• evde yalnızken evinize sipariş vermemeniz gereken fastfood zamazingosu.
    öyle bi hata yaparsanız paket servis elemanı kredi kartınızı uzatırken ellerinizi avuçlayabilir, şifre girerken sizi baştan aşağı süzebilir, sonra zili tekrar çalıp kapıyı açtığınızda içeri zorla girmeye çalışabilir.
    hem de bahanesi 'pakette eksik var mı ona bakıcaktım' gibi süper salak bi şey olabilir.
    ha siz şanslıysanız, adamı zorla kapı dışına itip üstünden kapıyı kilitleyebilirsiniz. değilseniz ne olacağını allah bilir. ha bi de, mağaza müdürüne size söylediğinden daha kendince makul bi bahanr sıkabilir ve mağaza müdürü de o yapmaz öyle şey diye sizi azarlayıp başından savabilir.
    size de o zorla kapattığınız kapının önünde yere yığılıp sinir krizi geçirmek kalır...
    ben şanslıydım, ama siz olmayabilirsiniz. lütfen canınızı seviyorsanız evde yalnızken sipariş vermeyin. hatta hiç vermeyin.

    not: gg gerekçesiyle silenin götüne girsin.

    edit: taşak geçenlerin kız arkadaşlarının ve bilhassa kızkardeşlerinin başına gelmesi dileklerimle.

    edit: şube adını bilmediğimden yazmamıştım.
    14:15te göztepe şubesinden verdiğim sipariş atatürk caddesine aktarılmış. siparişim atatürk caddesindeki şubeden 15 sularında geldi.
    paket servis elemanının adını da biliyorum.
    son olarak başıma gelir gelmez 'ay dur sözlüğe yazıp popi oliyim' maksatlı bi yaklaşımım olmadı, yapmam gerekenlerin bi kısmını yaptıktan sonra, başkasının da başına gelmesin diye uyarma maksatlı yazdım bu entry yi.
    amacım farklı olsa 15:01de buraya yardırırdım zaten.
    ama siz yine de vurun, hala ölmedim bakın daha sert vurun. ki sizin yüzünüzden haklılığımıza rağmen boyun eğelim bizimle taşak geçilmesin diye. aferin böyle devam.
  • zaman zaman tuhaf çalışan monologlarına tanık olduğum hazır yemekçi.

    geçenlerde bir şubesinde sipariş ettiğimiz hamburgerler 15 dakika geçmesine rağmen hala gelmemişti. kasadaki kız en sonunda "siz gidin; ben masanıza getiririm" diye bizi gönderdi.

    elinde hamburgerlerle geldiğinde gecikmenin sebebini sorduk. kız aynen şöyle dedi:
    "valla ben de bilmiyorum ki... dalacam bigün hepsine zaten!"
  • küçükken çok mutlu olduğum yerlerden sadece biriydi.

    o zamanlar ülkede daha zincirleşmediğinden oldukça pahalıydı. iki ayda bir, ailece giderdik. çocuk menüsünde verilen oyuncaklar o zaman çok daha güzeldi. belki de biraz büyüdüğüm için güzel gelmiyordur artık.

    annemle babamı oyuncak sergilenen kutunun oraya çekerdim hemen. susar ve onların can alıcı sorusunu beklerdim: "hangisinin çıkmasını isterdin oğlum?". genelde arabalı-tekerlekli olanlardan birini gösterip masaya gönderilirdim.
    bilirsiniz; bir çocuğun en önemli görevi, koşup ailesi için yer tutmaktır.

    annemler geldiğinde heyecanla kutuyu açardım. hamburger önemli değildi benim için. ıçinden ne çıkacağıydı önemli olan. şans bu ya (!), her defasında da, istediğim oyuncak kutunun içinden bana bakıyor olurdu. ve her defasında da gözlerimi kocaman açıp aynı tepkiyi verirdim: "anneeğ babaaağ bakın istediğim çıktıığ!"
    nasıl yaptı bilmiyorum ama benim yetenekli babam açtığım oyuncak kutusunu katlayıp taç yapmıştı bir keresinde.
    kral ilan etmişti beni.

    ve ben büyüdüm. hatta o kadar çok büyüdüm ki, bir tane daha oldu benim gibi. abi olmuştum.

    ılkokul karnesi için hediye olarak mcdonalds'a götürdüm onu. oyuncakların yanına götürüp "hangisi çıksın istersin abim?" diye sordum. prensesli olanı gösterdi. "hadi sen koş masaya, yerimizi kapmasınlar."
    elimde tepsiyle masaya ilerlerken gözleri kutudaydı. masaya koyar koymaz kutuya saldırdı."ıstediğin çıkmazsa üzülmek yok ama tamam mı?"

    "ıstediğiiim!"
    ışaretli yerlerden katladım kutuyu.
    ve onu prenses ilan ettim.
  • gecenin dördünde veya çıkmaz ayın son perşembesi'nde de sipariş alsa, gündüz servis ettiği gibi servis etmek zorunda olan fast food'çu. mal mal konuşmanın gereği yok.
  • eski işyerimdir kendileri. güzel bir deneyimdi.

    çalışmak isteyip bilgi sahibi olmayanlar, müşterisi olup mutfaktaki işleyişi merak edenler için de fikir verecektir bu yazı.

    baştan belirteyim: aşağıdaki bilgiler, benim çalıştığım dönemde, benim gördüğüm ve tecrübe ettiğim bilgilere dayanıyor. bu sebeple bilgiler, işi bırakmamdan sonraki süreçte değişkenlik göstermiş olabilir.

    şimdi çalışan gözüyle mcdonald's'ta süreç nasıl işliyor ona bakalım..

    mc donald's çalışma ortamı

    çalıştığım ilk fast food zinciriydi. girer girmez laaaps diye mutfağa sokmuyorlar haliyle. öncesinde halk eğitim merkezinden ücretsiz hijyen belgesi alıyorsunuz. bunun için de günübirlik kurs ve sınava tâbi tutuluyorsunuz. ama kurs da sınav da kolay, merak etmeyin.

    daha sonra size birtakım elbise ve şapka veriyorlar. bir takım elbise değil aman dikkat* meşhur mcdonald's üniforması. hey gidi hey... akabinde size bir belge imzalatıyorlar kusursuz teslim aldığınıza dair. o yüzden belgeyi imzalamadan önce iyice incelemek gerekiyor. bir kusuru gediği varsa boş yere üstlenmek olmaz.

    belgeyi imzaladıktan sonra size kısa bir istasyon gezisi düzenliyorlar yani oryantasyon eğitimi veriyorlar. eğitmenle birlikte başta istasyonlar olmak üzere her yeri geziyorsunuz. istasyon dedik. bu istasyonlar 4'e ayrılıyor;

    kızartma istasyonu (tavuk)
    ızgara istasyonu (kırmızı etler)
    patates istasyonu (patates ve soğan halkası)
    ve son olarak da paketleme istasyonu.* (ekmek kızartma, hazırlama ve paketleme yapılıyor)

    bu istasyonların pişme sürelerini, malzeme hazırlık sürelerini, makine kullanımını sadece ayak üstü anlatıyorlar. ilk gün yabancı geldiğinden hiç anlamamıştım. zaten size söyleneni yaptıkça, yeni çalışma arkadaşlarınızdan da yardım aldıkça zamanla ezberleniyormuş.

    istasyon bölümü bittikten sonra sizi 3 tane depo bekliyor:

    soğuk depo,
    serin depo,
    ve kuru depo.

    oryantasyona devam edip soğuk depoya ufak bi' dondurucu ziyaret yapıyorsunuz. içerisi (-18) derece. içeri girmeden mont giymek zorunlu ve olur da içeride kapalı kalırsanız diye, acil durumlar için zil butonu koyulmuş. iş güvenliği konusunda hakkını vermişler yani.
    patates, soğan halkası ve et kolileri bu depoda tutuluyor. siz veya bir başkası, lazım oldukça gelip buradan alıyorsunuz.*

    bir de serin depo diye bahsedilen bir yer var. buranın içerisi (-4) derece. uzun süre durmayacaksanız burada mont giymeye ihtiyaç yok. soğuk depoda olduğu gibi içeriye önlem amaçlı acil durum butonu koymuşlar. serin depoda da salatalıklar, dondurma ve milkshake için süt, tatlandırıcı şurup ve türlü türlü (bkz: ranch sos) gibi soslar tutuluyor. tabii serin odayı, ızgara başında sıcaktan havale geçireceğimiz zamanlarda da kaçılacak yer olarak kullandığımız oluyordu.*

    son depo durağımız ise kuru depo. bu depoda kutu, bitkisel yağ, karton bardak bulunuyor. size ihtiyaç olması halinde yerlerini gösteriyorlar.

    istasyonlar, depolar bitince oryantasyona kaldığınız yerden devam edip bulaşık odasına geçiyorsunuz. size neyi hangi malzemeyle yıkayacağınızı çok kısa anlatıyorlar.*

    daha sonra kola, fanta, soğuk çay gibi içeceklerin asit ve/veya şuruplarının düzenlendiği makine odasına götürüyorlar. tabii ya.. ne sandınız? 100'lerce litre kutu kola alıp bir tankere boşaltmıyorlar.* 25 litrelik şuruplar bulunuyor. fazla detayına inmeyeceğim burası gereksiz teknik bilgiler içeriyor. bittikçe size söylüyorlar, hangisi bittiyse yenisini koyuyorsunuz. bazı kolalarda zero, light seçenekleri var. değiştirirken dikkatli olmakta yarar var.

    daha sonra elinizi yıkamanız için birlikte lavaboya gidiyorsunuz. eğitimen, size nasıl yıkamanız gerektiğini gösteriyor. burada sanki ilk kez öğreniyormuşsunuz gibi göstermesine aldanmayın. sonuçta gıda işletmesinde çalışıyorsunuz. elleriniz öyle temiz olacaksa ne ala.

    temizlik için kullanılan kimyasal maddeler evde kullandığımızın çook ötesinde. çok ciddi etkili olan ve bayağı pahalı ürünler. el temizliği için ayrı, bulaşık için ayrı, yer temizliği için ayrı deterjan ürünleri var. genelde isimleri ötegezegen isimleri gibi random gibidir. atıyorum ismi b-764 olsun. bu isimdeki kimyasal sadece el temizliği için kullanılıyor. başka yerde kullanımı yasak. isimlerini zamanla ezberliyorsunuz. zaten isimleri gibi renkleri de ayrı oluyor. ben kullanım yerlerini, kimyasalların renklerine göre ezberlemiştim. kırmızı - yer gibi.

    elinizi yıkadınız.. şimdi kurutma makinesine.. tamamen kuruyana kadar elinizi tutuyorsunuz.. daha sonra eldiven takıyorsunuz. (eldiven takacaksak elimizi niye yıkadık demeyin. lütfen o soruyu sormamış olun.)

    eldiven taktıktan sonra önlük giymek de zorunlu.

    eldivenler ise 2 çeşit.

    1: ürün hazırlanırken takılan beyaz eldiven
    2: buzdolabından et çıkarırken takılan mavi eldiven

    öncelikle mola verene kadar veya istasyonu terkedene kadar beyaz eldiven takmak zorunlu. yırtıldıysa değiştirmelisiniz. eldiven takılıyken de başka bir yere dokunmak yasak. bu konudaki titizliklerini takdir etmiştim. örneğin yeri süpürmek için bile beyaz eldiveni, önlüğü çıkarıp, çıplak elle süpürgeyi alıp, yeri süpürüp, elinizi yıkayıp, kurutup, daha sonra tekrar beyaz eldiven takıp önlük giymek gibi titiz bir süreç izliyorlar. çalışana bir yerden sonra sıkıcı geliyor ama dışarıdaki insanları (bkz: müşteri) düşününce, mecbur vicdanen katlanıyorsunuz buna.

    mavi eldiveni ise, sadece istasyona yakın buzdolaplarından ürün tedarik ederken takıyorsunuz. örneğin ızgaraya 8 tane et atacağız. beyaz eldiven zaten elimizde... üzerine mavi eldiveni de takıp etleri ızgaraya öyle atıyoruz. daha sonra mavi eldiveni çıkarıp beyaz eldivenle çalışmaya devam ediyoruz. eğer istasyonda tek iseniz ve uzun süre çalışacaksanız mavi eldiveni buzdolabının yakınlarında tutabilirsiniz.

    buzdolapları da tamamen zamandan tasarruf sağlamak için. her pişirme istasyonunun yanında mutlaka bulunur. soğuk depoda bahsettiğim eksik tamamlama işi buraya ait yani. kırmızı et lazım mesela buzdolabında kalmamış, gidip soğuk depodan alıp buzdolabına (yani size yakın olan bir yere) getiriyorsunuz. hem soğuk kalmış oluyor, bozulmamış bir şekilde. hem de sürekli git-gel yapmayarak zaman kazanmış oluyorsunuz.

    yemek molası 30 dakika. size yemekte kullanabileceğiniz 18 puan veriyorlar. bu puan da doymak için çok rahat yetiyor. hatırladığım kadarıyla mc chicken 4 puan , büyük boy kola 4 puan vs. gibi. puan bitene kadar istediğinizi alabilirsiniz. bazen 1 puan eksik gelir bazen 1 puan fazla gelir. eksik gelen müdürün insiyatifine kalmış ama fazla artınca bir sonraki güne devredilmiyor. o yüzden 18 puanı dolu dolu değerlendirilmekte fayda var. sonuçta sizin hakkınız o.

    mc donald's her fast-food zinciri kadar çok titizdi ancak benim görüp de unutamadığım yegane şey; yere düşen etlerin üflenip puflanıp ızgaraya konmamasıydı. mc donald'sta bir et yere düşüyorsa o et kendi çöp kutusuna atılır yani ıskarta sayılırdı. gün sonu diğerleriyle birlikte (aşırı pişmiş etler, bayatlamış kızartmalar vs.) ıskartalar toplanıp, zarar olarak hesaplanırdı.

    sadece temizlik değil, ürünlerde de titizlik vardı. pişmiş et ve kızartma ürünleri bir haznede tutulur, takribi 15-20 dakika bekletilirdi. yine zaman kazanmak için yapılan bir uygulamaydı bu. adı üzerinde zaten fast - food. genelde hangi saatlerde hangi etlerin yani hangi menülerin gideceği bellidir. bu yüzden "nasılsa müşteri gelir" mantığıyla fazladan fazladan bekletilmez. yine de arta kalan olursa süresi biter bitmez ıskartaya atılır, müşteriye verilmezdi.

    size bir elbise dolabı veriyorlar ama kilit şart. kamera dahi olsa insan güvenemiyor. sigara tırtıklayanlar olmuştu mesela şikayetçi olmadım ama aşırı üzülmüştüm. gelip istese paketi feda ederdim.

    bunun dışında yoğunluğa göre artmakla beraber haftada 2 kez, minimum 4 palet mal gelir. bu paletleri de çalışanlar taşır içeriye. soğuk depo malları soğuk depoya, kuru depo malları kuru depoya tek tek yerleştirilir. ekstrem bir durum yoksa mallar genelde kapanış saatlerinde gelirdi.

    yerleştirme işlemleri igiç yani ilk giren ilk çıkar modeline göre yapılır. son kullanma tarihi yaklaşan ürün, ilk gidecek üründür. bu ürünler depoda öne alınır ki, son kullanma tarihi bitince ıskartaya gitmesin. marketlerdeki gibi yani.

    restoran kapanışları güzeldir. özellikle muhabbeti saran insanlarla kalıyorsanız tadından yenmez. dağ gibi bulaşık, temizlik birikir ama muhabbet sayesinde sıkmaz insanı.

    patates ve kızartmaların pişirildiği istasyonlarda, belli periyotlarda yağ değişimi yapılır. her gün ve günün belli saatlerinde sürekli ölçüm yapılır. öyle "yağ simsiyah olmuş demek ki değiştirmemiz lazım" mantığı yok. ateş ölçer gibi bir aletle yağın kalitesine bakılıyor. belli bir standartın altındaysa mutlaka değiştiriliyor.

    her restoran da kendi özelinde teste tâbi tutulur. bazen gelen şikayetlerin artması, bazen de rutin kontroller sebebiyle mcdonald's sık sık restoranlarına gizli müşteri yollar. bildiğiniz müşteriden farksızdır o yüzden tespit etmek imkansızdır. çaktırmadan yerlere, kasiyerin üslubuna, mutfaktaki tempoya, siparişin hızına vs. bakar ve bunları rapor halinde merkeze bildirir. zaten gizli müşterinin geldiği de, hazırladığı rapor merkezden restorana ulaşınca fark ediliyor. eksiklik varsa uyarı yapılıyor, yoksa sorun olmuyor.

    entry'nin başında eski işyerim dememin sebebi çalışılamayacak kadar tempolu ortamı olmasından kaynaklı. her an bir koşuşturmanın içindesiniz. güzel bir işyeri olsa çıkmazdım mantıken. ki zaten yaz aylarını boş geçirmeyeyim diye girdiğim dönemlik bir işti. kesinlikle uzun soluklu çalışmayı tavsiye etmiyorum. çalışanlar arasında dönen entrikalardan mideniz bulanır. kendi halinde takılan mülayim bir tip oluşumdan ötürü çok şükür sadece duymakla yetindim. bana bulaşan olmadı yani.*

    erkekler her gün sakal traşı olmak zorunda.
    kadın-erkek fark etmez sürekli şapka takıyorsunuz ve sıcak bir ortamda çalışıyorsunuz. saçlar saatlerce fönlenmiş gibi oluyor ve maalesef dökülme, yağlanma oluyor.

    yemekler dışarıdan iyi görünebilir ama temizlikte görmemeniz gereken şeyler (donmuş yağ vb.) görünce iştahınız kaçıyor. bir süre sonra dışarıdan veya evden yemek getiriyorsunuz.

    izin günleri sizi çağırabiliyorlar eleman eksik diye veya normal mesai saatinde müşteri az diye size önceden paydos ettirebiliyorlar. bunlar da fazladan yorulmanıza veya eksik çalışmadan ötürü kesilmiş maaş almanıza sebep oluyor.

    kasadaki arkadaşların prim almak için birbiriyle girdiği amansız savaşı görmek istemezsiniz. çalışanlar arasındaki bu rekabetçilik, yukarıda bahsettiğim entrikaları doğuruyordu.

    maalesef mobbing var. genelde sizden önce işe girip rütbe alamayan eski çalışanlar, bilerek yenilere iş kitliyor, zorbalıkla test ediyor. ilk gün fark edememiştim ama ikinci gün güzel bir üslupla çok sağlam uyarmıştım o kadını. müşteriler bile dönüp mutfağa bakmıştı.

    giriş ve çıkışlarda kart okutuyorsunuz. çalıştığınız saat, verdiğiniz mola süresi sisteme kaydediliyor. ay sonunda ne kadar saat çalıştıysanız asgari ücret üzerinden hesaplanıp banka hesabınıza yatıyor. kasadakiler harici prim alabilen yok. kapanışa kaldığınızda, temizlik uzun sürdüğü için mesaiye kalmak kaçınılmaz oluyor ama bir şekilde asgari ücrete denk getiriyorlar. (mesela 4 saat fazlanız varsa bir sonraki gün müşteri de az olunca sizi 4 saat erkenden paydos ettiriyorlar) tabii bu restorandan restorana değişebilir. kartlı sistem parmak okuyucu sistemle değişmiş olabilir.

    yine kapanışlar gece geç saatlere kadar sürdüğü ve ulaşım sorun olduğu için, restoran sahibi sizin için servis sağlıyor ve evinize kadar bıraktırıyor.

    ***
    (bkz: kamu spotu): fast-food yiyecekler çok sık tüketilmemelidir.

    şimdilik aklıma gelenler bunlar. daha sonra hatırladıkça ekleme yapabilir, düzeltmelerde bulunabilirim.

    edit: anlatım hataları ve bazı imla sorunları giderildi.

    debe edit: öncelikle debe için teşekkürler. gelen mesajlarda iyi yönlerinden bahsetmişsin niye kötülerinden bahsetmiyorsun diyenler olmuş. yazıya komple bakınca "çalışan" gözüyle yazılmış birkaç kötü şey var aslında ama iyice netleştirmek adına eklemeler, düzeltmeler yaptım.
  • eşeğin şeyine su kaçıran fastfoodçu. nasıl mı? geçen gün her zamanki verdiğim siparişten yani double köfterburger menü istedim. ve siparişin altına aynen şu notu iliştirdim: "lütfen maksimum sayıda sadece mayonez istiyorum ve köfteburger'de soğan olmasın." sipariş geldi vesselam yedim afiyetle ama kafam takıldı gönderdikleri 1 adet mayoneze 1 adet ketçapa özellikle de yazmıştım sadece mayonez istiyorum diye. biliyorum ki sadece iki tane sos koyuyorlar. sinirim bozuldu tabi. menümü bitirir bitirmez hemen bir eleştirsel yorum yazdım. o da aynen şöyle;

    "verdiğim siparişe sadık kalınmamış. sadece mayonez istiyorum ve biliyorum ki 2 tane sos getiriliyor. ketçap yerine sadece mayonez istediğimi söylememe rağmen 1 tane ketçap 1 tane de mayonez geliyor. anlamak mümkün değil."

    her neyse şu fastfood olayına çok ısınamamış -aslında ısınmışım da bir kaç menü harici bir şey yiyemiyorum- biri olarak sadece köfteburger keyfim var ve onun içine de bir güzel ediyorlar. sevmiyorum yani ketçap sadece mayonez kullanıyorum bunu da karşıya hissettirecek şekilde her siparişimin altına o notu yazıyorum.

    az evvel bir sipariş daha istedim ve aynı notu tekrar yazdım;

    "lütfen maksimum sayıda sadece mayonez istiyorum ve köfteburger'de soğan olmasın."

    işte tam bu noktada beni şoka soktu mcdonald's... abi bir mayonez getirdi adam 25 tane lksjglasglsajg yuh ya. al da sok götüne der gibi getirmişler.

    not: olay yemeksepeti.com üzerinde yaşanmıştır.

    edit: dün gece verdiğim siparişin yanına 33 adet mayonez ilave etmişler. mcdonald's çıldırmış olmalı.
  • gayet ciddi bir durumu alaya alıp akıl veren tiplerden cidden korkmama sebep olmuş bir olayın aktörlerinden birisi. anlayamıyorum, "sen de evde yalnız olduğunu belli etmeseydin" diyen kişiler, evde yalnız olan bir kadının yemek sipariş etmemesi gerektiğini nereden çıkarıyorlar? ya da kadınların herhangi birinin ilgisinden rahatsız olmasını nasıl garip buluyorlar? gerçekten korkunç.
  • mcdonalds anonim şirketinin resmi tarihçesine inanacak olursak (ki inanmamamız gerektiğini birazdan göreceğiz), mcdonalds efsanesinin, bu dev dünya markasının (işinden bıkmış, klişelere sığınan bir reklam metni yazarı gibi hissettim kendimi birden) yegane yaratıcısı, şirketin tek kurucusu ray kroc isimli bir zat-ı muhteremdir. sayın kroc, hayatını multimikser pazarlamacısı olarak idame ettiren, (bu arada "multi", multiple'ın kısaltması, "mikser"'i de biliyorsunuz zaten, "bir sürü mikser" anlamında bir aletten bahsettiğimizi tahmin etmişsinizdir), günlerini amerika'nın güneybatı*** eyaletlerindeki lokanta, cafe/bar ve büfeleri gezip fast food esnafını multimikser teknolojisindeki en son gelişmelerden haberdar ederek ve isterlerse onlara cazip fiyatlarla ve 36 aya varan taksitlerle multimikser satarak geçiren kendi halinde bir adammış. mr. kroc günlerden bir gün (mesela perşembe) evinin yakınlarındaki bir parkta, bir elma ağacının gölgesinde oturmuş dinlenirken kafasına bir elma düşmüş. bunun üzerine bay kroc "ohoo, isaac newton yerçekimini keşfedeli üçyüz yıl oluyor, hikayeler birbirine karıştı sanırım." diyerek uyuklamaya devam etmiş.

    neyse efendim, günlerden başka bir gün (varsayalım salı), ray kroc san bernardino, california yakınlarındaki bir çöl kasabasındaki küçük bir hamburgerciden sekiz multimikserlik bir sipariş alınca kendi kendine "kızılkayalar boyutunda bir hamburgercinin niçin bir seferde 40 milkshake yapabilecek sayıda multimiksere ihtiyacı olsun ki?" diye meraklanmış, ve de boş bir vaktinde gidip bu hamburgerciyi görmeye karar vermiş. san bernardino'ya ulaştığında karşılaştığı manzara hayli ilginçmiş: maurice ve richard mcdonald adında iki kardeş tarafından işletilen, ufacık (taş çatlasa 50-60 metrekare), leziz burgerler, gevrek patates kızartmaları, yoğun ve enfes milkshakeleri olan müthiş kalabalık bir burger joint. 52 yaşında olan ve de yavaş yavaş emekliliğe hazırlanan kroc bey, inanılmaz bir fırsatla karşı karşıya olduğunu anlamış(mış), ve de emeklilikten vazgeçip "mcdonalds" ismini satın almış, ve de tez vakitte mcdonalds imparatorluğu'nu kurmaya koyulmuş(muş).

    bu kuruluş öyküsündeki ima, verilmeye çalışılan mesaj* şudur: "ray kroc keşfetmeden önce mcdonalds kıyıda köşede kalmış, kimsenin haberdar olmadığı, uyduruk bir büfeydi. mcdonalds'ı bugünlere getiren, verimlibir üretim ve hizmet sistemi kuran, altın kemerler* logosunu amerika'ya ve dünyaya yayan sadece ve sadece ulu liderimiz, ebedi önderimiz ray kroc'tur." lakin kazın ayağı öyle değil (bu arada uzakdoğu'da bazı mcdonalds'ların "mcgoose" isimli kaz ayağı içeren bir ürün sunduklarını biliyor muydunuz? veya ben şu anda uydurmuş da olabilirim.)

    kazın ayağı şöyle: 1954 yılında mr. kroc "mcdonalds kardeşler hamburger salonu"nu keşfettiği ve satın aldığı vakit, maurice ve richard 14 yıldır hamburgercilik mesleğini icra ediyorlar, halihazırda restoran işletmecileri arasında "yaşayan efsane" olarak biliniyorlardı, ve de - özellikle "american restaurant" dergisine kapak konusu oldukları 1952 yılından beri - ülke çapında da bir hayli meşhurdular. bu kadar küçük bir dükkandan nasıl bu kadar yüksek ciro (yıllık ş350,000) ve kar (yılık ş100,000) elde ettiklerini merak eden insanlar (ki bu meblağlar günümüzde yaklaşık ş2.3 milyon ve ş700,000 eder), sürekli olarak mcdonalds'a akın ediyor, ve de işin sırrını çözmeye çalışıyorlar, japon turistler tüm bu paranın geçtiği yegane kasanın resmini çekiyorlardı. üstelik, ray kroc'un otobiyografisindeki iddianın aksine, mcdonalds kardeşlere franchising fikrini öneren, franchising'i akıl eden de kendisi değildi. ray kroc mcdonalds kardeşleri ziyaret ettiğindekendileri zaten bir düzine franchise'a sahiptiler. dükkanın önüne "x sayıda hamburger sattık bugüne kadar" şeklinde kocaman bir afiş asma fikri de onlara aitti; hatta 1950 yılında san bernardino'daki ilk dükkanın ön kapısının üstünde "over 1 million sold" (1 milyondan fazla sattık) ibaresini taşıyan devasa bir afiş asmışlardı. eğik çatı, kırmızı ve beyaz fayanslar, ve de "altın kemerler" logosu da mcdonalds kardeşlerin phoenix*'de açtıkları ilk franchise için (yıl 1952) düşündükleri yeniliklerdi. her hamburger ekmeğinin üstüne eşit miktarda hardal/ketçap döken makinelerden aynı anda 24 hamburger ekmeğinin içine salata, domates, peynir gibi ıvır zıvır muhteviyat doldurabilen "lazy susan" aletlerine, ve en önemlisi de "uzmanlaşma" fikrine (herkesin tek bir görevi olması, çalışanlardan birisinin sadece etleri kızartması, birisinin sadece milkshakeleri yapması, vs.) kadar bugün fast food dünyasında yaygınlaşmış, endüstriyel standart haline gelmiş tüm iş yöntemlerinin mucidi mcdonalds kardeşlerdir.

    mcdonalds hakkında birkaç trivia vererek bitireyim bu entryi:

    - her yıl amerikan tüketicilerinin %96'sı en az bir kere mcdonalds'a uğruyorlar.

    - amerika'da yenen hamburgerlerin %32'si, patates kızartmalarının %26'sı, coca cola'nın
    %5'i mcdonalds tarafından satılıyor, dışarıda yenilen öğünlerin ise beşte biri (tamam, %20'si) mcdonalds'da yeniliyor.

    - mcdonalds dünyadaki tüm kurumlardan (amerikan ordusu dahil) daha fazla sığır eti ve patates satın alıyor ve daha fazla insan eğitiyor.

    - keza dünyada en fazla emlak sahibi olan şirket de mcdonalds.

    - 118 ülkede 30,000'den fazla mcdonalds var, ve de günde 50 milyondan fazla insan mcdonalds'a gidiyor (ve tahminen, hazır gelmişken bir şeyler de yiyor.)

    şunu da eklemeden geçemeyeceğim (dikkat, bu entry'nin geri kalanı tamamen kişisel bir anıdan ibarettir): ilk gençlik yıllarımın belki de en belirgin hatırası cumartesi günleri öğlen 12 civarlarında maçka'daki evimizden çıkıp, 11 yaşımda tek başıma sokağa çıkabilmenin getirdiği sorumluluk duygusunun hızlandırdığı emin adımlarla teşvikiye'ye yürümem; şimdilerde izini kaybetmek üzere olduğum bir dostumu evinden aldıktan sonra beraber osmanbey istikametinde yürüyüp, teşvikiye'yi nişantaşı'ndan ayıran dört yol ağzındaki mcdonalds'da karnımızı doyurmamız (her zaman aynı sipariş: 2 big mac menü, 4 cheeseburger, 2 sundae, biri karamelli, diğeri çilekli olsun. evet, kola ve patates kızartmalarının büyük boy olmasını isteriz, teşekkürler); mcdonalds'ın çaprazında kalan dünya gençlik merkezi'nde ayakta yarım saat kadar garfield okuyarak yemeğin rehavetinin geçmesini bekledikten sonra teşvikiye-taksim dolmuşuna binerek 14:15 seanslarına yetişmek üzere istiklal caddesi'ndeki sinemalara yönelmemizdir. çocukluğumun geçtiği maçka/teşvikiye ekseninden taşındığımız güne kadar süren ve de detayları asla değişmeyen bu ritüelin hatırına olsa gerek, her zaman mcdonalds'a tuhaf bir yakınlık duydum, big mac'i whopper'a tercih ettim, amerika'da girdiğim ilk mcdonalds'ın (fifth avenue üzerinde, 33. ve 34. caddeler arasında, empire state building'in tam karşısındaki) kapısından girdiğimde arka tarafta gördüğüm lağım fareleri bile beni mcdonalds'dan ancak birkaç ay uzak tutabildi. işte bu yüzdendir ki, mcdonalds'ın kuruluş hikayesini, mcdonalds kardeşlerin ve ray kroc'un öyküsünü sizlerle paylaşmak istedim.
  • los angeles'ta düzenlenen 1984 olimpiyatlarında şirketin neredeyse batmasına neden olacak bir promosyon düzenlemiştir. promosyonun adı "abd kazandığında siz de kazanırsınız". şöyle ki, gelen müşterilerine bir kazı kazan bileti verir, müşteri kartı kazır, kazınılan alanda bir olimpiyat dalının adı yazılıdır, okçuluk, jimnastik, güreş gibi. eğer abd olimpiyat takımı bu alanda altın madalya aldıysa big mac, gümüş madalya aldıysa patates kızartması, bronz madalya aldıysa bir coca cola ödülü vardır. fakat sovyetler'in ve diğer doğu bloku ülkelerinin 84 olimpiyatlarını boykot etmesiyle abd resmen rakipsiz kalmış, madalyaları silip süpürmüştür. bu da mcdonalds'ı bir krizin eşiğine sürükler.
  • bir keresinde, gece ikiye kadar paket servisi olan bir şubesinden ikiye çok az kala sipariş verdim yemeksepeti aracılığı ile.

    adres tarifine "abi şuradan dönüyorsun karşında şu var, hah, oranın karşısındaki beyaz pembe apartmandayım, 21 numara diye üst katlara çıkma kaç cengaver harcandı üst katlarda bi bilsen" yazdım, sipariş notuna da "acele etmezseniz açlıktan öleceğim ve gökten bir yıldız daha kayacak" yazdım.

    beş dakika sonra yabancı bi numaradan bir kadın aradı, "ahahahahaha hahahahahahaha cengav... hahahahahaha aman kaymayın hahahahahahaha" diye gülüyor, o güldükçe ben de güldüm; "kaç saattir çalışıyorum bugün ilk kez notunuzu okuyunca güldüm, çok ihtiyacım vardı ya" dedi, teşekkür etti, "sana en iyi cengaverimi yolluyorum bi sürprizim de var" dedi, kapattık telefonu.

    paketçi arkadaş geldi, kapıyı sırıtarak açtım, o zaten gülüyor, geyiği devam ettirdik, "arkadaş size bunu yolladı" dedi, minion oyuncak verdi.

    yine gülüşmeler filan, "abi bir de seni çok merak etti arkadaş fotoğrafını çekebilir miyim" deyip telefonu dayadı suratıma, noluyo lan bakışıyla yakalandım, "çekmesen" dedim ama çekti mi çekmedi mi bilmiyorum.

    kahkaha ata ata hamburgeri yedim sonra, evimde hala duruyor oyuncak.

    tanım: bir hamburger markası
hesabın var mı? giriş yap