• tembellik hakkı adlı manifesto gibi kitabın yazarı. marx'ın damadı. yetmiş yaşından sonra yaşamanın bir anlamı yoktur deyip karısı ile birlikte tam yetmiş yaşında intihar etmiştir. kitabında da "emek" ve "emeğin değeri" kavramlarından bahseder.
  • fransız sosyalizm tarihinde, marksizmi ülkeye ilk getiren düşünür ve eylem adamı paul lafargue, 1842'de santiago'da (kuba) doğuyor, uluslararası bir soy sopa sahip bu şahsiyetin dedesi bordeaux'lu fransız, babaannesi zenci-beyaz melezi, annesinin babası fransız yahudisi, anneannesi de karaibli bir kızılderiliymiş. aile lafargue 9 yaşındayken fransa’ya göç ediyor, ilerleyen yıllarda paris’te tıp eğitimi görüyor, cumhuriyetçi, sosyalist, ateist ve materyalist olarak kabul ediliyor kendisi… din ile bilimin uzlaşamayacağını ileri sürerek yol alıyor kongre tartışmalarında, öncelikle proudhondan olmak üzere, kant, hegel, feurbach, littré, taine, claude bernard, fourier, saint simon, darwin ve comte’dan etkilenmiş; bir zaman sonra hükümetin değil toplumun değişmesini isteyen işçilere katılmıştır. hükümete karşı direnişe geçen gençleri kışkırttığı gerekçesiyle akademiden uzaklaştırılınca tıp eğitimine londra’da devam ediyor, londra dönüşü de marx’ın kızı laura’yla evlenip paris’e yerleşiyorlar… arka arkaya 3 cocukları da yaşayamayınca lafargue tıptan soğuyor, kendisini tümüyle sosyalist düşünce ve eyleme veriyor… fransız sosyalist partisi’nin kurucuları arasında yer almışsa da sosyalizmin zaferini göremeyip 1911’de önceden tasarladığı gibi 70 yaşına gelmeden eşi laura’yla birlikte bir koltukta kucak kucağa son soluğunu vermiş olarak bulunur… derisinin altına siyanür enjekte etme yoluyla bitirmiştir yaşamını… şunu da belirtelim; tembellik hakki egalité gazetesinde tefrika olarak yayımlanmıştır 1870’lerin sonlarında ilk olarak... kapitalist düzenin kiıyasıya eleştirisi, devrimci yazının başyapıtlarından biri, sosyalizmin klasiği niteliğiyle, komünist manifesto’dan sonra avrupa dillerine en çok çevrilen eserlerden biri…
  • alti sene evvel öss dönemi okuyup, baska yerimden anlayip, dershane ve okul hegemonyasina isyan bayragi actirmis sahis.
  • karl marx'ın "yakışıklı, zeki, enerjik ve sportif" bulduğu ve kızı laura'yla evlenerek aileye katılmasına izin verdiği fransız uyruklu düşünür ve eylem adamı.
  • karl marx'ın damadı olan düşünür yetmiş yaşına geldiğinde, karısı laura ile birlikte intihar etmiştir. intihar gerekçesi olarak mektubunda şunları yazmıştır:

    'bedenim ve zihnim sağlamken, yaşama zevk ve sevincimi birer birer elimden alan, beden ve zihinsel gücümden mahrum bırakan acımasız yaşlılık; kuvvetimi kemirip irademi sömürmeden ve beni, kendime ve başkalarına yük olacak duruma düşürmeden önce hayatıma son veriyorum. birkaç yıldır kendime 70 yaşımdan sonra yaşamayacağıma dair söz vermiştim ve yaşamımı sona erdirmem gereken yaşı tamamlamış bulunmaktayım. kırkbeş yıldan beri kendimi adadığım davanın, yakın bir gelecekte başarıya ulaşacağından emin olmanın büyük sevinciyle ölüyorum. çok yaşa komünizm! çok yaşa ikinci enternasyonal!'
  • "küba'da dünyaya gelmişti o fransız düşünür. yakışıklı, zeki, cevval ve karizmatikti. biteviye arayış halindeydi; kabına sığmaz su idi yüreği, taşkın ve delişmen. toplumsal meselelere kayıtsız durmak, bigâne kalmak bir kenara, dayanamazdı en ufak bir haksızlığa. çocukluğundan beri böyleydi; duyarlı, duygusal, adaletperver ve bir o kadar kelimeşinas. fesahat ve belagatı aşikârdı. bilgi düzeyi ve analiz kabiliyeti kadar. severdi onu kadınlar. çoktu hayranları. her kesimden hatunun kalbinin anahtarı onda saklıydı. genç kızlar, dul bayanlar; ister burjuva olsun, ister işçi sınıfından.

    müthiş bir okur, beter bir öğrenciydi. tıp alanında öğrenim gördü. lakin üniversite sıralarında ders kitaplarından ziyade kendi kendine belirlediği okuma listelerini hatmetmeyi yeğledi. hegel, fourier, comte, feuerbach ve bilhassa proudhon. nerede kurulu düzeni eleştiren çılgın bir enerji varsa, mıknatıs gibi çekti onu. değişimden yanaydı. silmek istiyordu pek çok şeyi bir kalemde. yenilemek ve yenilenmek.

    sene 1865. karl marx ile tanıştı. bu buluşma her ikisinin üzerinde derin iz bırakacaktı. o andan itibaren marksizm'e artan bir sempatiyle bakmaya başladı genç adam. aşıktı üstelik, marx'in kızı laura'ya. marx da büyük bir sevgi besliyordu ona karşı. sonunda damadı olmasına izin verecek kadar.

    bahsettiğim kişi paul lafargue. bir türlü çözemediğim bilmece; parçalarını birleştirip bütününe varamadığım muamma adam. neden mi? tembelliği bir hak hatta kişinin taşıdığı en önemli ve insani ve evrensel değerlerden biri olarak görüp savunduğu için. bir yanım anlıyor, bir yanım ise muhalefette.

    ben ki daha ziyade, anton cehov ekolündenim. çehov'un dediği gibi, inanıyorum ki "bizi çalışmak kurtarır". hamallık, angarya, ter dökmek, emek vermek, didinmek, habire dişinle tırnağınla kazıya kazıya çabalamak... bunları severim. çalışkan biri olduğumu iddia etmiyorum, lakin çalışmaya müptelayım, onu biliyorum. kariyer için değil; bir yerlere gelmek, unvanlar payeler edinmek, illa da bir şeyler "olmak" için değil; 'varmak" için dahi değil, sadece ve sadece "gitmek" için, sırf gidebilmek, buradan öteye firar edebilmek...

    boş durmamak- hareket etmek, hep ama hep didinmek, kendinden ötesini merak etmek, hudutları aşmaya gayret etmek anlamında. dolayısıyla paul lafargue gibi süper-karizmatik bir adam çıkıp da karşıma, yüzyıllar ötesinden ve kitaplar içinden, bana tembelliğin bir hak olduğunu söylediğinde, hafiften bozuluyor kimyam. ya sizin?

    ona kalsa o kadar vahim bir şeydi ki çalışma tutkusu, dünya üzerindeki yoksulluğun sebebini bile buna bağlıyordu neredeyse. yani insan, en doğal hakkı olan özgürlüğünü unutup kendini çalışma ahlakına ve çarkına adamıştı ya. bir köyde, kasabada ya da şehirde fabrika açmanın korkunç bir sey olduğuna inanıyordu mesela. bırakın orayı kalkındırmak. insanlara ekmek kapısı olmak... zira paul lafargue'a göre her fabrika, insanları hiç durmadan çalışmak zorunda bırakacak, mutsuz edecekti. velhasıl çalışmayı bir tarafa, insanı mutlu eden her şeyi (aşk gibi. özgürlük gibi, dostluk gibi) bir kenara koyuyor ve bunların zinhar bağdaşmayacağını savunuyordu.

    çelişkilerle doluydu hayatı, kişiliği. hepimiz gibi herkes kadar. hem böylesine sebatla savunurdu tembellik hakkını; hem baksanız hayatına, didindi durdu senebesene. fransız sosyalist partisi'nin kurucuları arasındaydı. işçi hareketinin ses ve yankı bulması için uğraş verdi.

    yaşlanmayı fikir olarak sevmediği gibi ilke olarak "yanlış" addediyordu. insanın zihnen ve bedenen acz içinde kalması ihtimali onu ürkütüyordu. en fazla 70 yaşına kadar yasayacağını iddia etti hep. bundan ötesini kendine haram gördü. o mu aşıladı karısına bu asi fikirleri yoksa laura da kocası gibi mi bakıyordu hayata, bilemiyorum. ama gün geldi, üstelik hiç de "ihtiyar" sayılmayacak bir yaşta, tastamam 69'a vardığında kıydı canına. 66 yaşındaki karısı da onunla beraber intihar etti.

    geride bir not bıraktılar. sağlıklı bir beden ve zinde bir dimağ taşımak gerektiğinin altını çizen bir mektup. ilerleyen yaşla beraber bunları kaybedecekleri için kendilerine ve başkalarına yük olmamaya karar verdiklerini anlatan satırlar...

    okuduğunuzda tüyleriniz diken diken oluyor. bir insan kendini nasıl böyle programlar? üstelik tembellik hakkını savunan bir insan?

    vazgeçilmez bir hak mıdır sahi tembellik? yoksa bizi çalışmak mı kurtarır en başta kendimizden? iki ayrı ekol; iki ayrı felsefe..."

    elif şafak

    http://www.haberturk.com/…1-tembellik-bir-hak-midir
  • tembelliğin hakkı kitabında,
    "manevi ve politik bilimler akademisi'nin bütün jules simon'ları, cizvitlerin tüm germinys'leri, çocukları aptallaştırmak, içgüdülerini bozmak, bedenlerini çürüğe çıkarmak için, kapitalist işliklerin bozuk havası içindeki çalışmadan daha yıkıcı bir kötülük icat edemezlerdi. çağımız çalışma yüzyılıdır diyorlar; aslında acının, yoksulluğun, kokuşmuşluğun yüzyılıdır." şeklinde haykıran yazardır. öngörüsü yüksek, kalemi sağlam, dili sivridir.
  • sosyalist olduğum zamanlarda etkilendiğim iki kişiden biri. diğeri de bertrand russell. onun da in praise of idleness kitabı var benzer şeyleri söylediği.

    niye sevdim bu arkadaşı? çünkü tembelliği övüyor. binlerce yıllardır söylenegelen "çalışmak kutsaldır" klişelerine karşı koyuyor.

    tembellik güzel şey.

    her ne kadar artık azılı bir kapitalist olsam da hâla severim paul'u.
hesabın var mı? giriş yap