesi sağlanıyor.

    kadınlarla olan ilişkisi de karakterinin sorunlu alanlarından biri. evlilik dışı ilişkiler, aldatma, çocuk sahibi olma, çocuk evlat edinme gibi birçok tecrübesiyle oturup düşündürüyor.

    bütün bu süreçte en güzel olan, dizinin gerçek olması. gerçek hayatta olduğu gibi, burada da mucizeler, kahramanlıklar, büyük başarı hikayeleri yok. diziyi izlenebilir kılan şey tam da bu.

    24 dizisi boyunca defalarca rehin alınan, sorgulanan, çatışmaya giren jack bauer'in ölmeyeceğini, bir şekilde etrafından ölen insanlara rağmen dünyayı kurtaracağını biliyorum. ama burada nick her davayı kazanacak, her sorunu çözecek, kendisini ve insanlarla olan ilişkisini geliştirip rehabilite olacak gibi bir kader yok. nick, her insan gibi hata yapıyor, saçmalıyor, kendisine ve etrafına zarar veriyor. genellikle soğuk ve mesafeli, bazen insani yönlerini de açıkça ortaya çıkaran birbirinden farklı şekillerde davranıyor.
  • uzun bir ucak yolculugu boyunca okunacak kadar dolu bir ingiliz gazetesi
  • gerçek hayatta insanların ne kadar isterlerse istesinler, ne kadar içlerinden gelirse gelsin kolay kolay değişemediklerini, bunun 50 dakikalık bir diziye hızlı çekim sığdırılamayacak kadar uzun bir serüven olduğunu anlatan dizi. beni en çok şaşırtan bu denli bir populist çizgiden uzak, bu denli karanlık (pittsburgh'un havasının da katkısı herhalde bütün planlar biraz karanlık çekilmiş. sanki yönetmen david fincher gibi kasvetli bir hava var dizide) bir dizinin abd'de belli bir kitleye ulaşması oldu. nick fallin zaten arnold schwarzenegger'in amerikaya ilk geldiği halindeki kadar sınırlı kelime ile iletişim kuruyor. genel bir belirsizlik, karanlık, kasvet hakim. arada ortaya çıkan neşeli karakterler bile baba-oğul fallin'lerle karşılaşınca zaman içinde o hayat enerjilerini yitiriyorlar. hemen her bölümde ilginç bir olay oluyor ama çoğu genelde tatlıya bağlanmıyor. hollywood hastalığı mutlu son da olmuyor. bunu amerikalılar hakikaten izliyor mu bilemiyorum ama ben şahsen büyük bir keyifle izliyorum.
  • bugün benedict cumberbatch ın hamlet oyunu haberini/eleştirisini ilk sayfasından vermiş gazete.
    ne güzel lan. bir tiyatro oyunu haberi manşette. insanın gazete okuyası geliyor.

    hiç umudum yok, ama umarım bir gün türkiye'de de bir gazetede bir sanat olayı manşete gelir.
    yineliyorum, hiç umudum yok.
  • wikileaks derlemesi satilmis turk medyasina bir ders niteligindedir.

    http://www.guardian.co.uk/…ld/the-us-embassy-cables
  • simon baker'in basrolunde oynadigi ama ne hikmetse hic bir diziportalinda bulamadigim dizi.simon baker'in oyunculuk yeteneginden mahrum kaliyorum. nerde bulunur, nasil izlenir bilen varsa yesillendirirse sevinirim*
  • son zamanlarda ara sıra göz atmaya başladığım britanya gazetesi. çok kaliteli yazılar var hakikaten.

    köşe yazılarının çoğu bir akademik dergide yayınlansa sırıtmayacak derecede. en güzel kısmı da köşe yazılarının altındaki yorumlar. bazı okurlar mükemmel karşı argümanlar üretiyorlar ve zaman zaman yazıyı kaleme alan columnist de bu tartışmalara dahil oluyor.

    tam bir bilgi yuvası. hiçbir şey öğrenmeseniz bile argümantasyon tekniğinizi geliştirirsiniz, bakış açısı kazanırsınız. fakat kendi ülkemizin haline bakıp içlenmenize sebep olacaksa ve sizi üzecekse sorumlusu ben değilim.

    gerçi ben ahmet hakan ya da yılmaz özdil okuyacağıma ağır bir depresyona girmeyi yeğlerim. okuyun yani.
hesabın var mı? giriş yap